http-equiv='refresh'/>

30 Kasım 2012 Cuma

Yarın Bana Cuma Olsun

Bizim iple çektiğimiz Cuma gününün Eda ve annem için önemi ayrı. Cuma günleri BİM’lere uygun fiyatlı ürünler getiriliyor. Her hafta farklı şeyler. Mesela ütü, saklama kapları, blender, gibi gibi. Bunların yanında çocuklar için de türlü türlü oyuncaklar satılıyor her hafta. Fiyat olarak yine uygun piyasaya göre.

Annemlerin evinin yakınına BİM açıldığından beri annem istisnasız her Cuma orada. Her gittiğinde de eli dolu dönüyor. Alışverişi ve mağazalarda gezmeyi sever zaten. Babam, işin bütçe tarafını düşünüyor olabilir, ben de Eda’nın önüne bu kadar oyuncak serilmesiyle ilgileniyorum. Her Cuma yeni oyuncak almaya alıştı. Evde gereksiz oyuncak kalabalığı. Alma artık diye uyarıyorum daha Perşembeden ama nafile. Bugün telefon ettiğimde yine ordan gelmişti. Off yine mi deyince de “Yok yok bir şey almadım, sadece Eda’ya tren aldım. İstiyordu zaten ne zamandır” dedi. Ah annecim, bağımlısı oldu bu cumaların :)

Bana gelinceyse “ne alışverişi yine” Bu haftasonu Eda’yı bırakıp biraz dolaşmak istediğimi söyledim. Eda ile alışveriş imkansız malum. Ne alacakmışım yine..Bir sürü kışlığım varmış zaten. Gel ikimiz gidelim desem koşar valla ama planda o olmayınca gönlüne yatmıyor. Geçen akşam şirketin bize verdiği ayakkabıları götürmüştüm iş çıkışı. Annemle Bahadır’ın görünce tepkisi: aa tam senin istediğin gibi modeli. Sen de böyle yarım bot istiyordun, hem bak dolgu topuk. İyi oldu, bu kış idare edersin artık.
Oldu canııım. Yarın da benim cumam, kendimi alışverişe veriyorum. Nokta. J

HB

29 Kasım 2012 Perşembe

Şeytan Aldı Götürdü

Sade anneden çok şaşkın anne yakışır bana. Eşya kaybetmekte üstüme yok. Doğum tarihi:2010, veriliş nedeni: kayıp yazan bir nüfus cüzdanı olur mu? Eğer benim çocuğum olma şansını yakaladıysan bal gibi olur. Birkaç ay önce yaşadığımdan ders almamış olmalıyım ki dün de arabanın anahtarını kaybettim. Kaybettik demiyorum Bahadır kendisini dahil etmemi istemiyor. Bence kaybettik çünkü yedek anahtarı daha önceden kaybeden kendisi. Ben de asıl anahtarı kaybettim diye suçun daha büyüğü bende sayılmaz değil mi? Bu bizim ortak kabahatimiz!

Dün sabah çılgınlar gibi evin her yerini aramaya başladık. Eda’nın anneanneye götürülmesi lazım. Bizim işe yetişmemiz lazım. Zaten çıkmakta gecikmişiz, bir an önce çıkmak için acele ediyoruz. Ben her zamanki gibi Bahadır’dan sonra çıkacağım, çünkü henüz hazır değilim. Bu sefer biraz daha hızlı davranmışım diğer günlere göre ki Bahadır ayakkabısını giymiş kızla birlikte aşağı inerken ben de montumu giyiyorum. Bahadır sesleniyor: çıkarken anahtarı da al! Ben herhalde evin anahtarını kastediyor diyorum. Evet gereksiz bir cümle, herhalde almadan çıkmayacağım ama her gün kapıyı kilitledin değil mi diye hatırlatan bir kocam olduğunu düşünerek anahtarı içeride unutmamam için söyledi muhtemelen diyor ve kapıyı çekip aşağı iniyorum. Çıkmadan içeri de bakıyorum zaten arabanın anahtarı orada değil, iyi artık eminim ki onu kastetmemiş. Yanıldığımı ikisinin beni giriş kapısında beklediğini görünce anlıyorum. Arabanınkini söylemiş! Offf şimdi tekrar yukarı çık, çizmeleri çıkar, bir sürü iş. Bu mu iş? Anahtarın yerinde olmadığını, değil yerinde evin hiçbir yerinde olmadığını görünce başladı asıl iş. Bahadır ve Eda tekrar yukarı çıktı. Her yer arandı, yerlere ve koltuk aralarına bakıldı, çekmeceler boşaltıldı, mantoların ve bir gün önce giyilen pantalonların cepleri karıştırıldı, çantam 3 kez tüm ayrıntısıyla kontrol edildi. YOK.

Ne yaptığını hatırla diyorum kendime sürekli ama olmuyor. Ne kapıyı kilitlediğimi hatırlıyorum ne de her zaman yaptığım gibi kilit sesini duyduktan sonra kapıyı kontrol ettiğimi. Hatırlamıyorum; çünkü o akşam arabadan inerken bir kargaşa yaşandı. Eda arabada çalan şarkıyı bir daha dinlemek istedi, tekrar açtım, bitince arabadan inmemek için ağladı. Ben de dikkatini dağıtmak için evin önünde bekleyen kediyi söyledim. Derken kedi ortadan yok oldu, Eda kedi diye tutturdu falan. Kafada bir sürü şey, rutin işler kimin aklına geliyor!

Sabah bulamadık anahtarı ve bir arkadaşımızla Eda’yı bırakıp işe geldik gecikmeli de olsa. Arabayı açmanın yolunu bulma işi bana verildi. Servisi aradım. Detayla sıkmak istemem bir şekilde yeni anahtar bastırdım ama bu hiç de kolay olmadı. Saatlerce uğraştım. Koşturmacasının yanında baya da maliyetli bir şeymiş meğer yeni anahtar yaptırmak. Tek şansım ruhsatın çantamda olmasıydı. O da olmasa şase numarası yok, anahtar kodu yok, nasıl yapılırdı bilmiyorum. Anahtarın basılmasıyla da çözülmedi sorunum. Çünkü sadece kapıları açıp kapatıyor, marşa basamıyorsun. Bayiye gidip sistemlerine anahtarın tanıtılması lazımmış. Haydaaa! Bunu da ben yapayım artık dedi sağolsun kocacım. Ordan da eve geçerim, tekrar ararım ve arabanın içine bakarım orada mı düşmüş diye dedi. Bayide bir hayal kırıklığı daha..Araba olmadan sisteme yeni anahtarı tanıtamıyorlarmış. E be kardeşim nasıl getireyim sana arabamı! Bahadır eve doğru koyuldu boynu bükük. Ama Hatice’nin şaşkınlığı biter mi? Evin iki anahtarı da bende, Bahadır’a vermeyi unutmuşum. Beni iş çıkışına kadar bir yerlerde beklemek zorunda kaldı.

