http-equiv='refresh'/>

31 Aralık 2012 Pazartesi

1 yıl daha geçmiş

Tam 1 yıl önce yazdığım yazının üzerinden gidiyorum bu sene de...

2010: Minik Eda ne yürüyebiliyor ne emekleyebiliyordu. Tek yapabildiği yattığı zaman yuvarlanmaktı.
2011: Yaşını dolduran Eda artık büyüdüğüne kanaat getirerek yürümeye karar vermiştir. Şimdilerde ise bırakın yürümek ordan oraya koşturmaktadır.
2012: Oturmak nedir unutmuştur artık. Koltuk tepeleri tercihi olmakla birlikte her yerde yürümek, zıplamak uyanık olduğu süre boyunca en çok yaptığı şeylerdir.

2010: Eda “rain forest” temalı ana kucağının üzerinden inmemektedir. Hele onda sallanmadan uyuması imkansızdır. Her gidilen yere taşınan bir şey haline gelmiştir ana kucağı.
2011: Eda kendi kendine,çoğu zaman sallamaya gerek kalmadan; fakat annesini yanında isteyerek uyumaktadır. (iyiye gidiş)
2012: Gündüz uykularını hayatından çıkarmak isterken annesinin direnişiyle karşı karşıya kalmaktadır.

2010: Eda geceleri kendi yatağında uyumaktadır ve gece 4-5 kez uyandığında annesi şikayet etmektedir.
2011: Geceleri annenin yanında uyumakta ve kendi yatağını,hatta kendi odasını hiçbir şekilde kullanmamaktadır. (kötüye gidiş)
2012: Gece uykuları düzelmese de gecenin bir kısmını kendi yatağında geçirdiği için annesi nisbeten mutludur bu konuda. 11 haziran; Eda’nın en uzun sürede uykuya geçtiği tarih olmanın dışında 1 yıl sonra ilk kez kendi yatağında uyuduğu gün olarak da kayıtlara geçmiştir. Anne, “deliksiz uyku” sözcüklerinin yanında kullanılmaması gerektiğini; zira daha uzun süreler bunun anlamını kavrayamayacağını bilmektedir.

2010: Garip garip sesler çıkartan Eda’nın söylediklerinden annesi ve babası bir şeyler çıkartmaya çalışmaktadır.
2011: Eda önce baba, sonra anne diyerek bizleri mest etmiştir. Şimdi hala telefonda “anne” dedikçe onu ısırma isteğimi arttırmaktadır.
2012: 3.kişilere şifreli gibi gelen konuşması aile fertleri tarafından pek bir sevimli bulunmaktadır. En mutlusu da Eda’dır, ne de olsa öyle ya da böyle her derdini anlatabilmektedir artık.

2010: Ayaklı tulumlar evde veya dışarıda farketmeden rahatlığı bakımından favori giysimiz olmuştur.
2011: Artık dışarı çıkarken veya yeni bir şey giydiğinde mutlu olan Eda ayna karşısına geçip “ay ay” diyerek süslü bir kız olacağının sinyallerini şimdiden vermektedir.
2012: Yazın giyinmeyi reddedip tüm sıcak havaları atlet-şortla geçirdiyse de artık giyeceği şeyi kendisi seçmek suretiyle alınan kıyafetleri küçülmeden birkaç sefer olsun üzerinde görebilmektedir.

2010: Kış aylarında dışarıda çamaşır kurutmak zor olduğundan yıkanan bazı kıyafetler kurumak üzere peteklerin üzerine serilmektedir.
2011: Eda’nın artık onları orada tutması imkansız hale gelmiştir. Ortalıkta bulunan şeylerin aynı yerinde durması çok küçük bir olasılıktır artık.
2012: Eda çamaşır serme, katlama konusunda annesine yardım bile etmektedir. Yukarıda bahsedilen sıkıntı 1 yıl sürerek yok olmuş durumdadır.

2010: Eda annesine pek düşkün değildir ve işten gelen anneyi pek sallamayan bu küçük kız yüzünden annesi biraz bozulmaktadır.
2011: Sabahları anneanneye bırakırken ağlamalar başlamıştır.
2012: “Anne seni çok seviyorum” cümlesini neredeyse her gün duyan anne zamanında boşuna kendini üzdüğünü düşünmekte ve kızının her güzel sözüyle mest olmaktadır.

Büyümüş benim kızım yaa.Maşallah. Geçen sene yaptıklarını okuyunca hepsini unutmuş olduğumu farkettim. Hele hele geçen yıl aralıkta hala emzirdiğime inanamıyorum bile. Nasıl bir duygu olduğunu zor zar hatırlıyorum. Zaman çabuk geçiyor, anılar çabuk unutuluyor. İyi ki var blogum. İyi ki var benim canım kızım, canım ailem.

2012 güzel bir yıldı. Kızımın bir “bebek” iken “çocuk” olmaya başladığını seyrettim yıl boyunca. Sağlık problemleri olmadı çok şükür, ufak tefek şeyler dışında. Sevdiklerim yanımdaydı, huzurum yerindeydi. 2013’ten de beklediğim tek şey bu...Sağlık, mutluluk, huzur..sevdiklerim ve benim için.

Herkese dilediği gibi bir yıl diliyorum. 2013; öyle şeyler getir ki bize seni hep iyi hatırlayalım. Unutulup gitme çabuk geçen yılların içinde.

HB

29 Aralık 2012 Cumartesi

İşte Kazananlar

Hediye çekilişini bugün Eda ile gerçekleştirdik. Sonucu açıklamadan önce katılan herkese çok teşekkür ediyorum. Televizyondaki gibi lafı uzatıp heyecan yaratmanın anlamı yok değil mi. İşte kazananlar:

İlk çekiliş “Aklından Bir Sayı Tut” için




Seval’i tebrik ediyorum. Çok şanslı bir hatun; çünkü 2. kitapta da Eda onun ismini çekti :) O yüzden tekrarlamak zorunda kaldık. Şansın hep böyle devam etsin Sevalcim.

İkinci çekiliş “Gizli Anların Yolcusu”





Şenay Gazoz minik ellerin çektiği 2.şanslı isim. Tebrik ediyorum kendisini. Mail ile sonucu bildiriyorum hemen.



Kitapları internet üzerinden sipariş ettiğimden ofiste kaldılar, onları fotoğraflayamadım dolayısıyla. Bir aksilik olmazsa Pazartesi günü kargoya vermiş olurum. Şimdiden keyifli okumalar ve,

Sevgiler...

