http-equiv='refresh'/>

30 Eylül 2014 Salı

Hadi Benjamin Button Olalım

İnsan hayatının ileriki evrelerini gördükten sonra geriye dönme şansı olsa çok daha farklı yaşardı geçmişini.

Bilinçli bebek

Şimdi bebekliğime dönebilsem safi uyumak olurdu işim. Uykuya hasret kalacağımı bilirdim çünkü. Hem bebekken başka derdim mi var. Tek hedefim büyümek. Uyu-uyu büyü işte. Etrafta konuşulanları anladığım yok, öyle boş boş bakıyorum. İki oyuncak oynasam yoruluyorum zaten. Yemeğim yediriliyor, altım temizleniyor.
Hiç öyle zır zır ağlamazdım. Çok uslu bebek olurdum şimdiki aklım olsa, vallahi. Annemi hiç uyutmazmışım bebekken, geceleri hep sallatırmışım kendimi. Bu da bir keyif sonuçta ama annemi üzmemek için onu sadece gündüz istemekle yetinebilirmişim bak. Bilinçli ebeveynler kadar bilinçli bebekler de güzel olmaz mıydı.

Kaygısız çocuk

Gerçi çocukluk adı üstünde kaygısız geçen yıllar demek. Belki de bir tek hayatın zorluklarını görüp çocukluğuma dönmek istemezdim. Çünkü o an derdim tasam olmasa da bir gün nelerle uğraşacağımı bilerek yaşamak zorunda olurdum. Bizim çocukluğumuz çok farklı ve güzeldi. Okuldan eve geldiğimizde önlüğümüzü bile çıkarmadan sokakta oynamaya başlardık. Tüm gün bisiklet sürer, acıkınca komşu teyzelerin hazırladığı ekmeklerden yerdik. Para ile alakamız bile olmazdı. Bir tek dergi, kaset almak için paraya ihtiyacım olurdu o kadar. O zamanlar izin almak zorunda olduğumuz için mutsuzduk ama birilerinin karar vermesi ve senin sadece uygulaman bazen çok daha iyi. Ne kadar az sorumluluk o kadar rahat kafa. Tek derdimiz derslerdi. Ama bugünün çocuklarını görsek kesin halimize dua ederdik. Öğretmenlerimizin ellerini tekrar tekrar öper, kitaplarımızı yalar yutardık.

İş hayatı tokat gibi çarpmadan

Oku oku bitmedi be kardeşim, okuldaki kaçıncı yılım, bu üniversite ne zormuş. Bitsin artık şu öğrencilik!!!der miydik acaba o günlere dönsek. Şimdi o günlere dönsem sırf gezerdim. Ankara, gezilecek yerler bakımından İstanbul’un tırnağı bile olamaz ama yine de gece hayatı hiç fena değildi. Yaş olarak en müsait zamanlar. Şimdi zamanım bile olsa içimden gelmiyor gece bangır bangır müzik dinlemek.

Deneyim diyoruz buna ve ne yazık ki sadece geleceğimize uygulanabiliyor. Olsun o da bir şey. Sizin var mı hayatımın şu dönemine dönsem şunları yapardım dediğiniz şeyler?


HB

25 Eylül 2014 Perşembe

Fotoğraflarla Hamilelik Günlüğü-1

Yeni bir seri başlattım, bazılarınızın sıkılıp belki de okumayacağı. Ama benim için eğlenceli olacak. Hamilelik sürecini hafta hafta fotoğraflamaktan bahsediyorum. Yabancı birkaç blogda benzerlerini gördüm. Dedim benim neyim eksik. Daha doğrusu çok eskiden görmüştüm de o zaman bir eksiğim vardı gerçekten. Artık buna hazırım. Gördüğüm sitelerde anne adayımız hep aynı elbiseyi kullanmış resimlerinde. Ben de böyle başladım ama sonra kıyafetleri değiştireyim ki mevsim de aşağı yukarı belli olsun.



