http-equiv='refresh'/>

31 Ağustos 2012 Cuma

Benim Terliksi Kızım

Seneye parmak arası terlik almak şart oldu

Nereden geliyor bu kızın terlik takıntısı bilmiyorum. Evlenmeden önce aldığım ve şimdiye kadar bir kez bile ayağıma sürmediğim süslü püslü, zevksiz ev terlikleri içinde şimdi Eda’nın minik ayakları kayboluyor. Ne zaman o terlikleri bulsa yan yana dizer, sırayla hepsini giyip evin içinde dolaşır. Sadece terlik de değil aslında benim ayakkabılarımı giymeye de hevesi büyük. Bayram günü benim ayakkabılarımı ele geçirmiş. Ben topuklularla zor yürürken küçük hanım şimdiden topuklu ayakkabıyla yürüme denemelerine girmiş bile. Her kadın gibi ayakkabıya düşkün olacak büyüdüğünde muhtemelen. Bu onun göstergesi değil mi?


Babasının desteğiyle ayakta duran, buna rağmen "ne bakıyorsunuz, tuhaf bir şey mi var" bakışı atan Eda

Ayakkabıya verdiği önem ve gösterdiği beğeniye rağmen kıyafet konusunda da bir o kadar özensiz. Evet, yeni bir kıyafet alındığında seviniyor, hemen üstüne giymek istiyor ama o kadar. Giyinmek onun için çok zor bir iş. Diyelim ki üstünü kirletti, terledi, bir şey oldu. Üzerindekini çıkarıp yenisini giydirene kadar kırk takla atıyorum bazen. O kolları kaldırmıyor yukarı, sımsıkı aşağıda tutuyor. Eda’ya elbise alanlara üzülerek söylemeliyim ki bu şartlar altında en fazla 2 ya da 3 kere giymiştir aldığınız elbiseyi. Bir çoğu o kadar bile giyilmeden küçüldü malesef. Eda’ya hediye alacaksanız hiç öyle şeylere masraf yapmayın. Ona en güzel hediye atlet ya da bir çift terlik :) Yazın evdeyken tüm gün atlet ve şortla gezdi neredeyse. Bakalım kışın o kalın kıyafetleri nasıl giyecek bu kadar giysisizliği severken.

HB

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Oto koltuğu nerede olmalı?

1 Haziran 2010 tarihinden itibaren yeni Karayolları Trafik Yönetmeliği ile oto koltuğu zorunlu hale geldi. 36 kg’dan az ağırlığa sahip çocukların oto koltuğu olmadan arabada seyahat etmesinin cezası olduğunu biliyoruz hepimiz artık. Bilgi eksikliğimiz bu koltuğun arabada yer alacağı konumla alakalı. En azından benim öyle. Oto koltuğu alırken tek dikkat ettiğim şey uluslararası standartlara uygun olup olmadığıydı. Bunun dışında bir de acaba 9-36 mı yoksa 9-18 kg aralığını mı tercih etmeliyiz diye düşünmüştüm. Oysa sonradan farkına vardım ki önemli bir kriteri atlamışım. Çocuğun ters yönde oturması onun için daha güvenliymiş ve bu şekilde geriye dönük olarak tasarlanmış oto koltukları da piyasada mevcutmuş. Bunu tamamen gözardı etmişim.

Biz, koltuğumuzu en güvenli yer sürücünün çaprazı diye bildiğimiz için oraya monte etmiştik. Aracı sürerken Eda yalnızsa ona ulaşmak da daha kolay olacaktı böylelikle. Yine de benim yüzde yüz içim rahat değildi. Eda bu yaşa gelmiş olmasına rağmen hala dışarıyı da pek göremiyor koltuğundan. Bunda bizim arabanın etkisi çok büyük fakat bir de koltuğu alçak kaldığı için yavrucum sadece gökyüzü, ağaç seyrediyor neredeyse. Bu nedenle acaba ortaya mı alsak koltuğu diye düşündük. Bir yandan güvenli mi ya da klima ortadayken çok mu çarpar karşıdan gibi soruları tam netleştiremediğimiz için değiştirmeden geçirdik bu yazı. Derken Dr.Gökhan Beyin bu twitini gördüm ve konu kafamda tekrar yer etmeye başladı.