Artık böyle bir günde kendime hiç güvenemiyorum ve aylar aylar sonra iş servisine bineceğim, kaç numara olduğundan da emin değilim. Birkaç ay öncesine kadar bu servisi kullanan bir arkadaşa sorayım diyorum numarasını. Söylüyor da sağolsun. Saat gelince biniyorum servise, oturup bekliyorum ama hiç tanıdık yüzler binmiyor. Sonra yan servise bakıyorum ve bir arkadaşı görüp arıyorum; Eftal’i :) Arıyorum hemen, başka bir yere mi gideceksin bu akşam diyorum ve yoo eve gidiyorum cevabıyla bir telaş yan servise atlıyorum.

Bahadır’ı oturduğu cafeden alıp eve geçiyoruz. Tüm ev, çekmeceler, kutular, raflar didik didik ediliyor anahtar avcıları tarafından. Bulamıyoruz. Eda’yı almaya da gidemeyeceğimiz için annemleri arıyorum. Bize gelmek üzere yola çıkıyorlar. Umudumuz kalmıyor ve yol yardımı arıyoruz gelip anahtarı sistemlerine tanımlamaları için. Bir yandan ben etrafa bakmaya devam ediyorum. Yedek anahtarı bir bardak içine koymuş olabilir miyiz düşüncesi geliyor aklıma. Ne alakaysa bardak içi...

Televizyon ünitesinin alt dolabını açıyorum bardaklara bakmak için. Ve karşımda onu görünce delirmiş gibi zıplamaya ve çığlık atmaya başlıyorum. Bahadırla birbirimize sarılıyoruz. Coşkuyla kutluyoruz anahtarın bulunuşunu. Anahtarın yanındaki emzik oraya nasıl girdiğini açıkça ele veriyor. Zil çalıyor, karşımda Eda. “Bunu bir yerden hatırlıyor musun” diye anahtarı gösteriyorum ve “hı hıııı” diyerek gülüyor karşımda. Aklımızın ucundan bile geçmedi Eda’nın sakladığı. Öyle bir huyu yoktur çünkü. Buna rağmen sabah sormuştuk, anahtarı gördün mü diye. Eşşek...Söylemedi.

Mutlu sonla bitti ya önemli olan o. Bu olaydan birkaç ders çıkardım.

1. Araba anahtarını kaybetmek dünyanın en zor kayıp eşya vakalarından. Ev anahtarı çilingirle çözülüyor, nüfus cüzdanı da çok büyük dert değil. Amaa araba anahtarınızı sakın ola kaybetmeyin. Hele ki yedeği ile birlikte...
2. Ev anahtarı ile birlikte aynı anahtarlığa takmak çok mantıklı. Düşmesi durumunda ses çıkaracağı için bir yerlerde düşerse farkedilebilecek.
3. Arabaların bir kısmı, yani ayarları o şekilde yapıldı ise, belli bir süre sonra kendini kilitliyor. Örneğin benzin alırken anahtarı içeride bırakıp çıkarsanız, içeride de kimse yoksa yandınız. Bizim olaydan sonra böyle hikayeler duydum birkaç tane.
4. Ummadığınız taş baş yarar. Eda’nın saklamış olabileceğiniz söylemişti birkaç kişi ama hiç itibar etmedim. Eda’nın öyle bir vukuatı yoktu. Zaten hep ikimiz birlikteydik, ne ara saklayacaktı.
5. Sağlık olduktan sonra bu hayatta çözülemeyecek şey yok. Ne kadar zorluk çıkarırsa çıkarsın.

HB

28 Kasım 2012 Çarşamba

Dilinizi Eşek Arısı Isırsın

İnsan hep kendinde olmayanı istermiş ya bazıları istemekle kalmıyor; sahip olamadığı ve başkasında bulunan şeylere saldırma yoluna gidiyor. Şimdi bu davranışlar bana komik gelse de çocuk aklımla bazıları bilinçaltıma yerleşmiş olmalı. Hala etkilerini görüyorum. Muhtemelen benim gibi hissedenler vardır. Şimdi bir kısmını çocuğuma da söylüyorlar. Ben ciddiye almıyorum, kızımın da öyle yapması için gayret ediyorum.

Ne kadar beyazsın!

Bronzlaşmak için güneş altına serilmek nasıl bir mantıkla açıklanabilir ki? Ben yapıyorum ama. Daha doğrusu eskiden çoluk çocuk yokken öyleydim. Bazıları güneşe hiç dayanamaz, hep gölgede oturur. Ben tam tersi güneş altında olayım da rengim değişsin biraz isterim. Beyaz ten modası bile düşüncemi değiştiremedi. Bronz da bronz. Beyaz tenli olmanın nesi var sanki! Hayır bronzlaşıyorsun da ne oluyor, birkaç hafta sonra o pigmentleri süpürgeyle çekiyorlar sanki ve eski rengine dönüyorsun.

Şimdi Eda’ya da ne kadar beyaz diyorlar. Ben de ne güzel kızım pamuk gibi bembeyaz diye cevap veriyorum. Esmer olsaydı da muhtemelen kara kız derlerdi. Bir de şimdi kendilerine bir şans doğdu. Mazallah kahve falan içmek isterse “aman içme bak kararırsın” diyebilirler. Kafam karıştı, beyaz olmak mı güzel kara olmak mı?

Çok zayıfsın

Çocuğun kilolu olanı makbul ama sadece çocuğun. Büyüdükçe o kilolara gösterilen tepki “maşallah” tan “dikkat et/amma kilo almışsın” a dönüşüyor. Bebekken o kadar kiloymuşum ki ağırlığımdan emekleyemeyip o safhayı atlamış ve direkt yürümeye başlamışım. Sonra kreşe başlamamla beslenmem tamamen değişmiş. Yememeye başlamışım. Kreşte verilen yemekleri masanın altına attığım söylenir. Öyle öyle acaip zayıflamışım. Bir dönemim iştah şuruplarıyla, arı sütleriyle geçmiştir. Zayıf olmayı o sıralar kafaya takıyordum tabi. Herkes anormal bir şey gibi bahsedince ne yapabilirdim ki?

Şimdi kızım da kilolu bir çocuk değil. Çok şükür bebekliğine göre daha iyi kilosu ama hala zayıf diyenler oluyor. Mesela kilotlu çorap alırken geçen gün “2 yaş alın siz, zayıf zaten” dedi satıcı kız. Varsın öyle olsun. Ergenlik çağında kilolu olup bunu kafasına takacağına sağlıklı ama zayıf olsun daha iyi.

Sen güzelsin, o çirkin

Lütfen başkasını kızdırmak için kimse kızımı kullanmasın. Minicik bir çocuk sen çirkinsin diyerek kızdırılmaz o ayrı ama bir de bunu kıyas yoluyla yapmak çok çok ayıp. Annemin komşusu; Eda ile oynayan torununu için Eda güzel, xx çirkin demiş de annem bunu anlatınca sinir oldum kendisine. Kendi torununa ettiği kötülüğün farkında olmayışı ne fena. Kimse kimseyle karşılaştırılmaz. Herkesin kendine göre güzelliği vardır ve başkasınınkiyle yan yana getirilemeyecek kadar farklıdır. Kardeşler arasında çok yapılır bu yanlış. “Sen kardeşine göre kısa kalmışsın” gibi...

