http-equiv='refresh'/>

27 Kasım 2014 Perşembe

Figen ile soru sormaca oynadık

İnsanın çevresinde hep pozitif insanlar olmalı. Diğer türlüsü hayatı gerçekten çekilmez kılıyor. Figen hayatımda bu insanlardan biri. İş hayatının bana kazandırdığı iyi arkadaşlarım var şanslıyım ki. Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığını düşünürsek..evet çok şanslıyım.
Çok tatlı bir anne aynı zamanda Figen. Oğlu Ömer de annesine çok düşkün. Arabalara bayılıyor, her modeli söyleyebilir sorsanız muhtemelen. Yaklaşık 2 ay annesinin işi sebebiyle kaldığı İtalya’da otomobil müzesine gitme fırsatına kavuştu. Bu yaşında arabalar hakkında benden çok daha donanımlı kısaca :)

Figen’in anne olduktan sonra oluşturduğu bir blogu var Çok güzel bir anlatımı vardır, zevkle okurum yazılarını. Soru sormaca yanıtlarından da anlayabilirsiniz bunu. Kendisine çok teşekkür ederek hemen cevaplarına yer veriyorum.

Hem yapmayı hem yemeyi sevdiğin bir yemek tarifini kısaca paylaşır mısın?

Tarçınlı havuçlu cevizli kek J 3 yumurta, yarım su bardağı şeker (eskiden 1 bardaktı, Ömer’den sonra şekeri azalttık), yarım su bardağı süt, yarım su bardağı yoğurt, yarım su bardağı zeytinyağı, 1 su bardayı kavrulmuş ceviz, 1 su bardağı rendelenmiş havuç, 2 su bardağı un, 1 çay kaşığı tarçın, 1 paket kabartma tozu.

Eklenme sırasına göre yazdım. Kek yapmayı hepimiz biliyoruz zaten J

-Anne sıfatının önüne kendi karakterini düşündüğünde hangi sıfatı yakıştırırsınız?

Mutlu anne J anne olmayı çok seviyorum, çocukları da. Anne olduğum için tahmin edebileceğimden çok daha fazla mutluyum.

-Anne olduktan sonra çevrenden duyduğun en sinir bozucu cümle nedir?

Anne olduktan sonra çevremdekilere çok sinir olmuyorum desem yalan olmaz. Ama ilk aylarda “bu çocuk doymuyor” diyererek oğluma mama vermek isteyenlere deli olurdum! Üstelik Ömer her ay 2kiloya yakın alırdı. Yine de sütün yetmiyor derlerdi J

-Yaptığı işten memnun birini tanımıyorum. Peki sen nasıl bir işte, hangi şartlarda çalışmayı dilerdin?

Ben yaptığım işi çalışma saatleri dışında gerçekten çok seviyorum ama önce “eş”, sonra da “anne” olduğum için frene bastım ve iş için yaptığım fedakarlıkları durdurdum. Kesinlikle akşam 3-4 civarı çıkabileceğim ve sosyal sorumluluk yanı daha ağır basan bir işte çalışmak isterdim.

-Akşam eve gittiğinde seni bekleyen minikkuş/kuşlar ile nasıl vakit geçiriyorsun?

Ömerle buluştuğumuz an kapıda dans etmeye başlıyoruz ve hemen kucağıma atlıyor. Aylardır hiç değişmedi J Bir süre öpüşüp koklaştıktan sonra anneannesinden evimize gidiyoruz ve 1-1,5 saat içinde yemek hazırlama+yeme+toplama faslını bitiriyoruz. Akşamımız en çok araba sürerek ya da yarışarak geçiyor. Her akşam yakalamaca ve saklambaç standart J Bunun dışında birlikte çok fazla aktivite yapıyoruz. Kesip biçiyor, kendi otoparkımızı inşa ediyor, resim yapıyor, oynuyor da oynuyoruz. 2 yaşından sonra babasıyla yerde boğuşmak da bir geleneğe dönüştü, ben de o arada mutfak işlerimi hallediyorum.

Ayrıca kek ve kurabiyelerimizi genelde birlikte yapıyoruz. Benimki gibi obur bir çocukla yemek hazırlamak kadar keyifli çok az şey vardır J
Burada değinmek istediğim bir konu var: bazen “anne günü” bazen de “baba günü” olabiliyor. Çok yoğun ve yorucu geçen bir günün ardından oğlumla kalitesiz ve zoraki vakit geçirmektense o akşamı eşime bırakabiliyor, daha ziyade uzaktan katılımcı ya da dinleyici oluyorum. Benzer durum eşim çok yorgun ve ben kendimi çok enerjik hissettiğimde de geçerli oluyor.

-Blog yazmayı sevdiğine göre kitapları da sevdiğini düşünüyorum. Mutlaka okunmalı dediğin, en sevdiğin kitap hangisi?

Ben genellikle başkalarının özel hayatını okumaktan keyif almıyorum, kurgu bile olsa. Bu nedenle edebi yönü çok kuvvetli olmadığı sürece fazla roman okumuyorum. Blog okurken de romantik bir akşam yemeği, eşten gelen bir çiçeğin anısı vb şeylerin paylaşıldığı yazıları okumam. Tecrübe ve bilgi içeren kitapları okumayı seviyorum.
Ahmet Şerif İzgören, Doğan Cüceloğlu, Anthony Robbins gibi kişisel gelişim kitapları favorim. Nazan Bekiroğlu da kitaplığımızda büyük yer tutar. Ömer’den sonra daha çok bebek-çocuk bakımı&psikolojisi üzerine kitaplar ve araştırma yazıları okumaya yöneldim.

