http-equiv='refresh'/>

29 Şubat 2012 Çarşamba

10 things - 10 şey ve 1 mim

Mim sahibi burada. İsteyen herkesi taglemiş. Ben de blog sahiplerini tanıma açısından güzel buldum ve başladım yazmaya.



                                         Önce fotoğrafım..
                                                                                    (a picture of me)



                              Kendim hakkında rastgele 10 bilgi
                                                              Now 10 random things about myself.

1.   Kızıma ve eşime çok aşığım. Dünyada onlar için yapamayacağım şey yoktur.
(I love my daughter and my husband. There isn’t anyhing not to do for them in this world.)
2.   Korku filmi izlemeyi çok sevdiğim halde yalnız kaldığımda aklıma film sahneleri geldiği için hiç seyretmem.
(Although i like horror films, i don’t watch them, because i’m scared when i stay alone)
3.   Buz pateni, formula 1 gibi yapamadığım ancak izlemeyi çok sevdiğim sporlar vardır.
(There are sports i like watching like ice scating, formula 1 though i’m not able to do.
4.   Gezmeyi ve değişik yerler görmeyi çok severim; fakat neticede ben bir yengeçim ve evimden daha güzel bir yer tanımam.
(I like travelling and going out but my horoscope is cancer so I don’t know anywhere better than my house)
5.   Çok çok uzun süredir yan flüt çalmayı istiyorum; umarım bir gün bunun için ders alabileceğim.
(Since many years i want to play flute; i hope to learn one day)
6.   İki kez Rock’n Coke’a gittim. Son gittiğimde (4 yıl oldu sanırım) bu işlerin bizden geçtiğini anladım. Ah gençlik ah
(I’ve been in Rock’n Coke festival two times. Last time, i realized that i’m too old for these activities anymore)
7.       Soğuk havayı ve yağmuru hiç sevmem. Kışın atlet giymeden asla dışarı çıkmam.
(I hate cold and rainy weather. In winter i always wear undershirt)
8.   Almodovar ve Iñárritu filmleri favorilerim arasındadır. İspanyolca’ya da hayranım ayrıca.
(The films of Almodovar and Inarritu are my favorites. Besides , i admire Spanish.)
9.   Arabada kitap okumaya kalkarsam mide bulantısına katlanmam gerekir.
(I have a sick if I read books in a car)
10.   Esmer teni beyaz tene tercih ederim. O yüzden yazın sahilde güneş altında yatmak zorunda kalırım. Keşke gerek olmasaydı.
(I prefer brunette skin than light skin. Thus i have to sunbath for hours. I wish i wouldn’t had to.)


Ve birkaç soru
And some questions

1.Hiç ünlü biriyle tanıştınız mı? (Have you ever met someone famous?)
Hayır tanışmadım.
(No, i haven’t.)

2. En mutlu çocukluk anınız nedir? (What is your happiest childhood memory?)
Ben kalabalığı severim. Bu yüzden tüm aile bir araya gelip vakit geçirdiğimiz tüm anlar benim için mutluluktur
(The times I came together with my whole family.)

3. En beğendiğiniz müzik albümü hangisi? (Favorite album of all time?)
Çok var ama ilk aklıma gelen HIM-Love Metal
(There are many..e.g.HIM-Love Metal )

4. Tuzlu sever misiniz yoksa tatlı mı? (Are you a salty or sweet lover?)
Sıkı tatlıcıyımdır.
(Sweet)

5. Bu soru çok alakası geldiği için kendim değiştiriyorum. En sevdiğiniz tv show veya dizi hangisi? (What’s your favorite tv show?
How I Met Your Mother ve Game of Thrones bu ara takip ettiğim diziler.

6. En sevdiğin sandiviçi tarif eder misin? (Describe your favorite sandwich.)
Marul,peynir, domates, ketçap ve moyanez olsun yeter.
(Lettuce, cheese, tomato, ketchup and mayonnaise; it’s enough for me)

7. İlk evcil hayvanın neydi? (What was your first pet?)
Balık veya kuş, hangisini önce aldığımızı hatırlamıyorum.
(Fish or bird; I’m not sure which one we had first.)

8. Şimdiye kadar hayatta elde ettiğin en büyük başarı nedir? (What is your biggest accomplishment thus far in life?)
Erken anne olma kararım diyebilirim.
(I think decision of becoming a mother.)

9. Okumaya başladığın ilk blog hangisiydi? (What is the first blog you started reading?)
Bloglarla anne olduktan sonra tanıştım. Bu nedenle okuduğum ilk blogu herkes tahmin edebilir :) Her yazısını hala keyifle okuyorum.
(I’ve met blogs when i became a mother. So everybody can guess the first blog i started reading :) I still follow her posts   )

10.Hayatının geri kalanında yemek için tek bir tatlı seçme hakkın olsa hangisini seçerdin? (If you had to choose one dessert for the rest of your life, what would it be?)
Vişneli-çikolatalı pasta
(Cake with chocolate and cherry)

Ben de Yazan Anne, Dafne’s Designer Mom, SezoBigo, Sevgiden Sevgilerle-Sitare, Ada’nın Annesi’ ni ve yazmak isteyen herkesi mimliyorum!