Ağızlar torba değil, büzemiyorsun ama böylelerine biraz da ağzının payını vermek gerek.

HB

27 Kasım 2012 Salı

Köy Kaplıcası

Kış geldi diye evlere kapanmanın manası yok diye düşünerek 2 günlük bir kış turizmi yapalım dedik. Kış turizmi dediysek öyle kayak yapmaya falan gitmedik canım. Yaşlandığımızı ele verecek galiba ama Bigadiç’teki kaplıcalardaydık. Aslında her yerim ağrıyor, bir kaplıcaya gideyim de sıcak sıcak iyi gelsin kemiklerime durumu yok. Kaplıca fikri tamamen bizimle alakasız hatta. Annemler 8 yıl boyunca Bigadiç’te yaşamış. Hatta Bahadır’ın doğum yeri de orası. Babamın çalıştığı Maden İşletmesinde o dönem çalışanlar, düzenli olarak her yıl biraraya geliyor. Bigadiç’e bağlı Hisarköy Köyünde termal tesislerde hep birlikte yemek yeniyor. Uzaktan gelenler de bu tesiste konaklayarak şifalı sudan faydalanmış oluyor.

Biz Cumartesi öğlen oradaydık ve Eda babaanneleriyle özlem giderirken kendimizi sıcak suyun içine bırakıverdik. Sıcağı bu kadar seven biri olmama rağmen o suyun içinde 5 dakikadan fazla duramıyorum. Başım dönmeye başlıyor bir süre sonra. Yine de vücuda iyi geliyor. Hele bu sefadan sonra birkaç saat uyuma imkanın varsa işte o zaman bebek gibi uyanıyorsun(dur muhtemelen). Bizde bir bebek olduğundan ben bu kısmını yapamıyorum elbet.

Akşam yemeği için odamızdan çıktığımızda o gece için özenen, hazırlık yapmış bayanlar ile takım elbisesini üzerine geçirmiş beyler gelmeye başlamıştı yemek alalına. Bizim gibi anne-babasının teklifiyle geceye katılan gençler de vardı. Müziğin başlamasıyla Eda kendini piste attı ve uykusu geldiği için keyifsizleşmeye başlayana kadar da inmedi. Harman dalında herkesle birlikte döndü durdu. Halay çekilirken eline mendil alıp zıplamaya başladı. Muhtemelen bundan sonra bir düğüne gidersek aklına o gece gelecek.

Bu kadar yorgunluktan sonra güzel bir uyku çeker diye umutlanan ben gece defalarca kez uyanıp sabah 7’de artık yataktan kaldırılınca hayal kırıklığına uğradım. Sabahın köründe Eda’yı küvete sokarak erken yaşında kaplıcayla tanıştırmış oldum kendisini. Zaten anneannesinden duyduğu “belim ağrıyor, zor kalkıyorum yerimden” gibi cümleler geçen gün Eda’nın ağzından dökülünce kaplıca çok da garip olmadı onun için de :)

Odamızdan bakış




Temiz hava, biraz değişiklik ve annemleri görmek hepimize iyi geldi.

HB

22 Kasım 2012 Perşembe

Tek ojeli kız



Akşam demiştim ya; ev halkı uyumuşken biraz kitap okuyayım hem de ojelerim kurusun bu sırada diye. Bunun üzerine sabah Eda hanımlar yatağından süt emredince aramızda şöyle bir diyalog yaşandı.

E:Anneeeee süt (devamında klasik haline gelmiş sözleri: ama biberondan, ama çok, ama ballı)
H:Tamam kızım getiriyorum hemen. (Koşa koşa mutfağa gidilir, süt ısıtılır, talimata uygun bir şekilde içine bal ilave edilir)

Biberon eline uzatılmışken;
E:Aaa mavi oje sürmüşsün.

İç sesim:Yuh kızım ya sabahın köründe nasıl farkettin!

H:Evet kızım, beğendin mi?
E:Çok beğendim, bana da sürsene (tam beklediğim gibi)

Sabah makyaj yaparken yanımda oluyor çoğu zaman uyanmış olduğu için. Ona da sürmemi istiyor tabi açıklıyorum 1 saat çocukların makyaj yapmadığını. En sonunda bu açıklamalar baygınlık getirdi kızda, yenik düştüm ve bu hevesini bebekleriyle gidermesi için oyuncak makyaj malzemeleri aldım. Çelişkiye bak! Çocuklar makyaj yapmaz ama oyuncak da olsa bebekleri süsle süsleyebildiğin kadar. Aldım da pek oynadığı yok zaten. Alınan her oyuncak gibi onun da yüzüne bakmaz oldu.

Eda ile kuaföre gittiğim bir gün beni beklemekten sıkılmış halde etraf kurcalamaya çalışırken kuaförde makyajdan sorumlu hatun Eda’yı yanına çağırıp oje sürmeyi teklif etmiş. Yabancılardan şeker almadığımız gibi her söylediklerine de tamam demiyoruz öyle değil mi? En azından bunu öğretebilmiş olmanın gururunu yaşattı bana o gün kızım.Geldi, abla böyle böyle diyor diye bana söyledi. Ben de yine aynı sıkıcılıkla çocukların oje sürmeyeceğini söyledim. Benim ojeyle çok derdim yok da Eda parmağını emdiği için oje yasak kendisine. Baktım hevesli hevesli bakıyor o gün, tamam tek tırnağına sürebilir dedim. Muhtemelen kız renk seçtirdi bizimkine, mavi ojesiyle geldi yanıma salınarak.

Sabah da benim mavi ojeleri görünce uyku muyku kalmadı gözünde. Çıkmak üzere olan ojesini yeniledik. Yine tek tırnak ojeyle kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Demek ki neymiş, oje sürmesini istemiyorsan sen de sürmeyeceksin. Tıpkı yanında abur cubur yememek gibi bir şey bu da. İkisinden de zor vazgeçerimya hadi bakalım.

HB

19 Kasım 2012 Pazartesi

Ses var ses var

Farklı sesleri severim. Duyduğunda kimdi bu, kimdi bu diye düşünmeyeceksin. Anında sesinden belli olacak şarkıyı söyleyenin kim olduğu. Mesela Cranberries’ten Dolores O’Riordan, Muse’dan Matthew Bellamy, Placebo’dan Brian Molko, Scorpions’dan Klaus Meine , Anathema’dan Vincent Cavanagh, REM’den Michael Stipe...çok var. Hepsini de çok severek dinlerim. Yaptıkları müzikler de şahane ama başkaları aynılarını söylese aynı etkiyi yaratır mı bilmiyorum. Anathema söylesin tüm gün ağla, R.E.M. Shiny Happy People dinle neşen yerine gelsin, Dolores ile birlikte Zombie diye var gücünle bağır, Matthew Far away diye şarkıya giriş yaparken sen de ellerinle tempo tut, Scorpions if we’d go again all the way from the start diye içini parçalasın, durduk yere aşk şarkısı söylemeye başla, Brian Molko kadife sesiyle seni senden alsın Protect me from what i want derken.