En sevdiğim kitap “Küçük Prens”. Herkes, her anne mutlaka okumalı.
Ülkemizin ve dünyanın geldiği noktanın nerelere varabileceğini anlamak ve dersler almak üzere Paul Auster – Son Şeyler Ülkesini’de tavsiye ederim.

-Takipte olduğun bloglar hangileri? İlk üçünü sıralar mısın?

Ben de senin gibi arkadaşlarımın bloglarından, bilhassa çocuklarının güzel yüzlerini görmekten keyif alıyorum. Bazı paylaşımlardaki sahteliği görünce blog dünyasını sorgulamıyor da değilim hani J müdavimi olduğum bir blog yok ama sıklıkla takipte olduğum ilk aklıma gelen bloglar: Cafe Fernando, Cafenohut, Portakal Ağacı.

-“Hayır” diyebilen bir yapın var mı? Çevrendekilere ve çocuğuna göre yanıt değişir mi?

“Hayır” deme konusunda çok başarısızdım. Misal: Ertesi sabah 5te yola gideceğim bir akşam oturup arkadaşımın bebeğine kurabiye pişirdim J Oğlum doğduktan sonra biraz törpülendim. Oğlum ve annemle birlikte İtalya’da geçen 2 aydan sonra ise çevreme “hayır” demek oldukça kolaylaştı.

Çocuğuma “hayır” demenin kolaylığı konusuna göre değişiyor. Onun sağlığını etkileyen hiçbirşeye “evet” demeyeceğimi hem oğlum hem çevremdekiler bilir. Mesela ben yanındayken asla pakette satılan hazır gıda tüketemez, cevabım çok nettir, sormaz bile. Televizyon konusunda da çok tutarlıdır cevabım.

Fakat sürekli vicdan muhasebesi yapan ve onunla  geçirdiği vakti az bulan bir anne olarak bazı konularda “biraz daha” teklifini kolay kolay geri çeviremiyorum. Bu nedenle biraz daha kamyon sürerken uyku saatinin sarktığı oluyor. Ya da suyla oynarken yıkanması 1 saati bulabiliyor. Açıklarımı suistimal etmeye yatkın bir çocuk olsa muhakkak kendimi frenlerdim ama Ömer asla öyle bir çocuk olmadığı için ben de biraz esniyor ve onunla eğlenmeye öncelik veriyorum.

-Seyahat desem? Yurtdışı-yurtiçi nereler senin en sevdiğin seyahat noktaları?

Yurtiçinde en sevdiğim seyahat noktası Kapadokya. Hem hamilelik haberimi alıp manevi olarak, hem de aynı gün balona binip fiziki olarak havalara uçtuğum, hayranlıktan ağzımı açık bırakan, muhteşem bir mekan. Birden çok kez gidebilirim.

Yurtdışında en çok Prag, Viyana ve Monte Carlo’yu sevdim. Prag’ın Unesco tarafından korunmuş olması her köşesinde kendini belli ediyor. Monte Carlo zenginliği, temizliği ve lüksüyle başımı döndürmüştü. Viyana ise müzeleri, sarayları, sanat galerileriyle doyamadığımız, tekrar gitmek istediğimiz bir rota.

Merak ettiğim seyahat noktaları ise başta kuzey Avrupa ülkeleri, Paris, Barselona ve Güneydoğu Anadolu.

-Miniğinle birlikte çekilmiş bir fotoğrafını paylaşır mısın? Senin en sevdiğin fotoğraf olsun.

Ona kavuştuğum, ilk kez dokunduğum anın fotoğrafı benim için hatıralarımın başköşesindedir. Paylaşabileceğim en sevdiğim fotoğraf ise kolaj şeklinde; ofisimi, evimi, sosyal medya hesaplarımı süsleyen aşağıdaki. Onun terchilerine göre hazırladığım ve kendi doğumgünü şarkısını söylediği 2. Yaşgünü J


26 Kasım 2014 Çarşamba

Selamlaşmada bir dünya markasıyız

Bizim insanımız güya dünyanın en sıcakkanlı, en misafirperver, en dost canlısı insanı. Bu canlılık, sıcaklık sadece tanıdığımız insanlara o kesin. Eğer tanımadığımız biri selam verirse.. aman haa hemen başımızı çevirerek o hadsize dersini veririz. Bu bizim kültürümüze yerleşmiş, bildiğim için de hiç öyle tanımadığım kişilere selam verme girişiminde bulunmam. Karşımdaki bön bön bakacak ve ben sinir olacağım, ne gerek var.
Ama birisi elini tuttuğum kızıma bakışlarını sabitlediyse kayıtsız kalamam. Bu sabah yaptığım gibi. Eda’yı okula bırakırken bir veli de kızını bırakmış geri dönüyordu. Okul bahçesinde gördüğüm bu bayan Eda’ya bakıyordu merdivenlerden inerken. Ben de “günaydın” deyip gülümsedim. Normal bir insan bunu yapar herhalde. Hanfendi ağzının ucuyla “günaydın” diye mırıldandı. Dünyanın en zor işini yapıyor sanırsın.