HB

27 Aralık 2012 Perşembe

Fönsüz Çıkmam Abi

 Yıl 2006: Hatice’de vakit bol. Öğrencide para olmaz, lüks içinde değildir belki ama vakit ganidir. Özellikle de okul sonrası gelen, gerçek ve zalim dünya diye tanımlanabilen iş hayatıyla kıyaslandığında. Bu kadar zamanın içinde ne yapacağım diye kıvranan öğrenci milleti ya gezip tozar, ya da parası erken bitip aileden istemeye yüzü olmadığında kendine evde aktiviteler bulur. Arkadaşlar bu noktada cankurtarandır. Benim bu boş zaman içinde haftada birkaç saatimi alan bir işlem vardı: saçıma fön çektirmek. Standart olmuştu artık. Rutin bir iş halini almıştı, asla zor gelmiyordu. Çoğu zaman kuaförde saçımı adam ettirip okula öyle geçiyordum. Belki okulda beni görenler saçımın aslında düz olmadığını bilmiyordu bile o zamanlar. Ankara’nın havası nemli de değil. Çok rahat kullanıyordum ben bu saçı bozulmadan.

Bursa’ya döndüğümde bu konunun bana dert olacağını biliyordum. Düz saça alışan Cinderella, vakti gelip Külkedisine dönüşünce eskiyi özler oldu tabi. Ama yeni düzene alışmak tek çareydi. Çünkü ne evimizin yakınında düzngün bir kuaför vardı ne de kuaföre gidecek kadar zaman.
Dalgalı saç da fena değil canım! Diğeri neydi öyle pırasa gibi. Böyle daha güzel, doğal. Yıpranmıyor da saçlar, daha ne olsun.

Yıl 2012: Eda’dan vakit bulan Hatice evinin yanında açılan kuaförde alır soluğu haftasonları. Ayda 1 kez, 2 gün düz saçlı görebilmektedir artık kendini. O da yeter n’apalım. Aslında dalgalı saçlarını da sever ama kocası düz saçlı halini daha çok beğenir. Sırf onun için canım bu bakım, bu telaş.

Dün, öğlen yemeğindeyiz. Ben ve 2 arkadaşım. Arkadaşlardan biri, diğerini göstererek bana şunu sordu: “Onun saçları düz, seninkiler neden dağınık?”
Dağınık? Düzün karşıtı dağınık mı yani? Düz saç daha derli toplu duruyor diye benim natureller natureli saçıma bu hakaret neden?
Tabi ki alınmadım ve çok da güldüm öyle söyleyince. Bunu soran bir bayan değil zaten. Hem çocuklu olup, hem günün 10 saatini işte geçirip, hem de 24 saate bir sürü iş sığdırmaya çalışan bir kadının saç bakımıymış, fönmüş, topuzmuş öyle şeylerle pek işi olmayacağını bilen biri olsa ciddiye alırdım belki ama erkekler için bunlar çok da anlam ifade etmeyeceğinden tersini yaptım. Makyaj yapmak bile bize lüks iken, dakikalar sürebilecek bir makyajı 2 dakika içine sığdıran biz anneler kırk yılın başı kuaföre gidebiliyorsak ne ala. Daha fazlasını beklemeyin bizden, olur mu :)

HB

26 Aralık 2012 Çarşamba

The wheels on the bus

Cumartesi günleri Eda’nın gittiği KidsStudio’da favori şarkısı The Wheels On The Bus. Öyle ki artık şarkının belli yerlerini ezberledi. Bu yaşta ingilizce şarkı nasıl ezberleyebilir diye düşünmemek lazım. Youtube’dan açtırıp 20-30 kere üst üste dinlediği için normal karşılıyorum. Zaten çoğu yerini uyduruyor kafasından ama en iyi bellediği kısım “move on back”. Elleriye arkaya yaslanma hareketi de yapıyor aynı anda. Al ye.
Annem ne bilsin tabi move on back’i, geri yaslan demek olduğunu.. Kelimeleri de yuvarlayarak söylüyor zaten, tam tane tane değil. Bunun üzerine annemden böyle bir yorum geleceği belliydi:

“Kızım, Eda bi tutturdu Muhammed, Muhammed diye. Kim bu Muhammed?”


25 Aralık 2012 Salı

Haydin Çekilişe


Yılbaşı, hediye anlamında benim en az önemsediğim tarihlerdendir. Doğumgünleri hediyesiz olmaz, anneler-babalar günü de öyle, hatta sevgililer gününde bile alınabilir ama yılbaşı bu anlamda benim için değersizdir. Öyle alışmışım. Bu gidişatı değiştirmek için değil fakat nasıl olduysa içimden geldiğinden blogda ilk kez hediye çekilişi yapmaya karar verdim. El kadar Eda bile oyun grubunda hediye çekilişine katılıyor bu sene, benim blogumun nesi eksik!

Ofiste yapılan çekilişlere katılırdım her yıl sonu ama bu sefer ondan da vazgeçtim. Eğlenceli oluyor olmasına ama biraz riskli bir durum. 2 sene önce başıma gelen olayın da etkisi var sanırım vazgeçmemde. Vakitsizlik, çok iyi tanımadığın kişilere hediye seçmenin yarattığı stres, hediye çekilişinin eğlencesini geçiyor zaman zaman.

Çekilişte gelen hediye sürprizdir. Blog çekilişlerinde ise çoğu zaman hediye bellidir. İşin sürprizi hediyenin sahibinin kim olduğudur. Eğlenceyse eğlence, hediyeyse hediye.

En güzel hediye nedir deseler düşünmeden cevabım hazırdır: kitap. Cinsiyet tanımaz, eskimez, atılmaz, bir köşeye sıkıştırılmaz. Ben de hediye seçimlerimi kitaptan yana kullandım. Bu kitapların kendilerini henüz okumadım; fakat ikisi hakkında da güzel yorumlar okudum, duydum. Hangisini dilerseniz yorum kısmında belirtin lütfen. 28 Aralık Cuma günü saat 15:00’a kadar gelen yorumlar içinden bir kişiyi seçip hediyesini ileteceğim.

                        Kitap1: Gizli Anların Yolcusu- Ayşe Kulin (Everest Yayınları)




                             Kitap2:Aklından Bir Sayı Tut- John Verdon (Koridor Yayıncılık)



Bir yerli bir yabancı roman olsun istedim. Tercihi size bırakıyorum.