10.hafta

Aslında bu ultrason görüntüsü 8.haftaya ait. Tatilde hamilelik şüphesi içindeydim ancak dönüşte doktora gideriz diye evde yaptığımız testle yetinmeye karar verdik. Sonra yine içimiz rahat etmedi ve Bodrum Acıbadem’den randevu aldık. Doktor niye bu kadar geç kaldığımızı sordu tabi hemen. Sonuçta, kan ve idrar tahlili için eve döner dönmez doktoruma gitmemi tembihledi. İlk ultrason görüntümüzde artık miniğimiz kese olmaktan çıkmıştı. Doktoruma 10.haftada gittim, testlerim yapıldı. Her şey yolunda gittiği için mutluyduk.



11.hafta

İlk hamileliğimdeki uykulu halim şimdi de benimleydi. Akşamları Eda uyur uyumaz yattığım oluyordu. Geceleri 2-3 kez lavaboya kalkmak zorunda olduğum için yine de uykumu alamamış durumda uyanıyordum. Bugün 13.hafta içindeyim hala yastık en iyi arkadaşım.



12.hafta

İkili tarama için doktora gittim. Bahadır Madrid’de ve Eda da daha durumu bilmediğinden yalnızdım kontroller sırasında. Bebeğin ense kalınlığı ölçüldü, parmakları sayıldı, çok şükür her şey normal. Testler için kan alındı. Doktor çıkışı aç karnımı doyurmak için doğru bir börekçiye attım kendimi. Yalnız gidişat iyi değil. Şimdiden 2 kiloya yakın almışım. İştahım çok açık. Tek problemim midede oluşan şişkinlik hissi ve bu çok rahatsız edici. Mide gerçekten şiş olduğundan olabilir mi acaba?

Haftaiçi beslenmeme daha çok dikkat edebiliyorum. Ofise ceviz, fındık, meyve gibi atıştırmalıklar götürüyorum. Su tüketimim de daha iyi. Haftasonları ipin ucu kaçıyor. Doktora gittiğimde bebek uyuyordu, çok açtım ve dolayısıyla hiç hareket etmeye niyeti yoktu. Haftaya karnım tok olarak tekrar gideceğim, bakalım içerde hareketli mi yoksa daha sakin mi.

HB



18 Eylül 2014 Perşembe

Kardeş Kardeş

Eskiden ikinci çocuğuna hamile olduğunu söyleyen bir bayana “kaşınmışsın” yorumu yapılır mıydı acaba. Bizzat bana söylendi bu ve komik geldi kulağıma. Günümüzde tek çocuk yaygın, o yüzden ikinciyi düşünenlere deli gözüyle bakılıyor bir kesim tarafından. Bu devirde delilik belki de. Maddi olarak öyle. Çünkü artık şehrin en iyi Anadolu ve Fen Lise kontenjanları boş kalıyor. Yani devlet okullarından özel okullara kaydı herkes. Çocuklar yüksek puanla bile özel okula gidiyor. Hikaye lisede başlasa neyse ilkokuldan maddi çöküntü başlıyor. Belki görmüşsünüz internette dolaşan 2.sınıf konuşma ve iletişim sorusunu. Hani şu “façan yansın karşiim” şıklı soruyu. Neyse işte birçok sebeple artık veliler özel okullara yöneliyor. Okul fiyatları ise 4 yıllık parasıyla ev aldıracak türden. 2 çocuk olunca 2 ev tabi. Ha evden örnek verdim. Eğitime harcanacak para ile ev alınmalı demiyorum. Biz zaten kredisiz ev alabilen bir toplum da değiliz ki. Yüksek gelirlerimiz yok. Çocuklarımız iyi bir eğitim alsın diye bütçemizi nasıl ayarlayacağız diye düşünüyoruz.

Biz ikinci çocuk kararı alırken işin maddi kısmını hiç hesap etmedik aslında. 4 kişilik bir aile olmak istiyorduk ve ayağımızı da yorganımıza göre uzatacaktık. Elbet bir yolu bulunur. Evet kaygılarım var ama üzerinde durmuyorum hiç.