Bu olaydan sonra aklıma Doğan Cüceloğlu’nun meşhur möööleme hikayesi geldi. Cuma akşamı Doğan Bey şirketimizdeydi bir seminer için. Harika şeyler dinledik kendisinden. Bu hikayeyi de anlattı. 25 yıl kadar Amerika’da yaşamış ve orada insanlar yanyana geçerken birbirlerine hafiften gülümseyip selam verdikleri için bu alışkanlığı kendisi de kazanmış. Sonra Türkiye’ye döndüğünde yürüyüşe çıkmış bir gün Caddebostan’da. Yanından geçen bir bayana “iyi günler” demiş. Kadınsa “Allah belanı versin, pis herif” diye terslemiş. Bir gün de seminere gitmiş büyük bir şirkete ve asansöre binmiş. Asansörde şık giyimli, üniversite mezunu olduğu belli olan bir adamla ikisi varmış. Adam asık suratıyla karşısındaymış. Doğan Bey selam vermeyi düşündüyse de dur bakalım bu sefer bekleyeyim, o ne yapacak demiş. Adamın selam vermemek için yüz çevirdiğini farketmiş. Doğan hoca Silifkeliymiş ve orada ineklerden biri başka tarladan bir inek gördüğünde möööö der ve diğeri de kayıtsız kalmaz mööö diye cevap verirmiş. Asansörde bu durumu yaşayınca adama mööööö demek gelmiş içinden. Adam ne diyorsunuz derse de “insan gibi selamlaşmadınız, inek gibi selam verdim ben de” derim diye düşünmüş. Adam için hayatının dersi olurdu herhalde.

Dünyanın en kolay işini neden yapmıyoruz? Karşıdan gelen birine gülümsemek, bir merhaba demek bizden bir şeyler mi eksiltiyor? Asık suratlarla güne başlayınca gün daha mı güzel geçiyor? Nasıl bir kafadayız, bilmiyorum.


HB 

24 Kasım 2014 Pazartesi

Nasıl Çizilir

Çizim konusunda yeteneksizliği üst seviyelerde olan bir anneye sahip olmak çocuğumun suçu değil. Bir şey çizip önüne koyamıyorum ki o da bakarak çizsin. Gerçi görsel sanatlar öğretmeni bunun zaten yanlış olduğunu söylemişti. Aynısını çizemeyeceği için olumsuz etkilenebilirmiş. Oysa ben ondan daha kötü çiziyor olabilirim, haberi yok bunu söylerken. Kötü olmam Eda’yı kendi haline bırakmam için bir bahane değil.
İnternette biraz araştırma yaptım ve birçok şeklin çizimini buldum. Aşama aşama anlatıyor nasıl çizilebileceğini. Eda ile büyük bir resim defterini önümüze açıp çizmeye çalışıyoruz bu anlatımlara bakarak. Örneğin kaplumbağa çizmeyi öğrendi bu şekilde. Ben de onunla birlikte öğrendim tabi. 62’den tavşan yapabilmenin ötesinde bir kabiliyetim yok işte diyorum size.
Ben pinterestten birkaç şekil seçtim. Siz de “how to draw” şeklinde arama yaparak bir sürü görsele ulaşabilirsiniz. Anne-çocuk birlikte zaman geçirmek için de güzel bir faaliyet. Sonrasında çizdiklerimizi boyuyoruz bir de üstüne, hiç boyama kitabına ihtiyaç yok.


HB













Bu da kendim için, Olaf hayranıyım da :)

21 Kasım 2014 Cuma

Acıkamıyorum Doktor Bey

Şımarıkça olacak ama ben acıkmayı ve susamayı çok özledim.
Acıkamıyorum; çünkü boyuna tıkınıyorum. Yoğurt, leblebi, fındık, meyve, bazen bisküvi gibi ara öğünler yüzünden hiç açlık hissetmiyorum. Hele leblebiye taktım bu aralar. Paketi çıkarınca geri koyamıyorum. Kabız mı yaparmış neymiş? Dikkat etmem lazım. Tabi bu haftaiçi geçerli. Haftasonu bu kadar özen gösteremiyorum. Dışarıda olabiliyoruz, ya da evdeysek de Eda ile ilgilenirken unutuyorum. O zamanlar acıkabiliyorum. Haftaiçi ise her gün durum böyle.
Susayamıyorum; çünkü su elimden düşmüyor. Susamadan içiyorum hep. Ben normalde de pek susamazdım gerçi kışları. Bazen 1 bardak su ile günü bitirdiğim olurdu. Artık en az 2 litre içiyorum. Çarşamba ayrıntılı ultrason için hastaneye gittim. Doktorun yardımcısı “idrara sıkışık mısınız” diye sordu. “Tuvaletiniz var mı” nın kibar hali. O anda yoktu yani sıkışık değildim. Ama doktor gelene kadar durumlar değişti. Hatta muayene esnasında çok daha fazla değişti. Gitmeden suyu biraz azaltmam lazımmış, bilemedim.

Su iyidir, ödemi de engeller. Sanki bu ara öyle ilk aylardaki gibi çok da kilo almadım. Tabi doktora gidip tartıya çıkmadığım sürece sorun yok. Öyle atıp tutabilirim. Bir kere de şaşırmasam tartılırken. Bazılarının yorumu çok güldürüyor beni: Hamile olduğun arkadan bakıldığında hiç belli değil. Arkadan hamile gibi gözükmek nasıl olur ki? Kilo alırsan basenler genişler falan ama bu tek başına hamileliği mi gösterir canım. Bir yan bakış şart.