Sadece yabancılar değil elbet. Bizim Barış Mançomuz örneğin; her bir bestesi, sözü harikadır ama ya sesi? Asıl o benzersizdi. Şarkılarını kimden dinlesem aynı tadı alamıyorum. Ah yaşıyor olsaydı da konserine gidebilseydik. Keza Cem Karaca öyle. Sanatçıların ölümünden sonra illa şarkıları başkaları tarafından karışık okunup albüm yapılır kendisini anmak için. O hallerini hiç dinleyesim gelmez. Erkin Koray, Sezen Aksu, Şebnem Ferah, her ne kadar müziği bıraksa da Teoman, Sertab Erener, Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları...Bizdeki güçlü ve farklı sesler de hiç az değil. Bir İlhan İrem vardı, unutmak mümkün değil. Çok alakasız bir şarkıyı Rafet El Roman’ın sesinden dinleseniz radyoda tanımaz mısınız söyleyenin kim olduğunu?

Bu yazı da aklıma aslında benzer bir şeyden geldi. Bu ara hit’lerden habersiz kalmayalım diye Türkçe eserler dinliyoruz arabada. Arabada müzik dinlemenin tek yolu radyo zaten. Artık dinlenmekten kendisi de bıkmış Manga, Duman, Coldplay ve Depeche Mode albümlerinden başka bir arşivimiz olmadığını utanarak açıklıyorum burada. İşte yine bu sebeplerle cd çaları kendi halinde bırakıp açtık radyomuzu. Pop müzikte biraz eksiğiz. Murat Boz, Murat Dalkılıç ve benzerlerinin ayrımını pek yapamıyoruz. Amaaaa eğer çıkan şarkıcı Fettah Can ise tamam, anında tanıyoruz. Hiçbir şarkısını bilmediğimiz halde böyle böyle bütün albümüne hakim olabiliriz yakında. Aa bir de Hakim Bey’i söyleyen Mehmet Erdem var. Bahadır ona çok kıl gerçi, sevmedi bir türlü. Türkçe müzik dinleyebileceğimiz güzel bir radyonun yokluğundan da muzdaribiz laf aramızda. Şöyle bir playlist yapsam, ya da sanatçıların listesini versem de oralardan çalsa. Bunun kolay yolu beğendiğim şarkılardan cd oluşturmak mı? Yok valla benim için bu en zor yol. Boş CD alıp mp3 seçmek, sonra da onları audio formatına dönüştürmek şu an bana dünyanın en zor işi geliyor. Eskiden olsa iş bile demezdim buna. Konuyu çok dağıttığımın farkındayım. Birazcık daha dağıtıp çekiliyorum.Müzikle ilgili bir yazı yazmışken tüm içimdekileri döküp öyle bitireceğim, hiç itiraz istemem.

Bazı şarkıların cover halleri orijinallerinden çok daha güzel oluyor. İnanmıyorsanız bakın, bununla ilgili ekşisözlükte 130’dan fazla sayfa entry girilmiş. Benim de aklıma gelen birkaç parça var öyle ama şu aralar bunu tekrar gözüme sokan bir şarkı, daha doğrusu bir grup oldu. Lykke Li’nin I Follow Rivers şarkısını yorumlayan TriggerFinger. Dream Tv’de rastladım ve bu cover sayesinde tanıştım Belçikalı grupla. Orijinali de çok güzel şarkının ama bu versiyonuna bayıldım ben. Bardağa vurarak çıkardıkları mithiş tını, ıslık sesi.. çok hoş çok. Suyunu çıkarana kadar dinleyeceğim bu şarkıyı sizlerle de paylaşmak istedim.



 

Müzik dolu bir hafta olsun...

HB

16 Kasım 2012 Cuma

İz Bırakanlar Unutulmaz

Yara izlerini fotoğraf albümüne benzetirim. Her biri, o izin oluştuğu “an”ı gözlerimizin önüne getirir. Afacanlıklarımıza, sakarlıklarımıza dair anılardır yara izleri. Ben kız çocuğu olarak çok yaramaz ve hareketli değilmişim. O yüzden bebeklikle ilgili bu tür anılarım az. Sadece dudağımın alt kısmında ince bir çizgi vardır. Sanki dudak kalemi kullanmaya karar vermişsin de azıcık bir yeri yapıp bırakmışsın gibi. 2-3 yaşlarındayken ayağım takılmış ve sobanın üstüne oturtulduğu tenekeye dalmışım. Teneke dudağımı kesmiş sadece. Soba sıcak olabilir ve suratım da yanabilirdi. Allah korumuş. Zaten eskiden, her evde kışın soba yakılırken çocukları o bölgeden uzak tutmak zor oluyordur kesin. Muhtemelen eli bir kere ufacık değdirilip sıcak olduğu ve yaklaşırsa canının yanacağı anlatılıyordur. Ya da ufak tefek kazalarla çocuk kendi öğreniyordur.

Bir keresinde de, daha yürümeye yeni başladığımda sanırım, yatağın tepesindeyken kapıdan gelen birine koşarken yere serilmişim. Bilanço ağır, kollarımın ikisinde de çıkıklar var. Çıkıkçı teyze yerine getirmiş kollarımı ama ne ağlama ne ağlama..Annemin yalancısıyım. Görünür bir iz yok ama benim için büyük bir olay, anlatmadan olmazdı.Çocuklukla ilgili büyük kazalarım bu kadar. Diz yaralanmaları falan oldu tabi bir sürü ama baktığımda uslu çocukmuşum yahu.



Bir tane elimde minik bir iz var. Lisedeyken odamın dolabına ayna taktırmak istedim. Tam ayna karşısı süslenme dönemleri, şöyle boydan bakacağım illa kendime giyindikten sonra. O aynanın köşesiyle elimi sıyıracağımı nerden bilebilirdim ki? Hain ayna. Ama en fenası parmağımdaki 1 cm lik kesik izi. Üniversite son sınıfta sucuk keserken parmağı da aldım götürdüm. Tam da final zamanıydı. Ders çalışmam lazım ve doktora gidecek bile zamanım yok. Evde alkol,sargı bezi gibi şeylerle idare edip ertesi gün ezceneye uğradığımda eczacı dikiş gerektiğini ama 1 gün geçtiği için artık yapılamayacağını söylemişti. Neyse ki sol elimdeydi de yazı yazmamı engellemedi.

Bahadır’ın oğlan çocuğu olarak “iz anıları” daha farklı. Avucunda kocaman bir kesik izi var. Hikayesi de şöyle...Sokaktaki hayrattan her gün cam şişelere su doldurur etraftaki ağaçları, çiçekleri sularlarmış. Bildiğiniz mahalle çetelerinden değil yani kocamınki. Kendilerini hayır işlerine adamışlar. Bu uğurda ne tehlikeler atlatmışlar bakın. Cam şişeye su doldurmuş yürürken yere düşüyor ve cam kırılıp elini kesiyor. İyiliksever kocam benim. Bir defasında parkta, salıncakta ayağa kalmış vaziyette sallanırken yine yere düşüyor ve toprağı öpmüşken bir de kafasına arkadan salıncak vuruyor. Kafasındaki izlerden biri böyle oluşmuş.