Zaten bu yorumu yapan arkadaş da parasal kısmı düşünmeden söyledi bunu. Evdeki curcunayı, uykusuzluk, yorgunluk ve çocuk bakmanın getirdiği zorlukları ima etti. Belki en zoru kardeş kıskançlığı ile baş etmek. Eskiden yokmuş bence bu, ya da çok azmış. Sebebini de tahmin ediyorum. Annelerimiz bizi kendi kendimize oynamamız için bırakırmış. Annem hala söyler. Yemek yemen çok zordu, geceleri hiç uyumazdın ama bütün gün kendin oyuncaklarınla oynardın, bu Eda kime çekmiş böyle diye…(ona göre çocuk ille birine çekmeli sanırım. “ne süslüsün sen öyle, kime çektin yavrucuğummm”) Çocuğun suçu yok ki onu biz öyle yaptık. Bütün ilgi üzerinde. Onunla oynamak için can atan biri varken neden tek başına takılsın. Yüksel annem de öyle der, 3 çocuk büyüttüm. Üçünü de yere bırakırdım hiç öyle kucakta büyümediler diye söyler. Ondan bir önceki nesil ise çocuk doğurup tarlaya gittiği için çocukla ne kadar ilgilenebilmiş düşünelim artık. Peki bu şartlarda büyüyen çocuklar eve yeni bir bebek gelince kıskanır mı? Bence sevinir bile evde oynayacak birileri çıktı diye.

Ayrıca 90’larda çocuk olanlar beni anlar. Biz sokaktan eve girmezdik. Bütün günümüz ip atlayarak, seksek oynayarak, sokakta yapılabilecek ne aktivite varsa onlarla geçerdi. Şimdi ise çocuklar hep evde, anne babaları ile dipdibe. Dolayısıyla ebeveynlerini paylaşmaları çok daha zor.

Sözün özü; eskiden çocuk bakmak hem daha zordu hem daha kolaydı.

Kardeşim olmadığı için bunları sadece gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Siz ne düşünürsünüz? Kardeş kavgası hep vardı ama kardeş kıskançlığı bugünkü kadar yoğun muydu sizin çocukluğunuzda da?


HB

16 Eylül 2014 Salı

Acı

Çok zor yazması, konuşması. Kimselerin yaşamaması için dua edeceğimiz bir şeyi benim canım arkadaşım yaşadı. Yakın arkadaşım, komşum geçen hafta 7 aylık bebeğini dünyaya getirdi. Ve 2 günlükken onu dünyadan uğurladı. Canımız yandı, uyku uyuyamadık, yıkıldık, kahrolduk. Biz bunları yaşarken o evlat acını, acıların en büyüğünü gördü. Çok uzun süredir beklediğimiz miniğimiz artık melek ve annesinin dediği gibi onlara bulutların arasından bakıyor. Allah çok sevdiğim, dünya iyisi bu aileye sabır versin. İnşallah en kısa zamanda acılarını hafifletecek bir mutluluk yaşarlar.

Onu uzun süredir bekleyen ve hastanede görmeye gitmeyi uman Eda’ya durumu nasıl anlatacağımız da bizi çok düşündürdü. İşin içinden çıkamayınca okul psikoloğuna danışmaya karar verdik. Onun bu olayı idrak edebilecek yaşta olmadığını ve bu sebeple gerçek nedeni anlatmamızın doğru olmayacağını söyledi. Arkadaşıma tekrar hamilelik nasip olmasını dileyerek bir öneride bulundu. “Bebek daha sonra gelmeye karar vermiş, biraz daha bekleyecekmiş” diyeceğiz eğer soracak olursa. Başka türlüsü zor çünkü. Anlayamaz ki. Biz bile inanmakta zorlanıyoruz.


Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın ve arkadaşlarımıza dayanma gücü versin. 

9 Eylül 2014 Salı

Beton Birincisi

Bazı yerler Osmanlı’da kalmasaymış bu hale gelir miymiş acaba diyorum bazen. Kızacaksınız ama İstanbul öyle mesela. Dünyanın en güzel yeri belki ama şu beton yığınına bakar mısınız! Böylesine güzel bir kenti bu hale çevirmek üstün bir çaba gerektirmiş olmalı. İstanbul’u çok iyi bilmiyorum ama ne zaman iş için veya gezmeye gitsem geçtiğim yerlerde göze batan bir bina, inşaat oluyor illa ki.