Hatasonu hava hem soğuk hem yağmurlu olacakmış. Tam da tüm gün evde olup kek börek yapmaya müsait. Herkese güzel ve keyifli tatiller diliyorum şimdiden.


HB

20 Kasım 2014 Perşembe

Nilüfer Çocuk Kütüphanesi

İnternet sayesinde artık her şey elimizin altında. Bir şey araştırmamız gerektiğinde eskiden ilk adresimiz kütüphaneler olurdu. Kalmadı artık öyle bir alışkanlık. Oysa kütüphanelerin havası hiçbir yerde yok. Raf raf kitapların arasında sessiz sakin bir şekilde kitap okumak gibisi var mı. Bu ortam bana okul yıllarındaki ders çalışma seanslarını hatırlatsa da artık öyle dertlerim kalmadığına göre o kısımları silebilirim hafızamdan.




Haftasonu Çocuk Kütüphanesine gittik. Yeni yapılan bir yer burası ve her köşesine özenilmiş belli ki. Misi Köyü’nün evlerinden biri kullanılmış kütüphane için. İçeri girdiğinizde “ah bu ev benim olacaktı” diye düşünseniz de kütüphane olarak restore edilmesi insanın içini rahatlatıyor. Eda okumayı öğrendiğinde buraya sık sık gelmesini diliyorum. Ama okumayı bilmesine de gerek yok. Hatta 4,5 yaşında olmasına bile..










Dekorasyon zevki bir yana içerik bakımından da çok yeterli buldum. Okul öncesi bölümde Eda için bir sürü kitap beğendim. Hatta artık piyasada bulunmayan ve çok uzun süredir istediğim “Elmer” kitapları da vardı. Buna rağmen kütüphaneden kitap alamadan çıktık.
Üyelik için 1 adet fotoğraf ve nüfus cüzdanı fotokopisi gerekiyormuş. Hazırlıksız gidip eli boş çıkmamak için bunları bulundurmak lazım. Her seferinde 2 kitap ödünç alınabiliyormuş. Kitapları orada da okumanız mümkün. Okul öncesi kitapların bulunduğu odayı giriş kata yapmışlar. Böylece üst katta çalışanlara ses gitmiyor.

Çalışma saatleri:  Hafta içi : 09.00 - 19.00 
                        Hafta sonu : 10.00 - 19.00 


HB

19 Kasım 2014 Çarşamba

Soru Sormaca

Eda’nın düzgün cümleler kurup konuşmaya başlamasından itibaren oynadığımız bir oyun var: soru sormaca. Bu sadece ve sadece arabada seyahat ederken oynadığımız bir oyun. Eskiden arabada çok ağlardı çünkü, sıkılırdı ve bizim onu oyalamak için “hadi soru sormaca oynayalım” dediğimiz günler hala aklımda. Artık biz değil o istiyor oynamayı. Ne zaman aklına gelirse o an başlıyor oyun. Sorular “en sevdiğin renk, en sevdiğin hayvan, en sevdiğin şarkı…”gibi. Yani çocukluğumuzun anket defteri soruları.
Ben de blogger anneler ile soru sormaca oynamak istedim. Bu soruları yanıtlayıp blogunuzda paylaşır mısınız? Özellikle birilerini mimlemek istemedim. Bu yazıyı okuyan tüm anneler mimlenmiş sayılsın kendini. Yazınızın linkini yorum kısmında mutlaka paylaşın, sonrasında yazıyı buna göre düzenleyeceğim. Blogu olmayan anneler ise maille bana yazarsa onlara da yer vermek isterim.


·      Burcu soru sormaca oyunuma katılıp sorularımı cevaplamış. Kendisine çok çok teşekkür ederim. Çok sevdiğim bir yemeğin tarifini ve samimi bilgiler içeriyor. Buyurun tıklayın

·         Gülin oyunuma katılıp sorularımı cevaplamış. Tatlı kızları hayatına girdikten sonra hayatının ne kadar değiştiğinden bahsediyor. Devamı için sayfasındaki linke buyurun.




İlk cevaplar da benden olsun :)

-Hem yapmayı hem yemeyi sevdiğin bir yemek tarifini kısaca paylaşır mısın?

Ben bir meze aşığıyım. Hergün meze yiyerek hayatımı sürdürebilirim. Şu sıralar humusa taktım. Hem besleyici, hem basit, hem de müthiş lezzetli.
Benim tarifim şöyle: Tüm ölçülerim göz kararı. Nohutu haşlayıp, kabuklarından ayırıp blenderdan geçiriyorum. Sonra 1 kaşık kadar tahin ekliyorum. 1 limonun suyunu, sarımsağı, çok az tuz ve çay kaşığının ucuyla kimyon ekledikten sonra birbirine iyice karışmaları için tekrar blender yapıyorum. Tereyağda kırmızı tatlı biber yakıp üzerine onu gezdiriyorum. Hazır.
Yemek olarak da makarna ve yaprak dolması düşkünlüğüm var. Makarna yapılışını öğrenci evinde kalanlar bile bilir. Sarmada Yüksel annemden birkaç değişiklik öğrendim. İçine çok bolca yeşillik koyuyor, pirincini çok daha az koyuyor. Öylesi çok daha güzel. Bir de yarı yarıya pirinç ve bulgur ile yapıyorum ben. Yapmayı da yemeyi de severim ama yapmak için vaktim olacak tabi önce.