Çocukken çok oluyor böyle vukuatlar. Çocuk dediğin korku bilmiyor çünkü, gözü kara. Benim şimdi bir kız çocuğum var ama bu işlerde erkeklerden farksız. Hep koltuk tepelerinde, kaydıraktan nasıl farklı kayarım arayışlarında, scooterla nasıl daha hızlı giderim derdinde. Onun da böyle izleri olacak muhakkak. Ufak tefek olsun, kızımın canını çok yakmasın, sadece büyüdüğünde gülerek anlatacağı anılar olsun onlar.

HB

15 Kasım 2012 Perşembe

Bireysel Emekli Olmaktan Vazgeçmişlere Duyuru


Bireysel Emeklilik Sistemine kayıt olmuştum işe ilk başladığımda. Zaten sigortacılar öyle bir anlatıyor ki bu işi vay canına birikim için daha iyi bir fırsat olamaz diyorsunuz. İyi laf yapıyor ağızları. Para maaşımdan kesileceği için her ay takip etmek zorunda da kalmayacaktım. Çok para yatırmayacağım için bütçeme hissettirmeden para biriktirme rüyalarıyla attım adımımı o şahane sistemlerine. Birkaç sene boyunca kesildi param bu şekilde ama sonra baktım pek bir şey kazandırmıyor. O parayı her ay kendim de bankaya yatırabilirim istersem. Çıkmak için 10 senemin dolmasını beklemeliydim ki daha az kesintiyle bu işten kurtulayım ve yatırdığım paranın daha büyük bir kısmını geri alabileyim. O kadar bekleyesim gelmedi ve iptal ettim poliçemi. Bir sürü stopajla birlikte paramdan geri kalanı aldım. Hatta anısı var, iphone’umu bu parayla almıştım.

Benim poliçe iptalimden 1 yıl sonra falan bir kararname çıktı. Buna göre artık BES sisteminde anapara üzerinden stopaj uygulanmayacak ve asıl beni ilgilendireni; Bireysel Emeklilikten çıkarak alınan tutarın anaparaya denk gelen kısmı sigorta şirketinin bağlı bulunduğu Vergi Dairesi tarafından iade edilecekti. Detaylar Allianz’ın web sitesinde şu şekilde açıklanmış:

Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde yapılan değişikliklere istinaden, 29/08/2012 tarihinden önce Bireysel Emeklilik sistemi ve Hayat Sigortalarından çıkarak ödeme aldığınız tutarların ana paraya isabet eden kısmı, ilgili Vergi Daireleri tarafından iade edilecektir. Ancak, bu iade işlemleri sırasında Vergi Usul Kanununda geçerli olan zamanaşımı süreleri dikkate alınacak ve beş yıl geçmişe yönelik olarak kesilen vergiler iade edilebilecektir.
Yapılacak ödemelere ilişkin aşağıdaki hususlara dikkat edilmesini önemle rica ederiz.
1)      Uygulama, 07.10.2001 tarihinden sonra akdedilen poliçelerle ilgili olarak 01.12.2006 ile 29.08.2012 tarihleri arasında yapılan stopajları kapsamaktadır.
2)      İadenin yapılabilmesi için hak sahiplerince ödemenin yatırıldığı vergi dairesine bir dilekçe ve ekinde sigorta/emeklilik şirketinden alacağı belge ile birlikte müracaat edilmesi gerekmektedir.
3)      Kanun uygulama için 1 yıllık süreyi öngörmüş olduğundan müracaatların 29.08.2013 tarihinden önce yapılması gerekmektedir
4)      Kesinti uygulaması nedeniyle dava açılmaması veya açılmış davalardan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Diğer sigorta şirketlerini bilmiyorum ama Allianz güzel bir kolaylık sağlamış. Sitede verdiği linke tıklayıp gerekli bilgileri girince onların oluşturduğu bir dilekçe formatı gönderiliyor. Dilekçede kesilen stopaj tutarı ve kesilmesi gereken stopaj tutarı yazıyor. Yani ne kadar ödeme almanız gerektiğini görüyorsunuz. Bu dilekçenin çıktısını alıp imzaladıktan sonra Vergi Dairesine gönderiyorsunuz ve ardından paranın hesabınıza yatmasını bekliyorsunuz.

Yukarıdaki maddeler kapsamında olan varsa süreyi geçirmeden başvurabilir. Bu karardan haberi olmayan kimbilir kaç kişinin parası içeride kalacak. Ben de şirketten bir arkadaşım sayesinde öğrendim ve tabii okuyucu ile paylaşmadan duramadım :)

HB

13 Kasım 2012 Salı

İlaç Niyetine Mesir Macunu

Eda’da dün sabahtan beri balgamlı öksürük var. Ara ara hapşuruyor da. Çok şükür ateş ve ağrısı olmadığı için ilaç vermedik. Doğal yöntemlerle hastalığı savmayı başarabiliriz umarım. Serum fizyolojikle burnunu açık tutmaya çalışıyoruz. Bir de bizim çocukluğumuzda yediğimiz çikolata tüplerinin şeklinde mesir macunu gördüm markette gezerken. Fayda bulur diyerek, hem de tüpten yemek ilgisini çeker belki diye aldım. Az bir şey de olsa tadına baktı. Kıvamı da güzel, yapış yapış değil. Daha akışkan. Çaylarına da ilave edebiliriz. Zira epeyce yararlı bir şey.



“Mesir mâcunu, 41 çeşit şifâlı nebât ve baharat karışımından yapılır. Bunların isimleri ve özellikleri şöyledir:

Anason: İştah açıcı ve karminatif olarak kullanılır.

Çivit: Halk arasında kabakulak ve pnömorinde kullanılır. Çöpçün: Hemoroit ve egzamada kullanılır.

Çörekotu: Gaz söktürücü.

Dar-ı fülfül: Öksürük kesici ve bedeni ısıtıcı olarak kullanılır.

Hardal tohumu: İştah açıcı ve mîdeyi yatıştırıcı olarak kullanılır.

Havlıcan: Öksürük kesici ve ağız kokusunu gidericidir.

Hıyarşenbe: Müshil olarak kullanılmaktadır.

Hindistancevizi ve beşbase: Kaynatılmış suyu mîde ağrılarına iyi gelir.

Hindistançiçeği: Hazım kolaylaştırıcıdır.

Kakule: Lezzet verici, iştah açıcı.

Kalbarda: Mîde ağrılarına iyi gelir.

Karabiber: Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılmaktadır.

Karanfil: Ağız kokusunu giderici, diş çürüklerinde ve diş ağrılarında kullanılır.

Kebabiye: İdrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır.

Kimyon: İştah açıcı, gaz söktürücü ve terletici olarak kullanılır.

Kırım tartar: Kaşıntılı deri hastalıklarında kullanılır.

Kişniş: Gaz söktürücü ve iştah açıcıdır.

Limon tuzu: Mâcunun fazla tatlı etkisini hafifletmek için kullanılır.

Ma-i leziz: Kalıcı tatlılık sağlar.

Meyan balı: Öksürük kesici, idrar arttırıcı olarak kullanılır.

Portakal kabuğu: Mîdeyi uyarıcı, koku verici olarak kullanılır.

Revan kökü: Laksatif ve hemoroit tedâvisinde kullanılır.