Katılmanın tek şartı yazı altına yorum bırakmak. Facebook veya twitter hesaplarınızda paylaşıp beni mutlu ederseniz 1 oy hakkı daha vereyim ama yorum kısmında belirtin lütfen. Çekiliş yazılarında başka neler oluyordu, atladığım bir şey yoktur umarım. Süre belli, hediye belli, tamam o zaman. Şimdiden bol şans diliyorum.

HB

20 Aralık 2012 Perşembe

Tester

Yüzsüz olduğum sevgili kocam tarafından defalarca yüzüme vurulsa da bu tester mevzusuna takmış durumda olduğum için aldırmadan her seferinde işi yüzsüzlüğe vurmaya devam ediyorum. Tester ürünlerin amacı, müşterilerin ürünleri deneyip memnun kalırsa asıllarını satın almasıdır. Bu net mi? Ben tester ile o ürünü test edeyim ve beğeneyim ki kendisini de alayım. Özellikle kozmetikte minik bir tüp için tonlarca para ödemekle kalmayıp bir de o ürünü kullanamıyor olmak pek hoş olmuyor çünkü. Önden deneyebiliyor olmak en güzeli. Tester müşteri için üretiliyor ise benim talep etme hakkım kadar doğal bir şey olamaz. Neden yüzsüz olarak nitelendiriliyorum onu da anlamış değilim ya neyse.
İsteyenin bir yüzü... demişler.

Yalnız öyle bir hale geldi ki artık ürün test etmekten ziyade bakalım ne diyecekler diye istemeye başladım. Çoğunlukla aldığım cevap “şu anda elimizde hiç yok malesef, bir dahaki gelişinizde mutlaka hatırlatın” olduğu için.. Hatta artık bu cümleyi duyduktan sonra “her zamanki gibi” diyorum ve karşı taraf “yok aslında hep oluyordu, bugün kalmamış şansınıza” şeklinde beni yemeye devam ediyor. Kızdığım bu. Bir dahaki gidişimde falan hatırlatamam ben, o kadar da değil. O an alışveriş yapmışım, bir sürü şey almışım aynı markadan, o anda vereceksen ver hediyelerini. Haftalar geçmiş ben gidip isteyemem durduk yere tester.



Ben de kendimce bir taktik geliştirmeye karar verdim. Göz makyajım için temizleyici almak istiyordum. Benim senelerce aynı markayı kullanma gibi bir özelliğim yok malesef. Pudra da olsa, nemlendirici de olsa, hatta parfümde bile üst üste birkaç kez aynı ürünü kullanamıyorum. Çabuk sıkılıyorum diyelim. Makyaj temizleyici için kozmetik mağazasına girdiğimde de aklımda bir marka yoktu. Kolay ve gözü yakmadan çıkarması yeterliydi. Tam istediğim özelliklerde bir ürün vardı. Bu konuda bir numaraydı güya. Fiyatını duyunca vazgeçtim ve eskiden kullandığım markaya yöneldim. Kandıramadılar. Sonra eye-liner bakayım bir de dedim. Ne zamandır istiyorum ama sürebileceğimden emin değilim, kendime güvenim çok az. Demin göz temizleyici için gösterdiği markada bir de eye liner vardı ki benim bildiklerimle alakası yok. Annem zamanında kalmışım ben meğer. Bunun kullanımı gayet kolay, kalemden daha kolay hatta. Eye-liner’ı almaya karar verince dedim bana tester verin makyaj temizleyiciyi de bu markadan alayım. Oooh hemen çıktı testerlar piyasaya. Makyaj temizleme köpükleri, nemlendiriciler, parfümler. Ben buldum yöntemimi :)

HB

18 Aralık 2012 Salı

Danny Cavanagh-Anathema

Yıllardır dinlediğim bir grup ama Anathema deyince aklıma sadece solisti Vincent Cavanagh gelir.Di. Oysa sevdiğim, bayıla bayıla dinlediğim birçok şarkıyı grubun diğer üyesi Daniel Cavanagh bestelemiş, hatta grubu kuran da kendisi. 14 aralıkta Hayal Kahvesine geleceğini duyar duymaz biletlerimizi aldım. Konser öncesi biraz youtube araştırması yapınca konserlerinde benim bildiğim tüm Anathema parçalarını söylediğni öğrendim. Ayrıca Metallica, Pink Floyd, Iron Maidon coverları da söylemiş bazı konserlerinde.
Konser akustik olduğundan sahnede tek başındaydı. Akustik konser vermek zor olmalı; çünkü tek başına harikalar yaratman gerekir ve bütün ilgi senin üzerindedir. Bu konuda çok başarılı buldum. Performansı, sesi, gitarı muhteşemdi. Sevdiğim bütün şarkıları söyleyerek de benden tam puan aldı. Nothing Else Matters ile açılış yaptı. Anathema’ya ait Flying, Deep, Forgotten Hopes, Angelica, Electricity, Fragile Dreams, A Natural Disaster, Dreaming Lights ve benim Anathema ile tanışmamı sağlayan One Last Goodbye’ı söyledi. Pink Floyd’dan Another Brick in the Wall ve High Hopes da repertuvarı arasındaydı. Kapanışta söylediği Led Zeppelin Stairway to Heaven coverı da harikaydı.






Ara sıra öğretmen havası takındı. Bu şarkıyı biliyor musunuz? Eve gidince ilk iş yüklemenizi istiyorum gibi. Bazen de sessizlik istedi. Ne de olsa herkesin saygı gösterip kendisini dinlemesini istiyordu. Bursa’dan beklendiği gibi seyirci sayısı azdı aslında. Bir kısmı bar olsun da neresi olursa olsun diye her gece dışarıda takılan tayfaydı muhtemelen.

Konserin sonuna doğru seyirciye hangi şarkıyı istediklerini sordu. Seyirciyle iletişimi sayesinde sempatik bir görüntüsü vardı.

Anathema şarkıları insanın ruh halini bir tuhaf yapar. Tam da bugün gibi yağmurlu, kasvetli havada ne dinlesem diye düşünmeden bu şarkılarla doldururum playlistimi. Sadece dinlemek değil bütün sözlerini baştan aşağı okumak gerekir aslında Anathema şarkılarının. Her satırı ayrı güzeldir, ayrı anlamlıdır.

Ben çok keyif aldım bu konserden. Türkiye’ye sık geliyormuş. Başınız ağrımadan sakin sakin bir konser dinlemek istiyorsanız aklınızda bulunsun.