-Anne sıfatının önüne kendi karakterini düşündüğünde hangi sıfatı yakıştırırsınız?

Sade Anne tabiki. Beni en çok tarif eden sıfat bu olmalı.

-Anne olduktan sonra çevrenden duyduğun en sinir bozucu cümle nedir?

Eda’ya birkaç kez söylendiğini duyduğum “Sen bizim kızımız olsana” cümlesi ve “bizim zamanımızda…”ile devam eden cümlelerin tamamı.

-Yaptığı işten memnun birini tanımıyorum. Peki sen nasıl bir işte, hangi şartlarda çalışmayı dilerdin?

Bir kere bu çalışma saatleri içinde hangi işi yapsam memnun olmam. Sabah evden çıkışım ve eve dönüşüm arasında 12 saat olduğunu düşünürsem çalışmak için yaşadığım sonucu çıkıyor. Beni sadece masamda oturtsalar, elime hiç iş vermeseler bile bu kadar saati dışarıda geçirmek yorucu. Şöyle sabah 8.45 akşam 4 arası olsa mesai benim için ideal olur. Bunun yanında anlayışlı yöneticiler isterdim. İşverenlerden çok çalışanları koruyan düzenlemeler olsun isterdim.

-Akşam eve gittiğinde seni bekleyen minikkuş/kuşlar ile nasıl vakit geçiriyorsun?

Yemek faslının hemen arkasından kendimi evcilik oynarken buluyorum. Bebeklerini kucağıma verip “al teyzesi” diyor bana ve oyun başlıyor. Sonra okuldan gelen bir dosya varsa onu inceleme, kitap okuma, uykuya hazırlanma derken zaman geçiyor.

-Blog yazmayı sevdiğine göre kitapları da sevdiğini düşünüyorum. Mutlaka okunmalı dediğin, en sevdiğin kitap hangisi?

Kendi kendimle konuşuyor gibi oldum :) Ahmet Ümit kitaplarının tamamına bayılıyorum. Elime aldıysam birkaç günde biter illa ki.

-Takipte olduğun bloglar hangileri? İlk üçünü sıralar mısın?

Arkadaşlarımın yazdığı blogları severek takip ediyorum. Bunların dışında ecnebi bir blog var çok sevdiğim. Hatun üçüncü bebeğe hamile ve bloguna, kendine ve gezme tozmaya bu kadar nasıl zaman ayırabiliyor hayret ve hayranlıkla izliyorum. Linki: http://lovetaza.com/
Yemek bloglarından http://kitcheninred.com/  var. Tarifleri ayrı, fotoğrafları ayrı güzel.
Bir de http://www.secdus.com/blog var. secdus özenle satışa çıkardığı ürünleri burada bir hikaye anlatır gibi yazıyor. Tabi sadece ürünleri üzerine değil. Paylaştığı fotoğraflar da çok özgün ve yaratıcı.

-“Hayır” diyebilen bir yapın var mı? Çevrendekilere ve çocuğuna göre yanıt değişir mi?

Sanırım çocuğum olduktan sonra hayır demeyi öğrendim. Eskiden bu konuda pek başarılı değildim. Eda sayesinde belki bu yanımı geliştirdim. Çocukların “hayır”dan anlaması gerektiğini düşünüyorum. Ebeveynler ve özellikle de babalar çocukların her istediğine tamam diyerek aslında en büyük yanlışı yapıyorlar.

-Seyahat desem? Yurtdışı-yurtiçi nereler senin en sevdiğin seyahat noktaları?

Yurtiçinde görmeyi istediğim çok yer var. Örneğin Hatay, Kapadokya ve Kaş gibi. Yurtdışında da İtalya’yı çok merak ediyorum. Barcelona gezimizden çok keyif almıştım. Çocukla yurtdışı seyahati planlanıyorsa ilk sıralarda olabilir burası.

-Miniğinle birlikte çekilmiş bir fotoğrafını paylaşır mısın? Senin en sevdiğin fotoğraf olsun.

Mine’nin çektiği tüm fotoğraflar olabilir. Onun çekimlerine bayılıyorum.



Hadi anneler, cevaplarınızı merakla bekliyorum.


HB

18 Kasım 2014 Salı

Hiç Hata Yapmayan Kız

Betül “hiç hata yapmayan kız” olarak tanınıyor. Hatta bazıları gerçek adını bile bilmiyor. Hata yapmamasıyla meşhur. Sabah okula giderken evin kapısını açtığı anda kalabalıklar onu bekliyor, öyle popüler yani. Hayatında hiç hataya yer olmayan bu kız, bir gün evde yumurta taşırken ayağı takılıyor ve yumurta yere düşüp kırılacakken yani Betül ilk hatasını yapacakken onu havada yakalıyor. Ancak bu olay onun dönüm noktası oluyor. Artık hep hata yapmaktan korkarak yaşamaya başlıyor. Hayatta zevk alabileceği birçok şeyi hata endişesiyle yapmaktan kaçınıyor. Devamını kitaptan okursunuz, burada keseyim.