Safran: Çarpıntı giderici ve ferahlık verici.

Sakız: Mîdeyi rahatlatıcı ve nefes darlığında öksürük gidericidir.

Sarı halile: İştah kesici olarak kullanılır.

Sinameki: Müshil olarak kullanılır.

Şamlı ve şaşlı: Kadın hastalıklarına iyi gelir.

Şeker: Mâcunun kıvamını veren ve tatlandıran ana maddedir.

Resene: Mîde rahatlatıcı ve gaz söktürücü.

Tarçın: Kabızlığı ve karın ağrılarını giderir.

Tarçın çiçeği: Koku özelliği için kullanılır.

Teke mersini: Mâcun terkibinin daha değişik kokması için kullanılır.

Tiryak: İlk çağlardan beri her derde devâ olarak kullanılan muhtelif maddelerden meydana gelmiş bir terkiptir.

Ud-ül-kahar: Diş ağrısı ve diş nezlesine karşı kullanılır.

Vanilya: Uyarıcı, olarak bilinir.

Yeni bahar: Kuvvet verici olarak mâcunlara konulur.

Zencefil: Nefes darlığı, soğuk algınlığı ve astıma karşı kullanılır.

Zerde çöp: Kuvvet verici ve mîdeyi koruyucudur.

Zulumba: Mîde rahatsızlıklarında ve hemoroitte kullanılır.”




Dar-ı fülfül, havlıcan, karabiber, meyan balı şu ara tam da ihtiyacımız olan şey. Umarım ilaca gerek kalmadan atlatırız bu süreci.

HB

Şimdiden Yetişiyor

Edamın ayakkabı tutkusu devam ediyor. Cumartesi KidsStudio’daki ders sonrası biraz turlayalım Koruparkta dedim. İlk önce oyuncakçıya girmek zorunda kaldık, hanımefendinin gönlünü yaptıktan sonra Zara’ya uğradık. Zara’da ayakkabılar en alt sıradadır ya genelde; Eda her modelden bir tane alıp bana gösterdikten sonra yerlerini değiştirdi bir güzel. Bizi oradan kovmalarından korkarak hemen çıktık. Buradan ders çıkarmayan şaşkın anne sonra bir de Divarese’e soktu kızını. Dükkandaki en yüksek topulu ayakkabıyı eline geçiren kız da çizmeleriyle birlikte bu ayakkabıyı denemeye kalkınca bu kez anne akıllandı ve pes ederek evin yolunu tuttu. Haa ama öncesinde bir şey daha oldu. Arabayı dışarı bırakmıştık ve sabahtan yağmur olmadığı için şemsiyeyi de yanımıza almamıştık. Çıkacakken baktık ki baya baya yağmur yağıyor. Bari bir tane şemsiye alalım da ıslanmayalım dedik. Puantiyeli, pembe bir şemsiye beğenmiştik ki arkadan bize seslenen bir arkadaşı görmemizle çıkmaktan vazgeçip onlarla kahve içmeye karar verdik. Fırsat bulmuşken arabaya gidip şemsiyeyi de alayım bari dedim. Şimdi ekstra masrafa ne gerek var diye düşünerek... Eda’yı onların yanına bırakıp arabaya koştum, görevimi tamamladım. Koruparktan çıktığımızda hala yağıyordu yağmur. Şemsiyeyi açmamla Eda yağmurları bile korkutup durdurabilecek kadar çok bağırdı. Neymiş efendim yeni şemsiyeyi açacakmışım. Ah kuzum almadık ki biz onu deyince daha da arttı bağırışlar.

Diyeceğim o ki anne-kız Korupark gezmeleri için daha erken. Az daha büyüsün inşallah birlikte gider gönlümüzce gezeriz. Ayakkabıları seveceği kesin. Bayramda akraba gezmesi yaparken benden önce çıkmışsa kapı önünde duran ayakkabılarımı ele geçirip beni kapı eşiğinde ayakkabımın peşine düşürdü baya bir.

Evdeki ayakkabı dolabını düzene sokmam lazımdı bir süredir ama bu şartlar altında Eda ile bunu yapmam demek evin her köşesinde altı pis ayakkabılarla gezileceği anlamına geliyordu. O da bir şey değil de yüksek topuklu ayakkabılarla yürürken düşecek diye korkuyorum. Yüksek topuklular da sadece dolabımı işgal ediyor bu arada, bir işe yaradıkları yok ama yine düzenleme sırasında vermeye kıyamadım ve koydum bir kenara. Düzenlemeyi de Eda annemde kaldığında hallettim. Boş kutuları temizledim, yeni ayakkabılara yer açtım :) Bir rahatladım ki sormayın. Hem düzen seviyorum hem de dağınıklığımdan vazgeçemiyorum.
Edam dün arabadayken “anne sana hediye alıcam ben, gömlek alıcam sana” dedi. Yavrumun nerden aklına geldiyse..İçinden geçmiş olmalı. Seviyoruz biz hediyeleşmeyi, alışverişi analı kızlı.

HB

12 Kasım 2012 Pazartesi

Oynatmaya Az Kaldı Doktorum Nerde

Bir güzel kız yüzünden çıldıracağım. Fatih Erkoç bu şarkıyı kime yazdı bilmiyorum ama bu sözler beni daha doğrusu zavallı kocamla ikimizi anlatıyor şu günlerde. Aklımızı oynattıran kız da tahmin edeceğiniz üzere Eda’dan başkası değil. 2 aydır uyku uyutmuyor bize geceleri. 2 ay öncesinde ne kadar şanslıymışım meğer. Gece 3-4 kez kalkıyor diye sızlanırdım bir de, kendimi bilmezlik işte. Yaş büyüdükçe dört üçe, üç ikiye inse razıyım derken tam tersi oldu. Sayı azalacağı yerde artıyor.

Gece gezmediğimiz oda kalmıyor. Oraya gidelim babaaa çığlıklarıyla Bahadır “oraya” nın neresi olduğunu anlamaya çalışıp açıklama gelmeyince kucağında kızı ve elinde battaniye salondaki koltuğa atıyor kendini. Çok geçmeden yine ağlama krizi ve yine oda değişimi.

E:Eda, H:Hatice, B:Bahadır


Gece oda oda dolaşmamızı böyle özetledim. Karmaşık oldu biraz ama gecelerimiz aynen böyle karışık, dolaşık ve uzun. Ok işaretleriyle gösterdiğim sürelerde durmadan ağlıyor. Ağrısı olduğu için değil, karnı aç olduğundan değil. En sinir bozucusu da bu zaten. Sebepsiz ağlıyor. Ne kucağa alıp sakinleştirmek mümkün, ne laf anlatmak. O anda sadece ağlayacak. Bu sefer bizim sinirler geriliyor, bünye çöküyor. Kulaklarım haftalardır çın çın, her saniye çınlıyor.

Her sabah sakin sakin anlatıyoruz böyle yapmaması gerektiğini. Kendisi de kabul ediyor. Bir daha yaramazlık yapmıcam söz! Fazla mı üstüne gittik acaba, bu konuyu çok konuşmayalım bakalım dedik. Bu yöntem de fayda etmedi. Anladığım kadarıyla alışkanlığa dönüştü bu. Gece belki de rüya görüp korkuyor diye yanımda yatırmak istediğimde “yatağımda yatmak istiyorum” diye inat ediyor.