Not: 2-3 tane video çekmiştim baştan sona. Hatta görüntü güzel olsun diye en öne geçtim, ama ne yazık ki video yüklemede problem var. Vakit bulunca diğer bilgisayardan deneyeceğim. Neyseki birileri çektiği videoyu youtube’a yüklemeyi başarmış. Yazıya eklediğim video bana ait değil; bunu belirtmek istedim.

HB

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kemgöz Ana Bilim Dalı

Annelik Bölümü Kemgöz Ana Bilim Dalına göre bir çocuğun düşmesi sonucu oluşan yaralanma, morluk, şişlik vb hasarların tek nedeni vardır. Nazar. Literatürde “kötü göz” olarak da adlandırılan nazarın çocuklar üzerinde etkisi büyüktür ve tek çaresinin de dua etmek olduğuna inanılır. Bu kötü enerji savaşında nazar boncuğundan da medet umulmakla birlikte pek çok çalışma bunun çok da faydası olmadığını göstermiştir.

Eda dün gece, babası yerde otururken koltuktan onun üstüne uçtu. Burnu Bahadır’ın elmacık kemiğine çarptı çok sert bir şekilde. Ne kadar ağladığını tahmin edersiniz. Burnunun üst tarafı davul gibi şişti, sabah uyandığında da şişlik inmemişti. Doktora götürmekle hiçbir şey yapmamak arasında kararsız kaldık ve 1 gün bekleyelim duruma göre bakarız dedik.

Sebebi tabi ki nazar. Bahadır’ın bir anlık televizyona dalması ya da Bahadır bakmıyorken Eda’nın onun üstüne atlaması olacak değil ya!
Şaka bir yana ben nazara acaip inanıyorum. Ananecim sağolsun sık sık Eda’ya okuyor ve gerçekten de onun ardından rahatlıyor çocuk huzursuzsa. Bir de ne zaman internete fotoğrafını koysam cimcimenin o gecemiz kabus gibi geçiyor. Psikolojik mi benim ki denk mi geliyor yoksa hakikatan mi nazar bilmiyorum. Çoğu zaman kendimizin de nazarı değiyordur. Önlemek imkansız. Ananecimin nefesine sağlık! Allah hepsini nazardan korusun.

HB

14 Aralık 2012 Cuma

Kışın Diğer Adı Enfeksiyon

Eda’nın kulak enfeksiyonu olmasıyla birlikte kafamda yine soru işaretleri saklandığı yerden çıktı. Kulak ağrısı pis bir şey. Tüm gece ağrıdan uyutmadı kızcağızı ve kendi kendine geçmesi mümkün olan bir hastalık da değil. Sonra ilerleme riski de insanı korkutuyor. Bu yüzden doktora gitmek şarttı. Kendi doktorumuzdan öyle son anda randevu almak pek mümkün olmadığından yine başka bir doktora teslim olduk. Yaklaşımı güzeldi, oyun oynuyormuşuz gibi muayene ettiği için ağlamadan çıkmayı başardık hastaneden. Yalnız benim bu soru işaretleri varya, onların 2-3 tanesi hariç yok olmadı. Doktorumuz enfeksiyon olduğundan ve yeri itibarı ile riske atmamak istediğinden antibiyotik verdi. Bekliyordum zaten ama bu enfeksiyonun virütik olup olmadığını sorduğumda kaynağını söylemek çok zor yanıtını aldım. Doktordan net bir bilgi alamayınca da akşam annemin “üşütüyor bu çocuk sırf o yüzden hastalanıyor, patiksiz dolaştırma evde” yorumlarına da karşı çıkarken biraz zorlandım. İtirazımın altını pek dolduramadım.
Sonra geldim, internette biraz araştırdım kulak enfeksiyonunu. Özetle şunlar yazıyor:

Östaki borusu çocuklarda yetişkinlere göre kısa ve yatay olduğu için burun ve boğazdaki mikroplar kulağa kadar ilerleyebiliyormuş. Boru kısa olduğu için ufak bir soğuk algınlığında şişerek tıkanmasına neden oluyor ve tıkanık borudan geçemeyen sıvı orta kulakta birikip orada bakteri üremesine yol açıyormuş. Beni şaşırtan da bu zaten, Eda’da ne boğaz ağrısı vardı, ne burun tıkanıklığı ne grip. Durup dururken olmasını anlayamadım.
Mikrop kulağa dışarıdan değil, boğazdan gelip enfeksiyon yaratıyormuş. Su kaçmıştır kulağına diyenler de yanılıyor bu durumda.
Sırt üstü yatarak beslenme de kulak iltihabına sebep olabiliyormuş. Bu bizde var işte, gece ve sabah yatarak içiyor sütünü.
 Sebepleri bunlar. Belirtileri ağrı (özellikle gece bu ağrı artıyormuş) ;ateş, kusma ve bazı durumlarda akıntı görülebilirmiş.

Bugünlerde çok duyuyorum çevremdeki annelerden orta kulak iltihabını. Umarım kronik hale gelmek durumunda kalmaz. Bu arada Eda’nın kuzeni de aynı şekilde hastalanmıştı birkaç hafta önce. Doktoru sinüzit ve buna bağlı enfeksiyonlar için 3 aylık bir aşı kürü vermiş. Hap olarak alacakmış. Daha öncesinde hiç haberim yoktu böyle bir aşının varlığından. Hala da detaylarını bilmiyorum. Doktora sormak için not ettim aklımın bir köşesine.

HB

13 Aralık 2012 Perşembe

Masalcı Baba


Uzun uğraşlar sonucu Eda yatağa yatırılır. Bizimkine. Eda ortada, biz yanında yatmaktayızdır. Eda, babasından ona masal anlatmasını ister.

Eda: Gökhan amcayı anlat baba!
Bahadır: Bir gün biz Gökhan amcanla okuldan geldik. Babaanne evden çıkmadan önce bize yemek yapmayı unutmuş. Karnımız çok aç ama benim yapabildiğim tek yemek makarna ve yumurta. Makarna yapmak için önce tencereye su koydum. Su kaynayana kadar dolaptan bir sürü yumurta çıkardım ve kırmaya başladım.
İç sesim: Masalda yemek anlatmak senin neyine be kocacım. Makarna pişene kadar sizin yumurtalar çoktaaan olur, zaman planlamasında hata var.
Bahadır: Sonra su kaynayınca makarnayı koydum. O pişerken yumurtaları çırpmaya devam ettim. Çırparken makarna pişti ve ben Gökhan amcana sordum: peynirli mi istersin kıymalı mı?
İç sesim: Kıyma mııı, bu soru bu saatte,makarna piştikten sonra mı sorulur. İç sesim dış sese dönüşür ve gülmekten kendimi alamam.
Biz gülerken bir ses gelir...
Eda: Makarna yemek istiyorummm!