Bu kız bana öğrenciliğimi hatırlattı. Sınıfta öğretmen bir şey sorduğunda sessiz kalan bizleri…Yanlış cevap veririm korkusuyla çekingen davranan öğrencileri. Ya da sorduğum soru komik mi karşılanır tedirginliğinde soru işaretleriyle geçtiğimiz konuları. Hata korkusu kocaman bir engel aslında. Örneğin Betül, arkadaşları patene çağırdığında ya düşersem diye gitmiyor. Bu korku onu paten zevkinden mahrum bırakıyor. Çocuklarımıza hatanın kötü bir şey olmadığını öğretmeliyiz ki isteklerini bastırmadan özgürce yapabilsinler.



Kitaba dönecek olursam; özünde bu mesajı içeren güzel bir kitap. Üstelik 3 TL’ye aldım. Çocuk kitaplarının 10-15 TL’den az olmadığını düşünürsek çok uygun geldi.
Aldığım sitenin linkini de verecektim iyice hazırakonmanız için ama maalesef tükenmiş. Yine de üşenmedim, tüm sitelere baktım. İşte burada stokta görünüyor.


HB

17 Kasım 2014 Pazartesi

Fotoğraflarla Hamilelik Günlüğü-5


18. hafta

Bu haftanın şampiyonu su şişem! Bütün bir hafta elimden hiç düşürmediğim su şişemi fotoğrafa eklemeseydim olmazdı. Son kontrolde bebeğin yeri biraz dar diye doktor hareketi azaltmamı, su tüketimimi arttırmamı istemişti. Hareketi pek azaltamadım ama su konusunda çok dikkat ettim ve çok şükür sonucunu da gördüm. Doktor tekrar ultrasonla baktığında istediği duruma geldiğini söyledi. Doktor çıkışı kendimi ödüllendirmem gerekirdi. Kadınların kendini ödüllendirme biçimi nedir desem? Tatlı ve alışveriş dersiniz değil mi? Hemen kendimi bir pastaneye atıp çok sevdiğim Marshall pastalardan yedim. Ardından da Eda’yı bale çıkışı sinemaya götürecektim. Lakin Arı Maya koca Bursa’da tek bir sinema salonunda vizyona girince yığılma olmuş ve 3 saat sonraki seansa anca arkalı önlü yer bulabildik. 3 saat boyunca oyalanmak çok ama çok zordu. 2 adım atıp yoruldum diyen bir kız çocuğu ile alışveriş mümkün değildi. Ama farkettim ki ayakkabı dükkanlarına bir zaafı var. Bir de ben bot bakarken ayağındaki çizmeyle en yüksek topuklu ayakkabıları denemeye çalışmasaydı. Yani en azından çizmeyi çıkarıp deneseydi boynum bükük çıkmayacaktım o dükkandan ama…O gün alışveriş ödülü kursağımda kalınca ertesi gün Eda’yı babasına bırakıp tekrar denemeye karar verdim. Eh biraz başarılı oldum sayılır. Bu hafta böyle bitti.



19. hafta

Miniğimin hareketlerini tam olarak hissedebildiğim hafta. İkinci gebeliklerde çok erken hissedildiğini duymuştum. O nedenle biraz panik yaptım 16.haftadan sonra ama çok şükür kendini belli etmeye başladı artık. Özellikle de sağ tarafta minik vuruşlar hissediyorum. Bacaklar hep aynı tarafta mı ne…



20. hafta

Hamileliği yarıladık diyebilir miyiz? Sezaryen doğum yapacağımı düşünürsek çok rahat diyebiliriz. Eda bize bu hafta okulda ünite sunumunu yaptı. Aile ağacını çizmiş ve kardeşini de unutmamış burada. Benim canım o canım. İsim konusunda da karar verdik gibi. Aden ismini Eda da çok beğendi. Aden-Eda, Aden-Eda; ikisi çok yakın deyip duruyor.
21.haftada ayrıntılı ultrasona gireceğiz. Miniğimin yüzünü görmek için sabırsızlanıyorum. Umarım sağlıklı olduğu haberleriyle çıkarız.


HB

Zeytin

Zeytin ağacının büyümesi zahmetli ancak bakımı kolay. Annemlerin minik bir arsası var. Yıllar önce içinde zeytin ağaçlarıyla birlikte almışlardı. Yılda 1 kez gidip budarlar o kadar. Bu yıl 15 kg zeytin verdi. Hiç bakım yapmadıkları halde. İlgilendikleri yıllarda 100 kg zeytin topladıkları olmuştu. 4-5 tane zeytin ağacından bahsediyorum. Babam daha çok gönüllü bu işe. Annem sen hazırlayacaksın, hiç karışmam demiş de öyle el attı bu yıl da. Birkaç sene hiç toplamamışlardı bile. 



Neyse biz de “Kendin Hazırla Kendin Ye Ltd.Şti.” ne yardım amaçlı Eda ile zeytin ayıklama işini üstlendik. Yeşil zeytinlerle siyahları ayırdık. Hepsini gözle kontrol ettik ve kurt çıkmış olanları attık. O gün şunu farkettim. Bu kadar acı bir meyvede bile kurt oluyorsa bizim o yediğimiz tertemiz kurtsuz meyveler nasıl bir ilaca maruz kalıyor beynim döndü benim. Ne yediğimiz hiç belli değil.
Hemen marketten aldığım zeytinleri yemeyi bıraktım ve babamın kendi elleriyle yaptığı zeytinleri kahvaltıma ekledim. Organik filan değil ama en azından ilaçsız olduğundan eminim. Birazdan yiyeceğim elmada bol miktarda var ama ne yapabilirim. Hiç değilse elimizde olanlar için dikkat etmem lazım.