Bu akşam anneannede kalacak. Aksi halde Bahadırla bizden hayır gelmeyecek. Şaşkın şaşkın dolanıyoruz ortalıkta. İşin tuhafı annemde kaldığında yapmıyor bunu. İkisi birlikte uyuyorlar, o yüzden olabilir. Bize yaptığı her zamanki gibi naz mı diyeyim şımarıklık mı eşşeklik mi bilmiyorum.
Düzelecek inşallah. Düzelsin lütfen.
HB

8 Kasım 2012 Perşembe

Uyku Eşofmanı

Gece üzerini örten çocuk var mı merak ediyorum. Üşüme duygusu nedir bilmez mi bu yumurcaklar? Hadi yorgan üzerine ağır geldi diyelim incecik battaniyeye bile katlanamayışını nasıl açıklayabiliriz ki? Ben biliyorum aslında. O kadar kıpır kıpır deli yatarsa üzerinde ne battaniye kalır ne pike ne diğer örtüler. Denemelerim bana bunu gösterdi. Üzerini örttüğüm örtüyü yatağın başka yerinde görme sürem yarım saati geçmemiştir. Geçen kış da durum farklı değildi. Çözümü uyku tulumunda bulduk. Öyle ki uyku tulumu yıkandığı zamanlar bana tüm gece uyku yoktu. Geçen sene tek bir farkımız vardı aslında. Eda her gece benim yanımda uyuduğundan daha çok kontrolüm altındaydı. Şimdi çoğu zaman, en azından gece belli saate kadar yatağında yattığı için pek fazla müdahele edemiyorum. Gerçi yine saat başı uyandığı için az daha kassam 15 dakikada bir odasına gidip üstünü örtmeye programlayabilirim kendimi.

Geçen sene giydiği tulum ufak kalmış. Zaten neyi 2 sene üst üste giyebiliyorlar ki? Yazık şu bebek kıyafetlerine verdiğimiz paralara. Neyse, yenisini aldık ama çok da içime sinmedi. Çünkü bu yaş için tulum seçeneği çok az. Bulabildiğimiz de pamuklu değil polyester içerikli oldu. Sıcak tutuyor ama sağlıklı değil malumunuz. Bir de uyku tulumunun başka bir derdi belirdi bu sene. Artık bez bağlamadığımız için geceleri tuvalete kalkması gerekiyor. Tuvalete tutmazsam kazalar olabiliyor çünkü. Tulum giyince kolları da çıkartması gerekli ve uykulu uykulu uğraşmak istemiyor. Geçen gece “uyumak istiyorum” diye ağladı tuvalet sonrası ben üstünü toparlarken. Yesinler, uyumak istiyormuş. Ben de çok istiyorum ama izin vermeyen de sensin be yavrucum :)

Tulumlar keşke belden fermuarlı olsa diye düşünürken aklıma başka alternatifler aramak geldi. Termal taytın üstüne eşofman giydirince baktım yorganın altına girmiş kadar oldu. Üzerine de sweat giydirdim yine penye. Eşofmanı üzerine çekince oldu sana uyku tulumu. Gece baktım yine sıcacıktı vücudu. Tuvalet ihtiyacını da rahat rahat giderdik.




Yüzüstü yatıyorsa el illa yastığın altında olacak. Babadan almış bu huyunu. Tüm gece böyle tatlı tatlı uyusa ah!

HB

5 Kasım 2012 Pazartesi

Bulut Atlası (Cloud Atlas)

Haftasonu için film seçimi yapmam lazımdı. Skyfall, yani James Bond’un son filmi ya da Bulut Atlası. İkisi de cazipti. İlkine Javier Bardem için bile gidilebilirdi ama diğerinde de Tom Hanks vardı. Üstelik birden fazla hikayelerin anlatıldığı ve kesiştirildiği filmler her zaman ilgimi çeker. Bu bakımdan da Bulut Atlası daha gidilesi duruyordu. Tek kötü tarafı 3 saat sürüyor oluşuydu ki bu normalde sorun edilecek bir şey olmasa da çocuktan sonra fazla uzun bir süre geliyor. Sinemaya çocuğun uyku saatinde gitmeyi tercih ediyoruz anneler olarak genellikle fakat 3 saat uyuyan çocuk nerde kaybolmuş da biz bulacağız. Yine de düşündük ve 3 saat boyunca evde bu filmi izlemek bizim için daha zor. Dolayısıyla anneanne sağolsun diyerek Bulut Atlasına aldık biletimizi. Bu uzun girişten sonra artık film hakkında biraz bilgi vereyim.



Yönetmen:Andy Wachowski, Lana Wachowski, Tom Tykwer
Oyuncular: Tom Hanks, Halle Berry, Jim Broadbent, Huge Grant, Hugo Weaving, Susan Sarandon
Yapım: ABD
Süre: 164 dk.


Etrafımda duyduğum “çok karışık, filmden çıktığımda başım ağrıyordu” yorumlarıyla gittim. Gerçekten de düz giden bir film değil. 6 ayrı dönemi anlatıyor ve her dönemden karışık sahnelerle ilerliyor film. Yani 1970 ler sonundan bir kesiti izlerken bir anda 1849 yılına geçiyorsunuz, sonra da 2144 yılına. Fim arasına çıkarken bir kızın “ben şeyi anlamadım...” dediğini işittim. Neyi anladın ki? İlk yarıda oluşan soru işaretleri daha sonra yavaş yavaş çözülüyor.

Filmde geleceği kendimizin oluşturduğu mesajı var. Tüm hayatlar birbirine bağlı ve herkes birbirinin yaşamını etkiliyor. "Each crime, each kindness shapes our future” Dikkat edersek her hikayede değişen hayatlar anlatılıyor. Aslında bu değişim, geçmiş hayatlarıyla alakalı.
Vurgulanan diğer bir konu hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağı meselesi. Herkes bir şekilde iyilik barındırıyor içinde ve bunun için savaşıyor ama Hugo Weaving hiçbir yerde mi iyi olmaz yahu! Sadece bu film de değil..Kötü adam olarak kaldı artık kendisi.  

Eşitlik, özgürlük gibi unsurlar çokça vurgulanıyor. Çok detay vermek istemiyorum. Oyunculuklar ve sahneler bence muhteşemdi. Tabakların havada uçuştuğu sahne, araba camlarının su altında patladığı sahne görsel olarak etkileyiciydi. Somni’nin kazanda üretilmişlerle ilgili hakikati öğrendiği an da öyle... İki eşcinselin aşkı ilk kez bana iğreti görünmedi, hatta son karşılaşmalarında neredeyse ağlayacaktım. Önceki dönemlerde yaşanamamış bir aşkın başka bir hayatta gerçekleşmiş olacağını da en son sahnede öğrenmiş oluyoruz. Timothy’nin hikayesi aralarında tek eğlenceli olanıydı,tek güldüreniydi.


  
Bu arada Wachowski kardeşler kahin karakterini seviyor olmalılar. Matrix’ten sonra bir kahin de Bulut Atlası’nda var.