Bodrum Yarımadası da öyle…O kadar çok ev yapılmış ki Türkiye’de yaşayan herkesin Bodrum’da bir yazlığı mı var sorusunu sorabiliyorsunuz. Üstelik hiç bitmiyor inşaat. Yakında hiç yeşil alan kalmayacak. Tasos’un en çok böyle olmayışını sevdik. Alttaki resim Tasos’tan. Anca bu sıklıkta evler görüyorsunuz. Ve de çoğunlukla butik oteller. 5 yıldızlı otel zincirleri yok. Her taraf yazlıkla kaplı değil. Makul seviyedeler. Selanik’te de mesela hiç inşaat görmemiştik. Tek sebep kriz mi? Onun öncesinde neden her yer betonlaştırılmamış peki? Bizden geri kalan yanları ne? Doğaya önem vermeleri ise bizde bu neden yok? 

Bodrum'da 44 yıl içinde gerçekleşen betonlaşmayı gösteriyor.

Tasos adasından


Yaşadığım yer de farklı değil. Yeşil Bursa eskide kalmış. İnşaat devleri iş başında. Neden? Çünkü insanlar müstakil eve çıkıyor, sonra yok beğenmedim lüks siteler daha iyi diyor, evim eskidi sıfır eve taşınayım istiyor. Arz-talep. Örneğin Gemlik ilçesi…Muhteşem bir yer olabilecekken yüksek binaların çevrelediği yine insan eliyle katledilen bir yer olmuş. Avrupalılarda olsa çoktan bir Monaco haline gelirdi.



Sonra Mudanya. Yapılaşma tüm Bursa’da kötü ama hiç değilse deniz gibi büyük bir nimet varsa elinde buraları güzel yap. Biraz özen göster. Karşıdan bakıldığında gelişmiş bir dünya ülkesine yakışır bir yer olsun. Ama pardon bizim böyle bir iddiamız yok. Yollarımız iyi olsun yeter bizim. Kentsel dönüşüm de var hem. Daha ne istiyorum bilmem.

HB


Not: Fotoğrafların tamamı internetten alınmıştır.

8 Eylül 2014 Pazartesi

Yeni Bir Dil

3-4 ve hatta 5 yaşında şakır şakır konuşulan bir dilin bu yaştan sonra tamamen unutulması garip geliyor bana. Yani insan bir cümle olsun hatırlar! Ama yok olmuyor, çok zorluyorum hafızamı bırakın cümleyi tek bir kelime aklıma gelmiyor. 5 yaşında Türkiye’ye gelip 1 sene sonra okula başlayınca artık benim için önemli tek şey vardı: Türkçe. Anadilimi biliyordum tabi ki ama burada yaşayanlar gibi değil. Farklı konuşuyordum. Türkçemin oturması için de annemler diğer dili yani Bulgarcayı unutturmamak için çalışmak yerine tam tersi hiç Bulgarca konuşmadılar. Zaten de o zaman herkes göç edilen bu yeni ülkeye alışma derdinde, para kazanma, başını sokacak bir ev yapma derdinde. Kimin aklına “aman çocuğum sakın bu dili unutmasın” geliyor…

Okula başlamadan önce Susam Sokağı ile okumayı öğrendim. Türkçem de iyileşti bu süre boyunca. Okula başladıktan sonra artık Bulgarca ile alakam bile kalmamıştı. Hatta annemler arkadaşları ile biraraya geldiğinde çocukların anlamaması gereken bir şey konuştuklarında kısa süreliğine Bulgarca konuşurlardı ve ben bön bön bakardım sadece. Yabancı dil böyle hain bir şey, çok kısa sürede unutuluyor. Neyse ki gayet gereksiz bir dildi bizimkisi. Hani şöyle Fransızca, Almanca , hatta Rusça filan olsa şimdi ne hayıflanırdım unuttuğuma.