HB

27 Şubat 2012 Pazartesi

Eller, eller eller

Ellerin temizliği çok önemli. Her ne kadar gittiğim dermatolog çok fazla el yıkamayı önermediğini, cildimizin doğal korumasının olduğunu ve o nedenle,özellikle evin içindeyken, çok sık el yıkamamak gerektiğini söylediyse de ben pek ikna olmadım. Daha doğrusu ikna olmuş gibi davranmıyorum. Cildimi kurutma pahasına sık sık ellerimi yıkıyorum. Evdeki sıvı sabunlar biter bitmez klasik sabuna dönüş yapacağım. Aldığım önlem bununla sınırlı kalacak gibi.

Yemek yaparken, örneğin hamur yoğururken eldiven takmam ve kullanan kişileri de çok anlamam. Eline değecek ki lezzeti farklılaşsın, senden bir şeyler geçsin. Eldiven kullanmasın ama elleri de tertemiz olsun. Elleri ve tırnakları. Benim garip bir huyum var. Gittiğim misafirlikte gözüm önce ev sahibesinin ellerine kayar. Eğer tırnaklar gözüme temiz gözükmediyse verilen ikramlar boğazımdan zor geçer. Ayıp olmasın kadarını yerim sadece lezzetine bakmaksızın. Emek harcadığı için sadece bir çeşit yer bırakırım. Şanslıysam hazır alındığı belli olan ikramlar vardır tabakta. Ben bunlardan yemeyi tercih ederim. Sanki onları nasıl yaptıklarını biliyorum da...Görmediğim sürece sorun yok sanırım. Kendim dışarıdan bir şey alacaksam temiz olduğundan emin olduğum yerleri seçiyorum ama bir sürü de ne şartlarda, nasıl ellerde yapıldığını bilmediğimiz gıdalar tüketiyoruz. Oysa keşke evde ya da bir cafede, restoranda, şirket yemekhanesinde, her alanda mutfağa giren herkes için bu temizlik olmazsa olmaz bir kural olsa. İlkokulda yapılan tırnak kontrolü ne garip gelirdi. İşveren de bu tarz çalışanları için böyle bir kontrol mü yapsa acaba :) Evde bu kontrolü kim yapacak? Misafirler mi işveren bu durumda, yoksa evdeki koca mı?

İş yeri, temizlik ve kontrol denince ilk akla gelen isim Uğur Dündar olduğu için bu karikatürü eklemeden edemedim :)


Ben uzun tırnağı zaten sevmiyorum kendimde. Yemekli misafirim gelecekse iki kat dikkat ediyorum kısa olmasına. Tırnaklarını uzatmayı sevenler tabi sırf hazırlık yapacakları için kesmesinler tırnaklarını ama en azından tertemiz tutsunlar. Aslında sadece misafir ağırlayacakları zaman değil her daim böyle olmalı. Yoksa benden eksi puan.

HB

24 Şubat 2012 Cuma

Parmak Emme

Uykuyla ilgili bir yazı yazmıştım. Epey olmasına rağmen siteye ekleyemedim. Sebebi de içinde geçen ‘Eda’nın büyük oranda uyku düzeni oluştu’ cümlesi. Bunu yazdıktan hemen sonra hanım kız her sabah 1,5 saat daha erken uyanmaya, geceleri daha da sık kalkmaya ve en kötüsü gecede 2-3 defa nedenini çözemediğimiz bir ağlama krizine girmeye başladı. Dişler mi kabus mu nedir diye bilemezken bu durumun alışkanlık yaptığından da şüphelenmeye başladık. Yazıyı tutuyorum şimdilik. İnşallah bu cümle tekrar doğruluk kazandığında yayımlarım. Uzun sürmese bari..

Uyku bir tarafa da benim asıl bahsetmek istediğim Eda’nın hala parmak emmeyi bırakmamış olması. 1 yaşında bırakır dedik, büyüdükçe unutur dedik ama hiç tahmin ettiğimiz gibi olmadı. En çok uykusu geldiğinde ve uykuya dalarken emmek istiyor. Birkaç gün umutlandım aslında bırakacağından. Şöyle ki uyurken “hadi kızım parmak emmeden de uyuyabilirsin, anne gibi uyu haydi sen de” dedim ve bunu duyunca parmağı hemen ağzından çıkardı ve uzun sürse de bu şekilde uykuya daldı. Ama gerçekten de garibim uğraşıyor uğraşıyor, bir türlü uykuya geçemiyor. 2 geceden sonra baktım kafayı çevirip yatağın köşesine gidip gizlice parmağını emiyor. Sonuçta başarısızlıkla sonuçlandı bu girişimim.