Filmde reenkarnasyon anlatıldığı için buna inanmayanların baştan daha filmden etkilenmediği eleştirileri var. Ben inanmayanlardan biriyim. Film boyunca hiçbir yerde “ne saçma şey, reenkarnasyon diye bir şey yok ki ne anlatıyor bunlar” demedim. Seyrettiğimiz her filmde gerçeklik mi arıyoruz sanki?

Bu filmi seyredin. Sonunda ya çok beğeneceksiniz ya da yerden yere vuracaksınız. Arası yok.

HB

2 Kasım 2012 Cuma

Kaçmaz ki

Bu çocukların hafızası nerden gelir böyle anlamıyorum. Hayır çok balık yiyen bir çocuk da değil Eda. Irsi de olamaz, iğrenç bir hafızamız vardır ebeveynleri olarak. Muhtemelen tek sebep çocuk oluşu.

Akşam annemden alıp eve gideceğimiz sırada illa boyalarımı da götüreceğim diye tutturdu. Sanki evde hiç boyası yok da ordan oraya boya taşıyor her gün. Almayı istediği boyalar da en ispirtolu ve ortalık batırıcı olanlardan. Arabada kendisi taşımak istedi kalemlik içindeki boyaları. Tek tek kapaklarını açtı, yere düşürdü ve ellerini daha arabadan inmeden renkten renge soktu bile. “Yarın anneanneme boyama kitabı da götüreyim” diye bir fikir geldi aklına. Tamam dedik, götürürsün tabi. Boyama kitabı taşımaktan daha kolay ne olabilirdi ki?

Eve gidince resim aktivitemiz devam etti. Tabi daha aynı gün temizlenen evimi kirlettirecek göz yoktu bende. Örtümüzü yazdıktan sonra ben de ilgili anne modunda yanında durdum hep. Boyamaya katıldım ve her seferinde olduğu gibi o sıkılmış başka işlere geçmişken ben kitaptaki sevimli hayvanları boyamaya devam ederken buldum kendimi. “Anne ben boya yapmaktan sıkıldım, baba toplasın kalemlerimi” sözüyle dünyaya geri döndüm ve başladım gülmeye. Dağıttıklarımızı toplama işini babaya layık görmüştü :) Herhalde ben de aktivitenin içindeyim diye 3. kişiye bu işi yüklemek istedi. Neyse, topladık kalemleri baba yardımı almadan. Başka şeylerle oynadık, süt, uyku, rüyalar, ağlamalar, alarm sesini yine uykusuz halde duymanın yarattığı asabiyet...derken yine anneanne yollarına düştük. Araya giren bir sürü şeyle neyi unuttuk?
Bırakın boyama kitabını, kalemleri bile almak aklımıza gelmedi. Taa ki yolun yarısında Eda “kalemlerim nerdeeee” diye sorana kadar. Evde unuttuk hayatım, hiçbirimizin aklına gelmedi. Akşama evde yaparız boyamamızı. Aaaa bak at arabası geçiyor yanından.

HB

1 Kasım 2012 Perşembe

Bindik Bir Alamete

Çok pis ve tehlikeli bir yola girdim dostlar. Aslında temizlik için girdiğim bu yol, sonunda benim için çok büyük hasarlar ortaya çıkarabilir. Bahsedeyim...

Evin temizliğinde süpürge, vileda, toz almanın ötesine geçemediğimi görünce (kabiliyetsizlikten değil yanlış anlaşılmasın, zamansızlık işte) 2 haftada bir eve yardımcı almaya karar verdim. Referans üzerine bulduğum isim başlarda bana kendini sevdirdiyse de Eda’nın ilk yaş doğumgününde bana attığı kazıktan sonra biraz soğudum doğrusu kendinden. İşinde iyi olduğu bir gerçek olsa da bazı günler bana haber vermeden 2 kişi geldiğini farkettim. Yemek sonrası yıkanan tabak ve bardaklardan anladım bunu, daha doğrusu tahmin ettim. Günahını almak da istemem ama dedim ya bir kez soğuyunca insan gerisi geliyor. Bir de geçen hafta arkadaşım evini taşıdı. Temizlik için birisi lazım deyince ben de bize gelen ablayı aradım müsait olur mu diye. Arkadaşın geçtiği ev sıfır ve dolayısıyla temizliği daha zahmetli. 2 kişi geliriz, tek başıma bitiremem dedi. Öyle olunca da fiyat değişir, birlikte geldiğim arkadaş şikayet ediyor bedavaya çalışıyorum diye de gerekçesini söyledi. Tamam dedik. Ben arkadaşıma gündelik fiyatı söyledim. Üzerine az biraz eklersin 2 kişi gelecekleri için dedim ama beni yanlış anlamış ve söylediğim fiyatı kişi başı zannederek biraz da üzerine ekleyip normal fiyatın 3 katı kadar para vermiş. Yardımcı ablamızın canına minnet, hiç sesini çıkarmamış bu duruma. Bu olaydan sonra ben artık yeni birini aramaya başlamalıyım diye düşündüm.

Daha benim ilk temizlikçi arayışımda gündeme gelen başka bir konu vardı. Annemin kuzeninin eşi bu işle uğraşıyor ve kadın gerçekten çok titiz. Camların lastiklerini bile çıkarıp içlerini siliyormuş. Onu yapmadan temizlik mi olur diye anneme kızmış hatta annem şaşırınca. Ütü varsa söylenmeden kendisi yapıyormuş vs.vs. Kısaca söylenene göre değil de kendi tarzına göre çalışmayı seviyor. Tam bana göre. Sonuçta evim tertemiz olsun da..Fırını bir hafta temizlesin, perdeleri birinde yıkasın, halıyı da her seferinde silmeyiversin. Buraya kadar sorun yok. Ne diye başkasını aradın diyeceksiniz. Tanıdık olduğu için. Aslında biraz açmak gerekirse bu hanfendi biraz anlatmayı seviyor. Yani temizlik için gittiği yerlerde gördüklerini “dedikodu” başlığı altında anneme anlatırken tanık oldum kendisine birkaç defa. Şimdi ya gelir bizim evde de mana bulur, gider başkalarına anlatır endişesiyle katiyen olmaz demiştim anneme. O seçenek mümkün değildi.

Akşam bir baktım annem telefonda kendisiyle konuşuyor:”tamam yarın gidip evi gösteririz sana, Perşembe de gidersin” Amanın nasıl ikna ettin beni anne! Kendimi “aslında perşembeleri gelmesi iyi olabilir, haftasonuna yakın”, “ütü de yapıyor demek,çok iyi aslında”, “anahtar vermek zorunda da kalmayacağız, akşam sana bırakacak,iyi oldu bak bu” derken buldum birden. Oldu bu iş. Hadi hayırlısı, bakalım beni neler bekliyor...

Şu an iş başında kendisi, umarım çok malzeme vermem. Akşam önden bir süpürsem mi dedim ama abartmaya gerek yok, Eda’nın ortalıktaki bolca oyuncağını topladık, bulaşıkları makineye yerleştirdik,kuruyan çamaşırları katladık yeter.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News