Ben unuttum ve hiç izi kalmadı ama tabi durum annemlerde böyle değil. 26 yaşında yeni bir ülkeye yerleşen biri için oranın dilini orada yaşayanlar gibi konuşmak çok çok zor. Hala bazı kelimeler orada konuştukları Türkçe’nin devamı. Ben öyle konuşmuyorum belki ama her konuşulanı anlıyorum. Normal geliyor, bu yaşıma kadar duyduğum şeyler sonuçta. Sadece bunların bazılarını Eda’dan duyunca çok şaşırıyorum. Daha doğrusu bi gülme geliyor. Kendimi tutamayıp gülüyorsam vay halime. Alınganlığı kime çekmiş bilmiyorum, ona kimse gülmemeli.

Gece yatağına yatırdık ve dışarıdan bir müzik sesi gelmeye başladı ama epey güçlü bir ses. Eda’dan kaçar mı duymuş müziği. “Kim saldı bu müziği” deyince biz Bahadırla koptuk. Salmak, bizde açmak anlamında da kullanılıyor çünkü. “Sesini sal bakayım şu televizyonun” gibi.

Bir kez daha oldu benzeri. Denizde iplere yüzdük ve Eda ipin üstünde akrobatik hareketler yapmaya başladı. “Bak çekiliyorum şimdi” dediğinde ben ipten çekildiğini zannettim ama Bahadır vallahi benden daha iyi bu konuda, asıl demek istediğini anlamış. Çekilmek derken yine bizde kullanılan anlamıyla hareket ediyorum demek istiyormuş.

Söyliyim de Eda’ya biri ona bildiği yabancı dilleri sorarsa biraz İngilizce, biraz da göçmen dili desin :)


HB

5 Eylül 2014 Cuma

Yaş küçük, takıntılar büyük

Ah bu küçük yaş takıntıları! Hiç beklemediğin, önemsemediğin bir konu onun için koca bir takıntı haline gelebiliyor. Bu hafta okulumuz yarım gün oryantasyon programıyla birlikte açıldı. Pazartesi günü veli toplantısında okulun öğretmenleriyle tanıştık ve kura ile sınıf öğretmenlerini belirledik. Eve gelince Eda’ya öğretmeninin kim olduğunu söyledim. Geçen yıl da 5 yaş öğretmeniydi, tanıyor dolayısıyla. Sonra bir de İngilizce öğretmeninin değiştiğini, Türkçe bilmeyen yabancı bir bayan olduğunu söyledim. İşte bizimki bunu kafaya takmış. Cuma da İngilizce olduğunu mu öğrenmiş ne yaptıysa dün akşam anneme “ben sizde kalayım anneanne, yarın İngilizce dersine gitmeyeyim” demiş. Eve gittiğimde bana da “yarın İngilizce var mı anne” diye sordu. Onu tedirgin eden şey ne acaba henüz çözemedim. Çünkü geçen yılki öğretmeni Türk olmasına rağmen derste hiç Türkçe konuşmuyordu. Bir de sanki sınıftaki tüm çocuklar şakır şakır İngilizce konuşuyor da bizimki yeni öğrendiği için endişeye kapıldı. Umarım ilk İngilizce dersinde bunun yersiz olduğunu anlar.

Kafasında büyüttüğü diğer konu da kahvaltı. Bunu geçen sene de yaşamıştık aslında. Okulda yememek için birçok yöntem deniyor. Örneğin dün kendime poğaça alırken o da istedi, ki normalde çok nadir yediği zamanlar. Okulda öğretmenine “evde kahvaltı yaptı” diyeyim diye neredeyse poğaçayı bitirdi. Bu sabah da kocaman bardakta ağzına kadar süt getirmemi istedi evden çıkmadan. Ben tabi altında yatan sebebi bildiğimden sütün kahvaltı için yeterli olmadığını, okulda yemesi gerektiğini söyledim. Bunun üzerine ağlamaya başladı. “Her gün yumurta oluyor ama!!!” Her gün yeme şartı olmadığını, istediğini yiyebileceğini söyledim ama o kadar zor ikna ettim ki. Bir şeyleri yapmak zorunda olmak biraz stres yaratıyor doğru. Mesela benim de şimdi beslenmeme çok dikkat etmem gereken bir dönem. Doktorum diyetisyene gidip benim için hazırlanmış bir beslenme programıyla ilerlesem iyi olacağını söylese de ben tıpkı Eda gibi belki de bunu takıntı yaptığımı farkediyorum ve bir türlü randevu alamıyorum. Eda’yı bu konuda rahat bıraktım. En azından okula tamamen alışana kadar.