En büyük endişem dişlerinin ve parmağının şeklinin bozulması. Zaten parmağının hali iyi değil, yara oluyor sürekli. Yara bandı da çare olmadı, o varken de keyfine devam ediyor. Dişlerinin kötü olacağını, emmezse parmağının iyileşeceğini söylüyorum hep ama daha anlayacak yaşta değil ki fayda etmiyor. Anlıyor da işine gelmiyor. Çünkü alışkanlığından kurtulması hiç kolay değil. Emmezsen oje sürerim tırnaklarına gibi bir ödül koyuyorum önüne. Bunu duyar duymaz çıkartıyor ama sonra yine parmak ağıza..Nasıl unuttururuz bilmiyorum.



Hiç istemiyordum bu alışkanlığı edinmesini. Emzik alması için de o kadar uğraştık ki..Yine de engel olamadık ve doktorun 1 yaşında kendiliğinden bırakır söylemleriyle çok da üzerine düşmedik. Şimdi emzik emiyor olsa gözünün önünden yok ederek, yine zor ama nisbeten daha basit bir şekilde emziği unuttururduk. Bu ise tam anlamıyla “elinin altında”. İlkokula başladığı halde hala parmak emen örnekler duyuyorum ve kulağa hiç hoş gelmese de bunun bizim için de bir ihtimal olduğunu biliyorum.

İnternetten yaptığım araştırmaya göre uzmanlar çocuğu bunun için eleştirmemek daha doğrusu küçümsememek, bir utanç meselesi haline getirmemek gerektiğini; onun sağlığı ve iyiliği için güzel bir dille parmak emmemesi gerektiğini anlatmanın doğru olduğunu söylüyor. Minik ödüllerin de işe yarayabileceğini ifade ediyorlar.
Bulduğum bir yazıyı da paylaşmak istiyorum:


Children who suck their fingers or hands may be trying to relieve stress and soothe themselves, but the habit can cause dental and speech problems if it is not stopped by the time their permanent teeth come in. Many children with this habit also get teased or criticized by their peer group, so it's worth working on before it becomes a problem.
Parmak emen çocuklar stres atmaya ve kendilerini yatıştırmaya çalışıyor olabilirler; fakat bu alışkanlık kalıcı dişler çıkana kadar durdurulmazsa diş ve konuşma problemlerine neden olabilir. Bu alışkanlığa sahip çocukların bir kısmı bunun için kendi akranları arasında alay konusu olur veya eleştirilir; bu nedenle problem haline gelmeden once üzerinde durulması gereken bir konudur.

Tips & Warnings

Uyarı ve ipuçları

·         Try putting brightly colored adhesive bandages on your child's fingertip or fingertips, as a reminder not to suck.
Çocuğunuzun parmağını emmemesi için bir hatırlatıcı olarak parmaklarına renkli yarabantları yapıştırmayı deneyin.
(Çok denedim ama bizde pek işe yaramıyor)
·         If your child sucks his fingers at night, consider having him wear a glove or sock on his hand while he sleeps.
Eğer çocuğunuz parmaklarını gece emiyorsa uyurken eldiven takabilirsiniz.
(Hayatta da taktırmaz zaten terleyen bir çocuk, pişer onlarla)
·         Encourage your child to wash his hands frequently, to avoid the constant transfer of germs from his hands to his mouth.
Mikropların ellerinden ağzına geçmesini önlemek için çocuğunuzu ellerini sık sık yıkaması için cesaretlendirin.
(Dışarıdayken bu da problem yaratıyor; sürekli anti-bakteriyel ıslak mendilleriyle geziyoruz)
·         Take a look at your child's fingers ' if they are callused or sore, he is almost certainly sucking them too much.
Çocuğunuzun parmaklarına bakın, nasırlaşş veya yara olmuşsa kesinlikle parmağını çok fazla emiyordur.
(Bizimkiler nasırlaştı)
·         Watch your child's swallowing and speech ' chronic finger or thumb sucking can change swallowing patterns and cause your child to thrust his tongue forward when he swallows, which in turn can lead to lisping and other speech problems.
Çocuğunuzun yutkunma ve konuşmasını izleyin. Kronik parmak emme yutma alışkanlığını değiştirebilir ve çocuğunuzun yutkunurken dilini ileri itmesine neden olabilir ki bu da konuşma problemlerine yol açabilir.