Gece gece!!?? Unutturmak için hemen yeni masala geçilir.

Bahadır: Bir gün Gökhan amcanla balık tutmaya gitmiştik. Oltalarımızı aldık..........
Eda: Beni de balık tutmaya götürsene babaaa!

Masallar masalları kovaladı. Devamında Eda masaldaki neyi gerçeğe dönüştürmek istedi bilmiyorum. İlk ben uyumuşum :)

HB

11 Aralık 2012 Salı

Trafikten Men Edilesiciler

Bayan sürücüler hakkında karşı cinsin yaptığı eleştirilere katılıyorum az biraz. Elbette içimizde çok iyiler var ama bayan şoför sayısı kadar erkek şoför alsak ve bir oranlama yapsak sonuç bizim açımızdan pek iyi çıkmaz. Evet, kurallara uyma konusunda daha başarılıyız belki ama hem kurallara uyup hem güzel araba kullanamaz mı insan? O konuda biraz eksiğiz işte. Trafikte ne zaman önümüzdeki arabaya kıl olsak kesin bayan diyoruz ve malesef de öyle çıkıyor. Amma velakin erkekler de hiç öyle 10 puanlık değil gözümde. Trafikte yağ gibi gidiyor olabilirler; fakat onların da eleştirilecek çok şeyleri var.

Bir kere zikzak çizenlere acaip derecede uyuz oluyorum. Önünde gördüğü her arabayı geçme tikleri var bu sürücülerin ve gerisinde bıraktığı her araba tarafından “cık cık cık” diye tepkilere neden olduğunu bile bile yapıyorlar muhtemelen. Çok itici olduklarını tekrar belirtmek isterim ve trafikte bu tarz davranışlar sergileyen tek bir bayan olmadığı için de gururlu olduğumu ayrıca ifade ederim.



Tam kavşaktan dönmek üzereyken pat diye önüne geçen araçlar niye sağa/sola döneceğini son anda anlar ve o dakikaya kadar yerine geçmeden başkasının yolundan gider? Haa bazı akıllılar da hangi şerit boşsa gider gider sonuna kadar. Tam artık dönüş noktasında döneceği tarafa yönelir. Bir uyanık onlardır zaten.

Sinyal meselesi...Hiç sinyal vermeyenlerle en en son anda sinyal verenler; gözümde zerre kadar farkınız yok! Tam sola geçmeden 1 sn önce sol sinyal vermişsin ne fayda. Yani o hareketi biraz daha önden yapsan ne olur sanki? Nedir bu kadar zor gelen?

Zor gelmek ve anlam verememek demişken tuhaf hareketlerden biri de şu erkeklerin emniyet kemeri için bulduğu çözümler. Arkadan bağlama, yan koltuktaki kemeri sürücü koltuğununkine geçirme, ya da daha ileri gidip kemerin ötmemesi için aparat alma. Emniyet kemerinin nasıl bir rahatsızlığı var böyle ki tüm tehlikeleri göze alıp bunu kullanmaktan kaçınıyorlar?

Hız limitlerine uymak şartıyla ben hızlı araba kullanmayı seviyorum. Bahadır her seferinde uyarır “yavaş sür” diye. Ne yalan söyliyim seviyorum hızlı gitmeyi. Hızlı dediğim de anlayın işte, şehir içinde ne kadar gidilebilirse. Tin tin gidenlere saygım sonsuz. Fakat sol şeridi kullanmadıkları sürece. 60 ile sol şeritte gidenlere kızmamak elde değil. Beni niye kuralları çiğneyip bir aracın sağından geçmek zorunda bıraksınlar ki! Yapıyorlar ama. Kurala uymayanlar yüzünden kural çiğniyorsun. Bu bir yana, sol şeritte normal hızda, mesela 90 veya 100 ile giderken arkadakinin selektörüyle rahatsız edildiğimiz de oluyor. İlla içindeki arabanın hakkını verecekler. Yol vermezsen ne ona ne sana rahat var, muhakkak önünden çekileceksin. Yine erkeklere mahsus bir hareket.

Yolda giderken önüne bir kavis çıkar ve vites düşürür, yavaşlarsın. Ama sadece yavaşlarsın. Durmana da gerek yoktur. Biz her gün işe gidip gelirken çok fazla kavis üzerinden geçiyoruz ve önümdeki arabalara yapışacak gibi oluyorum bazen. O kadar ki durma noktasına geliyor amca arabası zarar görmesin diye. Bunu yapanlar genelde yaşlı amcalar. Malları çok kıymetli o kuşağın tabi. Trafikte hızlı gitmek kadar gereğinden fazla yavaş gitmek de bizim ülkemiz trafiğinde tehlikeli ve sinir bozucu. Biraz tempo ama!

Bizim ülkemizde araba sürmek hiç kolay değil ve malesef çok güvensiz. Sen ne kadar dikkat etsen de düz yolda giderken yanında giden alkol almış bir sürücü yüzünden kaza yapabiliyorsun. Arabalar lüksleşirken keşke içindeki kullanıcılar da biraz bilinçlense. Kazasız ve cezasız günler herkese...

HB

10 Aralık 2012 Pazartesi

Mickey Müzik Festivali


Dün Disney Live! Mickey Müzik Festivaline gittik Eda ile birlikte. Eda, Mickey Mouse ve arkadaşları ile Deniz Kızı dışında pek çok karakterden habersiz olduğu için biraz fransız kaldı showlara ama müzik olması onun eğlenmesi için yeterliydi. Görsel olarak şahaneydi gösteri. Son 15 dakika dışında Eda’nın dikkati sahnedeydi. Tek sorun “oraya gidicem, Mickey elimi tutsun benim” şeklindeki tutturmaları oldu. İdare etmek biraz yorucuydu ama güzel geçti yine de.

Mickey Mouse, Minnie Mouse, Donald Duck, Goofy ana karakterler olmakla birlikte Alaaddin ve Cini, Sebastian, Woody gibi pek çok Disney karakteri canlandırıldı çeşitli öyküler ve müziklerle. Kostümler ve danslar çok profesyoneldi. Çocukları da gösterinin içine kattılar zaman zaman. Eda, meteor yağmuruymuş gibi topları seyircilere fırlattıkları bölümü çok sevdi. Toplar bize gelecek diye baya heyecan yaptı.