O minicik halleriyle bile neleri takıyorlar kafalarına…Anne babanın psikologluk rolü ve belki de roller arasındaki en zoru sık sık devreye giriyor böyle olunca da.  

3 Eylül 2014 Çarşamba

Ben de fazla katıyım canım

Tatildeyken Bahadır’ın kuzenleri geldi annemleri ziyarete. Kızları vardı Eda ile yaşıt, gayet güzel oynadılar. Sonra yemeğe geçtik. Küçük kız masadaki koladan içmek istedi, anne-babası itiraz edecek diye beklerken tam tersi bir şey demediler. Aslında çok da bilinçli insanlar, hele baba doktor zararlarını bile bile nasıl müsaade ediyor düşüncelerine dalmışken beklenen oldu ve Eda da kola içmek istedi. Ben “olmaz” deyince bu sefer masada tepki aldım. Doktor baba “içtiği meyve suyu ile hiçbir farkı yok kolanın, bu kadar katı olmayın” diye eleştirdi beni. Bahadır da uzatmamak için mi artık nedense Eda’ya kola doldurdu. Gözümün önünde Eda ilk kez kola bardağını kafaya dikti. Sevmez ve bir yudumda bırakır diye saf bir umudum oldu ama bardak neredeyse bitiyordu.
“Bu kadar katı olmamak” altında neyi anlatıyor acaba? Ne kadarına kadar izin vermek, hiç mi sınır çizmemek? Evet biz de çocukken kola içtik, gofret yedik ama her şey bu kadar elimizin altında değildi. Annemiz izin verirse bakkala giderdik. Öyle büyük marketlerde göz boyayan ambalajlı şeyler arasında büyümedik. Üstelik o gofretleri, çitosları yerken bir yandan da sağlıklı şeylerle beslenebiliyorduk. Artık ben pazardan aldığım meyve-sebzeden bile şüphe duyuyorum. Soluduğum hava dahil her şey değişti ama kafalar aynı. Hele aile büyüklerinin yorumları…”Biz çocuklarımıza yedirdik de bir şey olmadı işte bak hala sapasağlam”

“Bu kadar katı olmayın” ailesi arabasına binip giderken bir de ne göreyim araba koltuğu kullanmıyorlar. Yok, ben bu kadar bilinçli bir aileye bunu hiç yakıştıramadım. Herkesin çocuğu kendine, bakım şekli kendine ama can güvenliği söz konusu olunca bu kadar katıyım kusura bakmayın. Hayır eve girerken “siz de fazla rahatsınız koltuksuz seyahat mi olur” diye söylendiğimde de yine geçmişe yolculuk gerçekleşti ve yine “bizim zamanımızda çocuk oto koltuğu mu vardı” yorumları duyuldu. Canlarım benim, sizi anlıyorum kendi zamanınızla kıyaslıyorsunuz ama adı üstünde “sizin zamanınızda”. Yani 30 yıl önceki teknoloji, bilim, tıp, ne bileyim eğitim yok ki bugün. Çok mu doğruydu çocukların arabada gezerek yolculuk etmesi. Hala da bu bilinç oluşmadı ama eski zamanlardan artık günümüze gelmesi lazım insanların. Yanlışlar öyle devam etmek zorunda değil. Eskiden örneğin yollarda azami hız kaçtı, şimdi kaç? O zamanlarda trafikte kaç tane araç vardı, şimdi kaç tane var? Şimdi arabalar daha modern değil mi, 120 ile gittiğinizi hissetmediğiniz olmuyor mu? Bir sürü parametre var.
Hadi eskiler zamana ayak uydurmakta zorlanıyor olabilir, yıllarını o şekilde geçirmişler sonuçta. Ama asıl benim neslimden böyle düşünenler çıkınca şaşırıyorum. Rahatlık güzel ve gerekli ama dozunda olunca.


HB

Popüler Yayınlar

Recent News