·         Be patient with your child ' while finger-sucking is an unattractive and unhygienic habit, many children literally can't help themselves. Take the time your child needs to eliminate the habit gently and gradually, rather than criticizing or punishing.
Çocuğunuza karşı sabırlı olun; parmak emme hoş ve hijyenik bir alışkanlık olmasa da çoğu çocuk kendine engel olamaz. Eleştirmek ve cezalandırmak yerine çocuğunuza bu alışkanlığı yavaş yavaş, aşama aşama yok etmesi için zaman tanıyın.
·         Look for hidden stress in your child's life if he suddenly develops a sucking habit or other oral habit. Treating the stress may eliminate the problem.
Çocuğunuz eğer ani bir şekilde bu şekilde bir alışkanlık geliştirirse genel olarak yaşamında gizli bir stres,endişe var mı diye bakın. Tedavisi problem ortadan kaldırabilir.


HB

23 Şubat 2012 Perşembe

Pinterest'e sıra geldi

Facebook, twitter, instagram derken pinterest’tan eksik kalır mıyım! Ne zamandır duyuyorum adını da bir türlü fırsat bulamamıştım incelemeye. En nihayetinde üyeliğimi gerçekleştirdim ve başladım içinde kaybolmaya. Nasıl bir site olduğunu merak edenlere bahsedeyim kısaca.
Pinterest hoşunuza giden resimleri katalog olarak saklamanıza yarayan bir site. Kategoriler halinde panolar hazırlayabiliyorsunuz.
Kendiniz bir resim yükleyebileceğiniz gibi başkalarının paylaştığı resimleri de “repin” butonu ile kendi panonuza, istediğiniz kategorinin altına alabiliyorsunuz.


Sitenin bana göre güzel tarafları:

-Aradığınız bir görseli google’da sayfalar içinde boğularak bulmak yerine her şey kategoriler altında yer aldığı için çok kolay bulabiliyorsunuz.
-Hoşunuza giden bir resmi arşivlemiş oluyorsunuz. Örneğin bana mail ile gelen beğendiğim bir resmi buraya yüklediğimde bulmam tekrar maillerime dönerek aramamdan daha kolay.
-Aklınıza gelen her türlü şeyle ilgili görsele ulaşabiliyorsunuz.
-Hesapları facebook ve twitter ile eşleştirip aynı anda tümünde paylaşım yapabiliyorsunuz.
-Iphone uygulaması da bulunuyor. Henüz yüklemedim; o nedenle kullanımı nasıl bilemiyorum.

Kötü tarafı:

-Çok zaman alan bir yer. Dediğim gibi içinde kayboluyor insan.


Üyelik davetiye ile oluyor ama mutlaka üyelerin davetiye göndermesi şart değil. Siteye mail adresi yazdığınızda buraya gönderilen davetiye ile üyelik sağlanabiliyor.

Örnek kategoriler:







Paylaşılan fotoğraflara;
-Yorum yapabiliyorsunuz.
-Aynı facebook’taki gibi “like”butonuna basabiliyorsunuz.
-“Repin” ile kendi “board” unuza ekleyebiliyorsunuz.




Modadan yemek görsellerine, tasarıma, saç stillerine, dekorasyona her türlü görsel için keyifli bir site. Üye olunuz, tavsiye edilir J


HB



20 Şubat 2012 Pazartesi

Uzmanlık Sorusu




Aşağıdakilerden hangileri 2 yaş sendromuyla ilintili olabilecek davranışlardandır?

1.Kıyafet değiştirmek istememek, eğer şans eseri üstündeki çıkarılabildiyse yenisini giymeyi istemek.
2.Bez bağlatmamak
3.Dışarı çıkılacağı öğrenildiyse evden çıkana kadar rahat vermemek
4.Hem gündüz hem gece uyuma saatlerinin süresini kısaltmak
5.Anne mutfaktayken sürekli bacaklarına sarılı halde olmak
6.Anne yemek yapıyorsa yemeği karıştırmak için sandalyeye çıkmayı veya kucağa gelmeyi istemek
7.İstekleri oluncaya kadar tutturmak

Bu maddelerin bir çoğu yeni ortaya çıktı. Şu 2 yaş sendromu denen şey bize erken mi uğradı ki? Öyleyse lütfen kısa kalsın ve bu inat yapma huyumuz iyice yerleşik bir hal almadan uzaklaşsın, gitsin.

HB

17 Şubat 2012 Cuma

Bey-Bay-Bayım-Baydın

Kompleksli insanlardan hoşlanmam, neden böyle davrandıklarını da anlayamam. Komik ama üzücü gelir kompleks kokan davranış biçimleri. Bu gibi insanları etrafımdan uzak tutarım,elimden bu gelir.
Geçen hafta başıma gelen bir olayı anlatacağım. Mail yoluyla aldığım bir uyarıyı ve devamında bu uyarıyı yapan şahısla yaptığımız yazışmaları göstereceğim. Muhtemelen size de komik ve anlamsız gelecek.