Eğlence bir yana işin başka bir boyutu var aslında. Bu tarz etkinliklerde çocukların diretme huyunu kullanmalarına sinir oluyorum. Aynısını dün bu festivalde de gördüm. Daha kapıdan girer girmez bir sürü Mickeyli oyuncak, patlamış mısır, pamuk şekeri, ve benzeri şeyler sizi karşılıyor ve her seferinde de gözüne sokuluyor çocukların. Adım attığın yerde tezgahlar veya satıcılar karşına çıkıyor.  Çocuklar nasıl olsa aldırana kadar istemeye devam edecekler diye bir de uçuk fiyatlara satıyorlar. Evde 2 dakikada patlatacağım mısıra 20 TL vermek, zararlı diye yedirmediğim pamuk şekerini süslü püslü sunuyorlar diye bir sürü para ödemek çok sinir bozucuydu. Bu arada pamuk şekeri almadığım için bütün salonu ağlamasıyla inleten Eda, kapıda babasını görüp istediğini ondan alınca pek bir güzel oldu. Zalim anne, iyi baba!

Mickey gösterisi güzeldi de sonrası öyle devam etmedi. Gece uyumak istemedi, 12’den sonra ‘kulağım çok ağrıyoo’ diye ağladı ve 1’de zor bela sızıp gece boyunca ağlama nöbetlerine devam etti. Sabah doktora götürmek isteyince, ağrımıyor artık dedi. Şimdi telefonda sorduğumuzda yine ağrıdığını söylüyor. Bu akşam doktora göstermek şart oldu. Nereden çıktı, grip yok nezle yok, burnu açık. Anlamadım gitti. Kulak enfeksiyonu olmaması için dua ediyorum.

Pazartesi uykusuz, yorgun, endişeli başladı biraz böyle. Umarım devam eden günler güzel gelir.

HB


Not: Yazı fotoğrafsız pek bir kuru kaldı biliyorum ama asıl amacım video eklemek iken beni dakikalarca bekleten, akabinde de kitlenen internet explorer sayesinde malesef beceremedim. Denemelerim sürecek.

7 Aralık 2012 Cuma

Biz Anneler

Değişik insanlarız biz. Daha doğrusu değişmiş.

Eskiden sabah uyanmak bize en zor gelen eylem iken şimdi gece defalarca kez uyanmaya rağmen alarmı bekleyemeden uyandırılma eylemine katlanmayı bilen insanlarız.

Yemek yemek bizim için sıradan bir hareketken çocuğumuza yemek yedirmek, hele ki tabağını bitirmesini sağlamak dünyanın en büyük zaferini kazanmış hissi yaratır bizde.

Çocuktan sonra kendimize zaman ayıramadığımız için yakınır, en ufak ayrılıkta ya da herhangi bir arkadaş buluşmasında yine ondan söz eder buluruz kendimizi.

Çocuğumuzla ilgili bir durum söz konusuysa kırk yerden araştırmadan karar almayız. İçimiz rahat etmez bir kere.

Deneyimli annelerin sözleri, en ala uzman sözüyle eş değerdir bizim için. O yüzden etrafımız annelerle sarılıdır. Onların ağzından çıkacak her cümle ilgiyle dinlenir.

Dünyanın en ılımlı insanı iken çocuğumuz için dünyanın en dişli annesine dönüşebiliriz.

Biz anneler iki ayrı duyguyu en uç noktalarda yaşarız: mutluluk ve üzüntü. Çocuğumuzun ufacık canı yansa bizim kalbimiz acırken, minik bir güzel söz söylese dünyadaki en büyük mutluluğa sahip oluruz.

Bir annenin en mutlu anları; çocuğu sımsıkı sarılmış ve yüzü gülüyor. Hiç ayrılmayalım onlardan...


Sabır sanatı icra ederiz. Sabırla çocuklarımızın minik dünyalarını genişletiriz, sorularını cevaplarız, keşiflerine yardımcı oluruz. Tekrar tekrar anlatırız sabırla.

Bir kere anne olduktan sonra, hayatımızın her döneminde bizi çeşitli kaygıların beklediğini biliriz. Minik bir bebeğin annesiyken “acaba sütüm yetiyor mu, karnı doydu mu, neden böyle ağlıyor, bir yeri mi acıyor” kaygıları... Bebek biraz büyüdüğünde “yürümeye çalışırken başını oraya vurur mu, oradan düşer mi, böyle giydirsem üşür mü” kaygıları... Sonra “kreşe alışır mı, uyum sağlar mı, daha erken mi” kaygıları...Belki “kardeşini kıskanır mı” telaşları... Derken okul süreci, arkadaşlarıyla dışarı çıkmalar...Farklı farklı endişeler taşırız.

Annelerimizin “sen de anlarsın anne olduktan sonra” sözünü idrak etmiş olmanın sevincini yaşarız. Annelerimizi daha iyi anlamanın huzurunu...

Biz anneler çoğu zaman ikilemler yığını ile boğuşur; fakat tek bir şeyden her zaman emin bir şekilde hareket ederiz: Dünyanın en önemli şeyi yavrumuz ve onun iyiliğidir. Bu öyle bir doğrudur ki bazen diğer bütün gerçekleri gerisinde bırakır. Bütün kararlar buna göre verilir. Anne olmak böyle bir şeydir.

HB

4 Aralık 2012 Salı

Master şefler


Bizim düzenli olarak buluşmaya çalıştığımız bir grubumuz var. Buluşma amacımız çocuklar aslında. 5 tane kız çocuğu ve hepsi de aynı yaştalar. Oyun grubumuzu kendimiz oluşturalım diyerek bu buluşmaların ilkini gerçekleştirmiştik. Kızlar henüz 1 yaşındaydı bu düşünce oluştuğunda ve o zamandan bu yana da ayda 1 buluşmaya çalışıyoruz. Kışın firelerimiz oluyor malesef hastalıklar araya girince. O yüzden kış sezonunda sıklaştırıyoruz görüşmeleri.

Eskiden kızların hepsi kendi halinde vakit geçirirlerken artık birarada oynamaya başladılar. Biz ebeveynlerse gelişimleri için sevinmek bir yana sırayla yemek yemekten kurtulup hep birlikte masaya oturabilme mertebesine ulaştığımız için mutluyuz. Sadece yemek yiyip muhabbet etmek, çocukları da ortaya salıp oyun oynamasını beklemek değil tabi amacımız. Bilinçli ebeveynleriz evelallah :p Ev sahibi kendi hazırladığı aktivitelerle çocuklara bir şeyler yaptırıyor. Mesela boyama yapılıyor hep birlikte ya da şarkılar söyleniyor.