Zeytin yerken artık hem bu anlattığım sebeplerden dolayı rahatım hem de aklıma kesilen onbinlerce zeytin ağacı geldiği için huzursuz. Oysa cennette yer alan iki ağaçtan birisiymiş zeytin ağacı. Buna sebep olanlar nasıl uyku uyuyor bir de bunu anlayabilsem…


HB

14 Kasım 2014 Cuma

Kitap Kurtlarına Duyuru

Lohusa terliği diye bir şey çıkmış. Ne biçim bir şey o öyle! Üzeri taşlı pullu. Gösterişe meraklı milletlerde böyle tuhaf sektörlerin türemesini normal karşılamak lazım. Alt tarafı hastanede giyilen bir terlik değil mi o? Bir de lohusa pijaması var. O benim ilk hamileliğimde de vardı canım. O kadar yaşlı değilim. Yalnız o pijamayı hastane dışında evde de giyen, misafirlerini yatak odasında karşılayan ve özellikle de bunun için yatak örtüleri alanlar var. O grubu da ben pek anlayamıyorum. Neyse cinsiyet kız olunca bebek için alışverişten bir hayli yırttım. Lohusa alışverişim de olmayacak, baksanıza her şeyi gereksiz buluyorum. Lohusa tacı alırım belki en fazla. Böyle olunca ben de kendimi kitaplara verdim.

Ünlü kitap mağazalarında indirimler var şu anda. D&R, Idefix, Kitapyurdu ve Babil’de %25-%37 arası indirimler var. Fiyatlar da birbirine yakın. Sadece az sayıda kitap alacaksanız kargoyu da hesap etmek gerekiyor.
D&R’da 50 TL üzeri kargo ücretsiz.
Idefix’te 20 TL üzeri ücretsiz.
Kitapyurdu’nda 10 TL üzeri 1 TL, 20 TL üzeri ücretsiz, yani ücretsiz denebilir.
Babil’de 1 Ocak’a kadar tüm kargolar ücretsiz.

Ben Bir Dolap Kitap’ta yayımlanan yeni yazıları, Eda’nın yaşına uygun kitaplar ise liste haline getiriyorum. Hepsini aynı anda alamasam da parça parça temin ediyorum. Mesela bugün 4 tane kitap sipariş ettim Babil’den. Kargo da ücretsiz ne olsa, ara ara almak daha mantıklı. Yeni kitaplar eline geçtiği anda Eda’nın sevincini görmeyi çok seviyorum.

Kendim için de almak istediğim kitaplar var ama bu ay bütçeyi biraz zorladım. Hazırda okuduğum bir kitap da var; ismi Aldatmak. Daha çok başlarındayım ama pek açmadı. Edeplenir umarım biraz daha ilerleyen sayfalarda.

Lohusa terliğiyle başladık, kitapla bitirdik. Diyeceğim o ki bu indirim fırsatını kaçırmayın. Kitap alışverişine hadi herkes!


HB

13 Kasım 2014 Perşembe

Ah bu kulaklar

İşte yine başladık antibiyotik tedavilerine. Çocuğum kaç zamandır boğazının ağrıdığını söylüyordu bize ama öyle sürekli bir ağrı değil. Sık sık soruyordum ve artık ağrımadığını da söylüyordu. Ateş de yok. Ben de zencefil-bal karışımına sonsuz güvenle devam etmekteydim. Hafif geniz akıntısı için doktorun ne diyeceğini de biliyorum artık. Bol bol serum fizyolojik. O kısmı da tamamdı. Yani artık fısfıstan bıkmış bir çocuğa yaptırabildiğim kadar yapıyordum.
Ancak dün akşam annemin telefonu bu işin boyut değiştirdiğini haber verdi. Kulağının çok ağrıdığını söylemişti. Hemen çıktım işten. Hastaneye gittiğimizde doktorlar mesaisini bitirmişti. Nöbetçi çocuk doktoruna muayene oldu. Sağ kulağında sıvı vardı ve ayrıca balgam da birikmişti. Neyse ki ciğerler temizdi. Kulak ağrısı devam etmezse sadece alerji ve soğuk algınlığı için şurup verecektik. Gece sürerse sabah hemen antibiyotiğe başlayacaktık. Ne gecesi! Daha eve giderken arabada ağlamaya başladı. Kulağım çok ağrıyor diye 1,5 saat hiç durmadan ağladı. Ağrı kesici de verdik, ona rağmen. Doktoru tekrar aradım ve antibiyotik vermemi söyledi. Gece öyle zor uykuya daldı ki…Ağlar halde yatağına yatıramadık, yanımdaydı.

Gece boyu hiç kıpırdayamadım neredeyse. Uyanır da yine ağrısını farkeder, ağlar diye..Bebeğim o benim, içim gitti ağrıdan ağlarken. Sabah öksürükle uyandı. Belki daha uyur diye ben yine onun tarafa doğru dönmedim. Sonra yanaştı, geldi ve sarıldı bana. Uyandırmaya da kıyamadı. Nasıl oldu anlamış değilim.