İşle ilgili bir mail atmam gerekti bu şahısa ve ismiyle hitap ettim mailde. Zira konuşurken de öyle yapıyordum. Çok muhabbetim yok kendisiyle ama ben hamileyken birkaç sefer iş dışında sohbet etmiştik. Kendisinin de ufak çocukları olduğu için olsa gerek arada yanıma gelip bebek muhabbeti yapıyordu. Hatta eşinin kullanamadığı süt pompasını yarı fiyatına bana satmayı önerdi. Tam benim aradığım marka olmasına ve gerçekten yeni görünmesine rağmen 1-2 sefer de olsa kullanılmış olduğu için içime sinmedi ve almadım. Neyse bunları az çok muhabbet etmişliğimiz olduğunu belirtmek için anlattım.
Şirkette, yani bizim servisimizde insan ilişkileri çok iyidir. Herkes birbirine yardım eder, yakın olanlar dışarıda da görüşür vs. Kimse birbirine karşı resmi değildir. İsimler kullanılır. Yani sadece bana özgü bir şey değil, herkes böyle yapar. Maile dönersek; dediğim gibi işle alakalı bir maildi; fakat mailin gittiği kişiler kendisi ve yine bizim departmandan başka bir arkadaştı. Gönderdiğim mailin üzerine bu şahıstan gelen cevap şöyleydi:

Bir de birşey rica edeceğim. Aramızdaki yaş farkını dikkate alarak ismen hitap etmezseniz sevinirim.
Özellikle yazışmalarda hoş olmuyor.

Benim cevabım:

Yaşınızla ilgili hiçbir fikrim yok ama bu düşünce tarzına sahip birine zaten ismen hitap etmem. Öğrendiğim iyi oldu.

Onun cevabı:

Yaşımı merak ediyorsanız söyleyebilirim ama önemli olan gerçekten o değil.
Yaşıtım diğer arkadaşlarıma “Abi” derken bana bu şekilde hitap etmeniz dikkati çekiği için uyarmak istemiştim. Bana yada birbaşkasına  .... Bey diye de hitap edebilirsiniz.
Tekrar etmek isterim ki, özellikle yazışmalarda dikkat etmek gerekir.
(Düşünce tarzından kastınızı tam anlamadım)

Benim cevabım:

Uzatmak istemiyorum, son kez yazayım.
Düşünce tarzı bana çoook uzak çünkü biz günün çoğunu bir arada geçiren iş arkadaşlarıyız. Böyle hitapların benim için hiçbir önemi yok. olanları da anlamam.
Mailde dış firmadan biri olduğunda zaten buna dikkat ederim, x olduğu için resmi yazma gereği duymamıştım.
Size bey derim, ama başkalarına demem konusunda beni uyaramazsınız kusura bakmayın. O tamamen benim ya da “başkalarının” tercihi.
İyi günler.

Onun cevabı:

Bunu konuşarak ta halledebilirdik ama buraya nasıl geldik bilmiyorum.
En iyisi siz bana X Bey deyin konu kapansın.
İyi günler.


Davranış bilimcilerin bu insanları incelemesi gerektiğini düşünüyorum. Haksız mıyım? Yoksa abartıyor muyum?

HB

14 Şubat 2012 Salı

Hayattayken hayat kurtarmak

Geçen haftadan beri Gamze Anne için dua ediyoruz, aklımızdan çıkaramıyoruz onu. Güne gözlerimizi açarken, evladımıza bakarken, uyumaya çalışırken, hep aklımızda. Sosyal medyada duyuruyoruz, kaç kişiye ulaşsak faydadır diyerek. İnsanlar örgütlenip akın akın kan vermeye gidiyor. Hepsinin tek bir dileği var; benim iliğim bir hayat kurtarsın. Bir yavru büyürken annesiz kalmasın, bir anne yavrusunun büyüdüğüne şahit olsun. Gamze Anne gibi ilik bekleyen diğer hastalar umut bulsun. Bu kadar yüce bir şey için böylesine kolay bir işlem: sadece bir tüp kan verme. Sonrasında alınan kan üzerinde yapılan testler ve uygun ilik sizdeyse ağrısız sızısız 1 gün sonra ayakta olmanıza engel olmayacak basit bir işlem ile ilik alma. İşte bu kadar. Operasyon kolay ama bu işlemi yapacak kişiyi bulmak da öylesine zor. Yakın akrabalar dışında ihtimal 40 binde 1’e kadar düşüyor. O yüzden mümkün olduğu kadar bu 40 binleri arttırmak gerekiyor.