Geçtiğimiz Pazar bizim evde toplandık. Ben faaliyet olarak çocuklara kurabiye yaptırmayı istiyordum. Şekilli kalıplarla ve süslerle belki eğlenebilirlerdi ama ilgilerini çekmek amacıyla bir de mutfak önlüğü hediye etmek istedim her birine.  Çocuklar için böyle bir şeyin nerede satıldığını bilemediğimden internette arayışa başladım. İnternet annesiyiz eveallah :) Sevgi hanıma denk geldim bu arama sonucunda. Tasarladığı ve diktiği önlüklerin sipariş üzerine satışını yapıyordu. Sitesinde gördüğüm her bir ürüne bayıldım. Model, renk ve kumaş seçimini yaptıktan sonra ürünleri hazırladı hızlı bir şekilde ve sağ olsun tam zamanında elime ulaştırdı. Eda Pazar gününü beklemeden test etti önlüğünü. Daha doğrusu kargo ulaşınca hemen açmış ve giydikten sonra da öğlen uykusu dahil üzerinden çıkartmamış.

Pazar günü minik aşçılara önlüklerini taktık. Hepsine de çok yakıştı. Yarın bir operasyon geçireceği için o gün gelemeyen Berramıza da sonradan gönderdik hediyesini. Kurabiye yapımı sırasında tahmin ettiğimden daha güzel vakit geçirdiler. Bir süre sonra sıkılırlar diye düşünmüştüm ama bitene kadar masada kalmayı başardılar. Başarı; çünkü ölçüyü pek tutturamamışım. 3 tepsi kurabiye çıktı :)

Onlar eğlendi, biz eğlendik...



Arkadaşları gelince sevinçten kuduran yavru kuşum ve güzel arkadaşları





HB

3 Aralık 2012 Pazartesi

Blogum Dergisi-Bebeğinizle 1 Yastıkta

1 sene boyunca bebeğiyle birlikte uyumuş ve ara ara hala uyumakta olan bir anne olarak bu konu hakkında bir yazı yazdım. “Bebeğinizle 1 Yastıkta” yazısını okumak için linke tıklayabilirsiniz. Kaçıncı sayfada olduğunu söylemem. Tüm bloggerların yazıları birbirinden güzel. Hepsini okumanızı öneririm sırayla.

Blogum Dergisine, yazıma yer verdiği için buradan teşekkür ediyorum.

Keyifli okumalar...

HB

30 Kasım 2012 Cuma

Yarın Bana Cuma Olsun

Bizim iple çektiğimiz Cuma gününün Eda ve annem için önemi ayrı. Cuma günleri BİM’lere uygun fiyatlı ürünler getiriliyor. Her hafta farklı şeyler. Mesela ütü, saklama kapları, blender, gibi gibi. Bunların yanında çocuklar için de türlü türlü oyuncaklar satılıyor her hafta. Fiyat olarak yine uygun piyasaya göre.

Annemlerin evinin yakınına BİM açıldığından beri annem istisnasız her Cuma orada. Her gittiğinde de eli dolu dönüyor. Alışverişi ve mağazalarda gezmeyi sever zaten. Babam, işin bütçe tarafını düşünüyor olabilir, ben de Eda’nın önüne bu kadar oyuncak serilmesiyle ilgileniyorum. Her Cuma yeni oyuncak almaya alıştı. Evde gereksiz oyuncak kalabalığı. Alma artık diye uyarıyorum daha Perşembeden ama nafile. Bugün telefon ettiğimde yine ordan gelmişti. Off yine mi deyince de “Yok yok bir şey almadım, sadece Eda’ya tren aldım. İstiyordu zaten ne zamandır” dedi. Ah annecim, bağımlısı oldu bu cumaların :)

Bana gelinceyse “ne alışverişi yine” Bu haftasonu Eda’yı bırakıp biraz dolaşmak istediğimi söyledim. Eda ile alışveriş imkansız malum. Ne alacakmışım yine..Bir sürü kışlığım varmış zaten. Gel ikimiz gidelim desem koşar valla ama planda o olmayınca gönlüne yatmıyor. Geçen akşam şirketin bize verdiği ayakkabıları götürmüştüm iş çıkışı. Annemle Bahadır’ın görünce tepkisi: aa tam senin istediğin gibi modeli. Sen de böyle yarım bot istiyordun, hem bak dolgu topuk. İyi oldu, bu kış idare edersin artık.
Oldu canııım. Yarın da benim cumam, kendimi alışverişe veriyorum. Nokta. J

HB

29 Kasım 2012 Perşembe

Şeytan Aldı Götürdü

Sade anneden çok şaşkın anne yakışır bana. Eşya kaybetmekte üstüme yok. Doğum tarihi:2010, veriliş nedeni: kayıp yazan bir nüfus cüzdanı olur mu? Eğer benim çocuğum olma şansını yakaladıysan bal gibi olur. Birkaç ay önce yaşadığımdan ders almamış olmalıyım ki dün de arabanın anahtarını kaybettim. Kaybettik demiyorum Bahadır kendisini dahil etmemi istemiyor. Bence kaybettik çünkü yedek anahtarı daha önceden kaybeden kendisi. Ben de asıl anahtarı kaybettim diye suçun daha büyüğü bende sayılmaz değil mi? Bu bizim ortak kabahatimiz!

Dün sabah çılgınlar gibi evin her yerini aramaya başladık. Eda’nın anneanneye götürülmesi lazım. Bizim işe yetişmemiz lazım. Zaten çıkmakta gecikmişiz, bir an önce çıkmak için acele ediyoruz. Ben her zamanki gibi Bahadır’dan sonra çıkacağım, çünkü henüz hazır değilim. Bu sefer biraz daha hızlı davranmışım diğer günlere göre ki Bahadır ayakkabısını giymiş kızla birlikte aşağı inerken ben de montumu giyiyorum. Bahadır sesleniyor: çıkarken anahtarı da al! Ben herhalde evin anahtarını kastediyor diyorum. Evet gereksiz bir cümle, herhalde almadan çıkmayacağım ama her gün kapıyı kilitledin değil mi diye hatırlatan bir kocam olduğunu düşünerek anahtarı içeride unutmamam için söyledi muhtemelen diyor ve kapıyı çekip aşağı iniyorum. Çıkmadan içeri de bakıyorum zaten arabanın anahtarı orada değil, iyi artık eminim ki onu kastetmemiş. Yanıldığımı ikisinin beni giriş kapısında beklediğini görünce anlıyorum. Arabanınkini söylemiş! Offf şimdi tekrar yukarı çık, çizmeleri çıkar, bir sürü iş. Bu mu iş? Anahtarın yerinde olmadığını, değil yerinde evin hiçbir yerinde olmadığını görünce başladı asıl iş. Bahadır ve Eda tekrar yukarı çıktı. Her yer arandı, yerlere ve koltuk aralarına bakıldı, çekmeceler boşaltıldı, mantoların ve bir gün önce giyilen pantalonların cepleri karıştırıldı, çantam 3 kez tüm ayrıntısıyla kontrol edildi. YOK.