Hastalık insanın bütün tadını tuzunu kaçırıyor. Bu çocuk da ne sık hasta oluyor diye düşünenler var, hatta söyleyenler. Valla babasının yüzünden. Baba tarafında herkes alerjik bünyeli. Çekmiş çocuk da..Allah daha büyük dert vermesin. İyileşecek inşallah. Ama bu kulak ağrısı da ne pis bir şey. O kadar ağlatmasından da belli zaten de. Sabah uyandığımda sağ kulağım güçlü güçlü çınlıyordu. Hep o kulak temizleme çubukları yüzünden. Bağımlısıyım, bırakamıyorum ve sonum iyi değil. Sinyaller geliyor. Kulakta sorun varsa tüm denge şaşıyor. Önce kızıma, sonra da herkese sağlıklı kulaklar, hastalıksız vücutlar dilerim.



HB

12 Kasım 2014 Çarşamba

Kitap Mutluluk Getirir

Eda dün öğretmeni için gül çizmek istediğini söyledi. Benim hiçbir müdahalem olmadan kendince bir gül resmi çizdi ve çantasına koydu. Bu beni yeteri kadar duygulandırmışken bir de kitaplarını okurken fotoğraf çekmemi ve Elif öğretmenine göndermemi istedi. O da görsünmüş neler okuduğunu. Öyle çekeceğim sayfayı da kafama göre seçtirmedi, kendisi seçti burasını çek diye. Tabi her şeyi fotoğraf çeken bir annesinin varlığı da bu fikrin gelişmesinde etkili olmuştur. Ama inanın çok hoşuma gitti. Geçen sene bu zamanlar böyle böyle olacak deselerdi hiç inanmazdım. İlk aylar ağlayarak okula bırakışımız değil nedeni de ne bileyim sonradan da çok istekli gitmiyordu okula. Her sabah anneannesine gitme yolunu deniyordu bir kere. Okulda keyifliydi ama bize yansıtmıyordu bunu hiç. Şimdi ise maşallah bu tip hareketlerle bunu gösteriyor bize. Bir kere arkadaşlarına alıştı. Hatta bazen haftasonları karşılaşıyoruz okul arkadaşlarıyla ve zevkten dört köşe oluyor. Artık onun da bir çevresi olduğu için seviniyor belki de. Sonra okuldaki öğretmenler…Ben hepsini çok seviyorum ve kızımın da onlara olan sevgisini gördükçe mutlu oluyorum. Umarım bu tablo hiç bozulmaz.





Yazıyı yazdıktan sonra öğretmeninden mesaj geldi. Eda’yı bu fotoğraflardan dolayı tüm arkadaşlarının yanında alkışlatmış ve fotoğrafları sınıfa asılmış. Hayatta böyle mutluluklar olsun işte daha ne ister insan. Belki arkadaşları da etkilenir ve annelerine kitap okutur. Tüm çocuklar okusun, çok sevsin okumayı.  


HB

Estetik Dövmeler

Bu dövmelere bayıldım. Ne kadar estetik her biri. Elimde olsa böyle minik minik bir sürü dövme yaptırırdım heralde. Tabi çok dövme de itici durabiliyor, o sınırı bilmek lazım.

Minik kızım inşallah sağlıkla doğunca bana yine yol gözükür herhalde. Şimdi isim seçimi safhasındayız ya, arkadaşlarım dalga geçiyor. Sen bu yüzden kısa isim istiyorsun diye. Halbuki hiç öyle değil. Hatta öyle düşününce uzunu makbul. Aden güzel olur sanki :)










PS: Fotoğrafların tamamını pinterestten aldım.


10 Kasım 2014 Pazartesi

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Saat dokuzu beş geçe
Atam Dolmabahçe’de
Gözlerini kapadı
Bütün dünya ağladı

Doktor doktor kalksana
Lambaları yaksana
Atam evden gidiyor
Çaresine baksana

Uzun uzun kavaklar
Dökülüyor yapraklar
Ben Atam’a doymadım
Doysun kara topraklar

Bu Edamın ezberlediği haliyle hepimizin bildiği şiir. Bugün okulda okuyacaklardı.



Bazen düşünüyorum da bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başında Mustafa Kemal olsaydı nasıl bir yerde olurduk. Milletin refahı nasıl olurdu, huzuru, eğitim seviyesi nasıl olurdu…Tatlı bir rüya gibi bunları hayal etmek. Kötü bir şey olduğunda görülen güzel bir rüya gibi.

Ne kadar mücadele var hayatında. Ailesinden vazgeçmiş, her şeyden vazgeçmiş vatanı için. O’na borçlu olduğumuz ne çok şey var. Ve bu kadar zor kazanılan şeylerin böylesine basitçe elimizden gidişini seyretmek insanın içini acıtıyor.

Bugün Türk milletini ileri seviyeye taşıyacak ne yapılıyor? Hani nerde bunu yapacak bir lider? Herkesin taptığı devlet yöneticileri ne yaptı? Türkiye’nin itibarını mı arttırdı? Kültür seviyesini mi ileriye taşıdı? Ülke genelinde refahı mı arttırdı? Yol yaptı evet.



Atatürk gibi bir lidere sahip olduğumuz için çok şanslıyız. Bunun farkında olup Atatürk’ün izinde olmamız, Türk milleti olarak kenetlenmemiz, mirasımızı gelecek günlere taşımamız çok önemli. Bu gereklilik her geçen gün artıyor. O’nu her gün daha da çok özlüyoruz…


HB

Popüler Yayınlar

Recent News