Organ naklini herkes biliyor artık ama ilik nakli çok bilinen bir uygulama değil. En azından ben Gamze Anne öncesinde bu kadar detaylı bilmiyordum. Üstelik Lösev üyesi olmama ve Ankara’dayken gönüllü olarak orada çalışmama rağmen...Kendimi çok bilgisiz hissettim. Eminim konuya yabancı olan kişiler sanıldığı kadar az değil. O nedenle bu işlemin önemini ve basitliğini herkese duyurmamız lazım.
Çalıştığım şirkette binlerce personel olduğunu düşünerek konuyu ilgili departmana aktardım. Belki bir kampanya yapılabilir, ya da sadece duyurulabilir diye. Bilemiyorum nasıl bir yanıt gelecek. Mümkün olduğunca çok kişiye ulaşmalıyız. Bugün Gamze hanım, yarın başkaları için. Kurtuluş sadece ilaçlarda değil, bizlerden birinde çünkü.

Bursa’da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kan verilebiliyormuş. Haftasonları da mümkün olup olmadığını araştırıyorum.


Gamze Hanım ve oğlu Atakan



Son durumu ve kan vermeyle ilgili bilgiler, donör olabilme koşulları gibi faydalı bilgilerin anlatıldığı Aylin Anne’nin yazısı ve Gamze hanımın kendi sitesi

Twitter’da takip ve destek için #gamzeicin1tupkan

Umarım Gamze Anneyle ilgili güzel gelişmeler yakın zamanda gelir. İyi haberler alırız kendisinden. Okan Bayülgen’in programında kendisinin de haykırdığı gibi yavrusunun minik elleri ve ayakları kocaman olurken o da hep yanında olur inşallah.


HB

13 Şubat 2012 Pazartesi

Doyasıya çocuk olmak

"Bir gun seminere baslamadan once kisa boylu guler yuzlu birisi geldi, Hocam elinizi opmek istiyorum, dedi.
Ben el opturmekten pek hoslanmadigim icin, yanaktan opuselim, dedim, opustuk. Aramizda soyle bir konusma yer aldi:


- Hayrola, neden elimi opmek istedin?


- Hocam, uc yil once sizin bir seminerinizi katildim. Hayatim degisti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve
size tesekkur etmek istiyorum; onun icin elinizi opmek istedim.
- Ne oldu, nasil oldu?
 
- Uc yil once sirketimizin organize ettigi iki gunluk bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitisine dogru dediniz ki,
“Bir insanin anavatani cocuklugudur. Cocuklugunu doya doya yasayamamis bir insanin mutlu olmasi cok zordur.
Bir annenin, bir babanin en onemli gorevi, cocuklarinin cocuklugunu doya doya yasamasina olanaklar yaratmaktir.”


Bir sure sustu, bir sey hatirlamak ister gibi dusundu, sonra konusmaya devam etti:

- Hatta daha da ilerisi icin soylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en onemli gorevi cocuklarinin cocuklugunu doya doya
 yasamasina olanaklar yaratmaktir.” Ben bir baba olarak sizi duydugum zaman kendi kendime dusundum:
Ben bir baba olarak cocugumun cocuklugunu doya doya yasamasina firsatlar yaratiyor muyum?
Boyle bir sorunun o zamana kadar hic aklima gelmedigini fark ettim. Ben ne yapiyorum, diye dusundum.
Benim yaptigim sanirim bircok babanin yaptiginin aynisiydi. Dokuz yasindaki oglum ben isten eve gelince beni gormemeye,
benden kacmaya calisiyordu. Neden kacmaya calisiyordu, biliyor musunuz, Hocam?


- Hayir, neden?

- Cunku onu gorunce hemen su soruyu soruyordum. “Oglum bugun odevini yaptin mi?” Tuhaf tuhaf bakiyor, gozunu kaciriyor,
daha da sIkistirinca, hayir anlamina gelen, “cik” sesini cikariyordu. Kiziyordum, soyleniyordum, “Niye yapmiyorsun odevini!” diyordum.
Aramizda surekli tartismalar, surtusmeler olusuyordu. Tabii bunun sonucunda butun aile huzursuz oluyordu.


Burada biraz sustu, soluklandi. Sanki hatirlamak istemedigi anilar vardi; onlarin ustesinden gelmeye calisiyordu.
Sonra konusmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden ciktiktan sonra dusunmeye basladim. “Ben ne bicim babayim,” diye kendime sordum.
Seminer icin geldigim Istanbul’dan calisma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar dusundum; otobuste butun gece dusundum ve
 sonra kendi kendime dedim ki, esimle konusayim, biz birlikte bir karar alalim. Diyelim ki bu cocuk isterse bes yil sinifta kalsin,
ama doya doya cocuklugunu yasasin.


- Radikal bir karar!