Ne yaptığını hatırla diyorum kendime sürekli ama olmuyor. Ne kapıyı kilitlediğimi hatırlıyorum ne de her zaman yaptığım gibi kilit sesini duyduktan sonra kapıyı kontrol ettiğimi. Hatırlamıyorum; çünkü o akşam arabadan inerken bir kargaşa yaşandı. Eda arabada çalan şarkıyı bir daha dinlemek istedi, tekrar açtım, bitince arabadan inmemek için ağladı. Ben de dikkatini dağıtmak için evin önünde bekleyen kediyi söyledim. Derken kedi ortadan yok oldu, Eda kedi diye tutturdu falan. Kafada bir sürü şey, rutin işler kimin aklına geliyor!

Sabah bulamadık anahtarı ve bir arkadaşımızla Eda’yı bırakıp işe geldik gecikmeli de olsa. Arabayı açmanın yolunu bulma işi bana verildi. Servisi aradım. Detayla sıkmak istemem bir şekilde yeni anahtar bastırdım ama bu hiç de kolay olmadı. Saatlerce uğraştım. Koşturmacasının yanında baya da maliyetli bir şeymiş meğer yeni anahtar yaptırmak. Tek şansım ruhsatın çantamda olmasıydı. O da olmasa şase numarası yok, anahtar kodu yok, nasıl yapılırdı bilmiyorum. Anahtarın basılmasıyla da çözülmedi sorunum. Çünkü sadece kapıları açıp kapatıyor, marşa basamıyorsun. Bayiye gidip sistemlerine anahtarın tanıtılması lazımmış. Haydaaa! Bunu da ben yapayım artık dedi sağolsun kocacım. Ordan da eve geçerim, tekrar ararım ve arabanın içine bakarım orada mı düşmüş diye dedi. Bayide bir hayal kırıklığı daha..Araba olmadan sisteme yeni anahtarı tanıtamıyorlarmış. E be kardeşim nasıl getireyim sana arabamı! Bahadır eve doğru koyuldu boynu bükük. Ama Hatice’nin şaşkınlığı biter mi? Evin iki anahtarı da bende, Bahadır’a vermeyi unutmuşum. Beni iş çıkışına kadar bir yerlerde beklemek zorunda kaldı.

Artık böyle bir günde kendime hiç güvenemiyorum ve aylar aylar sonra iş servisine bineceğim, kaç numara olduğundan da emin değilim. Birkaç ay öncesine kadar bu servisi kullanan bir arkadaşa sorayım diyorum numarasını. Söylüyor da sağolsun. Saat gelince biniyorum servise, oturup bekliyorum ama hiç tanıdık yüzler binmiyor. Sonra yan servise bakıyorum ve bir arkadaşı görüp arıyorum; Eftal’i :) Arıyorum hemen, başka bir yere mi gideceksin bu akşam diyorum ve yoo eve gidiyorum cevabıyla bir telaş yan servise atlıyorum.

Bahadır’ı oturduğu cafeden alıp eve geçiyoruz. Tüm ev, çekmeceler, kutular, raflar didik didik ediliyor anahtar avcıları tarafından. Bulamıyoruz. Eda’yı almaya da gidemeyeceğimiz için annemleri arıyorum. Bize gelmek üzere yola çıkıyorlar. Umudumuz kalmıyor ve yol yardımı arıyoruz gelip anahtarı sistemlerine tanımlamaları için. Bir yandan ben etrafa bakmaya devam ediyorum. Yedek anahtarı bir bardak içine koymuş olabilir miyiz düşüncesi geliyor aklıma. Ne alakaysa bardak içi...

Televizyon ünitesinin alt dolabını açıyorum bardaklara bakmak için. Ve karşımda onu görünce delirmiş gibi zıplamaya ve çığlık atmaya başlıyorum. Bahadırla birbirimize sarılıyoruz. Coşkuyla kutluyoruz anahtarın bulunuşunu. Anahtarın yanındaki emzik oraya nasıl girdiğini açıkça ele veriyor. Zil çalıyor, karşımda Eda. “Bunu bir yerden hatırlıyor musun” diye anahtarı gösteriyorum ve “hı hıııı” diyerek gülüyor karşımda. Aklımızın ucundan bile geçmedi Eda’nın sakladığı. Öyle bir huyu yoktur çünkü. Buna rağmen sabah sormuştuk, anahtarı gördün mü diye. Eşşek...Söylemedi.

Mutlu sonla bitti ya önemli olan o. Bu olaydan birkaç ders çıkardım.

1. Araba anahtarını kaybetmek dünyanın en zor kayıp eşya vakalarından. Ev anahtarı çilingirle çözülüyor, nüfus cüzdanı da çok büyük dert değil. Amaa araba anahtarınızı sakın ola kaybetmeyin. Hele ki yedeği ile birlikte...
2. Ev anahtarı ile birlikte aynı anahtarlığa takmak çok mantıklı. Düşmesi durumunda ses çıkaracağı için bir yerlerde düşerse farkedilebilecek.
3. Arabaların bir kısmı, yani ayarları o şekilde yapıldı ise, belli bir süre sonra kendini kilitliyor. Örneğin benzin alırken anahtarı içeride bırakıp çıkarsanız, içeride de kimse yoksa yandınız. Bizim olaydan sonra böyle hikayeler duydum birkaç tane.
4. Ummadığınız taş baş yarar. Eda’nın saklamış olabileceğiniz söylemişti birkaç kişi ama hiç itibar etmedim. Eda’nın öyle bir vukuatı yoktu. Zaten hep ikimiz birlikteydik, ne ara saklayacaktı.
5. Sağlık olduktan sonra bu hayatta çözülemeyecek şey yok. Ne kadar zorluk çıkarırsa çıkarsın.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News