- Evet, ucta bir karar, ama bu karar icime cok iyi geldi, Hocam. Gerginligim, uzuntum gitti, icim rahat etti.
Ben eve gelince esime dedim ki, hadi gel otur, konusalim. Yemekten sonra oturduk konustuk,
cocuklar yatti biz konusmaya devam ettik. Seminerde anlatilanlari aktardim,
boyle boyle boyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gonlumden ne geciyor sana soyleyeyim.
Bizim oglumuz var ya bizim oglumuz, o isterse bes yil sinifta kalsin, ama cocuklugunu yasasin! Simdiye kadar onun cocuklugunu yasamasiyla ilgili pek bir caba gostermedik, bir bilinc gostermedik, oluruna biraktik. Gel simdi degistirelim bunu.
  
- Esiniz ne dedi?
 - Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karim hayretle bana bakti ve dedi ki, “Bu ne bicim seminer be! Kim bu adam? Oyle sey mi olur; yok bizim ki cocuklugunu
yasayacakmis! Bizim cocuk cocuklugunu yasarken oburkuler siniflarini gececek ilerleyecek! Oyle sey olmaz.”


- Anliyorum; anne olarak cocugunun geride kalmasini istemiyor, kaygilaniyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, birakmadim, mucadeleye devam ettim. Her gun, her aksam gece yarilarina kadar
karimla konustum. Uc gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gor, dedi.


- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptin?

- Iste onu dedigi gunun sabahi esofmanimi, ayakkabimi soyle kapinin yanina biraktim ise gittim; isten donunce
oglumun gozune baktim ve dedim ki, oglum bugun doya doya oynadin mi? Bana hayretle bakti ve
“Hayir!” anlamina gelen “cikk” dedi. O zaman, hadi gel beraber asagiya inecegiz, oynayacagiz, dedim.
Esofmanimi giydim, ayakkabimi giydim, onunla beraber sokaga ciktik.
Pencereden arkadaslari bakiyorlarmis, onlar da sokaga ciktilar; birlikte sokakta oyun oynadik.


Aksam saat altidan sekiz bucuga kadar sokaktaydik. Eve gelince toz toprak icindeyiz,
beraber banyoya girdik, dus yaptik. Havluyla kuruladim, cok mutluyduk ve o gunden sonra isten donunce
her gun onunla oynamaya basladim. Her gun, her gun, her gun oynadim.
Yedi gun sekiz gun sonraydi galiba, bir gun banyodan cikarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu,
bana dondu ve dedi ki, baba ya, ben seni cok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gozum yasardi,
 konusamadim. Cunku farkina vardim ki, simdiye kadar sevdigini hic soylememisti.

 Dusundum, simdiye kadar hic soylemediginin farkinda degildim; belki omur boyu soylemeyecekti.
 “Ne buyuk tehlike!” diye dusundum.
Omur boyu onun bana bu cumleyi soylemediginin farkinda olmayacaktim.


- Demek farkina vardin, seni kutlarim. Senin farkina vardigin bu durum bircok anne ve babanin
farkinda olmadigi gizil, ortuk ama onemli bir tehlike!

- Icimde bir sukur duygusu, havluyla cocugumu kuruladim ve giydirdim ve artik her gun
oyun oynamaya devam ettik. Zaman gecti, iki hafta sonra okul, ogretmen veli bulusmasi icin
okula davet etti. Daha onceki veli bulusmalarinda ogretmen,
“Sizin oglunuz akilli bir cocuk, ama odevleri kargacik burgacik yaziyor, dikkat etmiyor.
Sinifta arkadaslarini rahatsiz ediyor, onlari itiyor kakiyor, lutfen onunla konusun.
Odevlerine ilgi gosterin, sinifta arkadaslarini rahatsiz etmesin. Odevlerini dogru durust yapsin,” demisti.


O nedenle ogretmen bulusmasina gitmekten cekiniyordum. Bu davet gelince ben esime dedim ki,
hadi okuldaki bulusmaya beraber gidelim!

Yok, dedi, sen tek basina gideceksin, ben gelmeyecegim.


- Esiniz gelmek istemedi!

- Hayir istemedi. Ya beraber gidelim, diye israr ettim hayir hayir sen yalniz gideceksin dedi.
Ben yalniz gittim ve diger veliler geldikce sira bende oldugu halde siranin arkasina gectim,
siranin arkasina gectim ki baska kimse olmadan ogretmenle konusayim, diye.

Mahcup olacagimi dusunuyordum. Her seyin daha kotuye gittigini dusunuyordum.
En nihayet butun veliler ogretmenle konusmalarini bitirip gittiler. Sira bende!
Ogretmenin karsisina gectim, bana bakti gulumsedi,
"siz ne yaptiniz bu cocuga" dedi.
Hic cevap vermedim, onume baktim. Lutfen soyleyin ne yaptiniz bu cocuga, dedi.

“Cok mu kotu hocam?” diye sordum.

Gulumsedi, hayir, kotu degil, dedi. “Artik sinifta arkadaslarini hic rahatsiz etmiyor, odevleri iyilesti,
tam istedigim ogrenci oldu. Ne yaptiniz bu cocuga siz?”


- Herhalde bir baba olarak cok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz ogretmenin karsisinda aglamaya basladim. Inanamiyordum kulagima,
icimden, vay evladim, biz sana ne yaptik simdiye kadar, duygusu vardi.
Eve geldim, karim yuzume bakti, gozlerim aglamaktan kipkirmizi.



“O kadar mi kotu?” diye sordu.

Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Agladim. Daha sonra anlattim.
 Hocam onun icin sizin elinizi opmek istedim, tesekkur ediyorum.

Benim oglumun ve onun kucugu kizimin hayatini kurtardiniz.
Ailemin mutlulugu kurtuldu. Hakikaten bir insanin anavatani cocukluguymus.
Anavatani mutlu olan bir cocuk calismasini,
okulunu her seyini butun gucuyle yapar ve orada basarili olurmus.
 “Gel seni yeniden kucaklayayim!” dedim. Kucaklastik.
 
“Cocuklar gulsun diye!” yasayalim. Cunku insanin anavatani cocuklugudur.
Cocuklar gulerek, oynayarak buyurse,  sonunda buyukler guler.


Buyukler mutlu olup gulumseyince tum ulke, tum insanlik guler.
Cocuklarin gulmesine hizmet veren herkese selam olsun!"
 Dogan CUCELOGLU



Apartman dairesine tıkılmış, sek sek oynamayı, ip atlamayı, yakan top oynamayı unutmuş, belki de bu oyunlarla hiç tanışmamış, oyun diye bildiği şey bilgisayar oyunlarından ibaret olan, onu da okul-dershane-etüt-ödevlerden fırsat buldukça yapabilen bir çocukluk yaşıyor günümüz çocukları. Gittikçe de kötüye gidiyor. Ben sadece haftasonları İngilizce kursuna gidip yoruluyorum,derslerden bir şey yapmaya fırsat kalmıyor diye üzülüyordum. Bu söylediğim orta okuldayken oluyor ve ben dershaneye falan gitmiyordum bu dönemde. Buna rağmen bunalıyordum. Şimdiki çocukların hali öyle kötü ki...Haftaiçi tüm gün okul, bazen özel ders, ödevler...Haftasonu dershane, testler, ödevler...ve kocaman bir sınav stresi. Durmadan sınav var çünkü. Dershaneye giden biri her ay sınava giriyor, sınıfı bu sınavın sonucuna göre belirleniyor. Sonraki sınavda puan düştüyse sınıfı değişiyor, veya arttıysa daha iyilerin sınıfına terfi ediyor. Eğitim sistemimiz artık yarıştan başka bir şey değil. Çocuğun sadece kendi notu da yetmiyor. Kaç puan aldığı kadar başkalarına göre kaç puan aldığı da önemli. Falanca kaç almış sorusuyla karşılaşıyor çünkü evde. Bu şartları yaşayan bir çocuk mutlu olabilir mi? Daha doğrusu mutlu bir çocukluk yaşamış sayılır mı?
Doğan Cüceloğlu’nun yazıda bahsettiği kişi çok cesurca davranmış ve ne mutlu ki güzel sonuçlar almış. Herkes böyle cesur olsa keşke. Mahalle hayatını,sokakta arkadaşlarıyla oynamayı bilmeyen çocuklarımıza daha güzel vakit harcatabilsek...Haftasonları alışveriş merkezlerine götürüp star parklarda suni eğlence sunmak yerine pikniğe götürsek, top oynatsak, bisiklet sürsek onunla.
Her şeye bu kadar takılmasak..Gofret yemek istediğinde tepki göstermek yerine kendi çocukluğumuzu hatırlayıp arada kaçamak yapmasına izin versek...Kendi doğrularımızı biraz kenara iterek çocuğumuzun isteklerine daha fazla kulak versek..Şımartmakla arasındaki çizgiyi çizerek tabii ki.
Zaten insan bazen öyle bir moda giriyor ki; bunca kural, yasak, şikayet, hepsi öyle anlamsız geliyor ki...Tüm annelerin geçen haftadan beri içinde bulunduğu durum eminim ki bu. Sağlımız yerine olsun, ailemiz sıhhatli olsun yeter, gerisi bomboş diyoruz. Geçen hafta yazdığım uyku saatleriyle ilgili yazıyı şimdi yayımlamak bile gelmiyor içimden. Kaçta uyursa uyusun, bunun önemi geri kalan her şeyi düşündüğümde ne ki diyorum. Saçmalık geliyor. İlla kendimize dert edinecek, uğraşacak şeyler buluyoruz ya diye kızıyorum kendime. Fazla üstüne gidiyoruz çocuklarımızın, serbest bırakmıyoruz onları ve sistemi suçlarken aslında kendimizin de bu sistemin bir parçası haline geldiğimizi farkedemiyoruz.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News