Ardından twitterda “oto koltuğu için en güvenli konum neresi” diye soruyu sorduğumda birçok anneden çeşitli cevaplar geldi. Hepsi de istatistiklere göre verilen bilgilere, uzman görüşlerine, izledikleri belgesellere veya okudukları araştırmalara göre bildiklerini paylaştılar sağolsunlar. Buna rağmen 12 kişi arka orta koltuğun, 5 kişi sağ arka koltuğun, 4 kişi sol arkanın, yine 4 kişi de yeri farketmeksizin arka koltuğun güvenli olduğunu söyledi. Her birinin gerekçesi farklı ve aslında mantıklı da. Mesela sol arka diyenler kaza anında sürücünün refleksle kendini korumaya alacağı ve o hattın daha güvenli olduğunu söylüyor. Sağ arka diyenler kaldırım tarafından indirilmesi gerektiği için yol tarafını kullanmamak gerek diyor. Orta diyen çoğunluk ise darbelerin burada en az alınacağı gerekçesiyle bu şekilde söylüyor. Orta koltuk güvenli gelmiyor diyenler; kaza ile camların engelle karşılaşmaksızın buraya geleceğinden endişe ediyor. Hepsi haklı. Peki hangi kriter daha önemli?

1.Beni aydınlatan kişilerin bir kısmının belirttiği gibi bu arabaya göre de değişebilen bir şey. En güvenli yer arka orta olabilir; ancak arabamız buna uygun olmayabilir. Dolayısıyla araba alırken oto koltuğu için en uygun ve güvenli yerin neresi olduğunu da sormak gerek artık.
2.Ayrıca önemli bir konu da, oto koltuğu alırken kullanma klavuzunun mutlaka okunması gerektiği.
3.Aktif hava yastığı bulunan koltuğa kurulum yapılmamalı.
4.Ön koltuk asla oto koltuğu olarak kullanılmamalı.
5.Aldığımız oto koltuğu Avrupa Birliği Standartlarına uygun olmalı ki bu belli güvenlik standartlarını sağladığını ve çarpışma testlerinden geçtiğini gösterir. (Yeriyle alakası yok ama yine de atlamamak lazım.)


Konuyla ilgili çok sayıda sayfa var. Ben birkaç tanesine göz attım. Okumak isteyenler olursa burada linkleri var:

http://www.childcarseats.org.uk/law/index.htm (Avrupa’da uygulanan kurallarla ilgili)

http://children.webmd.com/news/20080507/safest-spot-for-babys-car-seat  ( 3 yaş altındaki çocuklarda orta kısmın en güvenli yer olduğundan bahsediyor)




Yeri, biçimi, özelliği ne olursa olsun çocuk belli bir yaşa gelene kadar bu koltuğa mutlaka oturmalı. “Kısa mesafede bir şey olmaz” yanlışı çok yapılıyor. Biz bile yaptık birkaç defa, şimdi asla müsade etmiyorum. Özellikle büyükler bu konuda bizden daha rahat. Onlar bizi koltukla falan değil basbayağı kucakta taşıdılar çünkü yıllarca. Bu zorunluluğun gelmesi çok iyi oldu. Yasadan da ziyade çocuğumuzun güvende olması için mutlaka kendi koltuğuna oturtmalıyız.

Biz burada koltuğun yerini tartışırken Antalya dönüşü bir sürü arabada çocuğun annesinin kucağında olduğunu görünce söyleyecek bir şey bulamadım. Anne kucağında ve ön koltukta olanlar, arka tarafta camdan kafasını dışarıya çıkaranlar görmek çok zor değil ülkemizde. Beni dumur edeni yine Antalya’dan dönüş yolunda motorsiklete binmiş bir aileydi. Baba önde motoru kullanıyor, anne arkasında, aralarında da 4-5 yaşlarında bir çocuk. Hiçbirinde kask yok, çocuk atlet ve şortla. Güvenliği de geçtim, çocuğun üşüyeceğini de mi düşünmüyor? Anlamak hiç mümkün değil, zorlamaya gerek yok.

Çocuk ağlasa da yol kısacık da olsa çocuklarımızı oto koltuğuna oturtmamız şart. İnşallah koltuğu, yerini, vs hiçbir şekilde test etme, güvenliğini sorgulama zorunluluğumuz olmaz. Allah kazalardan korusun. Bizimki sadece bir önlem.

HB

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Düğün Bahane

Cumartesi gecesi arkadaşımızın düğünü vardı Antalya’da. Cuma Edayı annemde bırakıp sabah 4’te yola çıktık. Antalya’ya kadar gitmişken denize girmeden olmaz, o yüzden erkenden çıkalım diyerek... Düğün şehri Antalya olunca 2 gün bile olsa hemen tatil moduna döndük. Sabah bir şort bir t-shirt ve terliklerimizi giyip çıktık yola. Antalya demek cehennem sıcağı demekti ne olsa. Kahvaltı için molayı Afyon’da verince bir şeyi hesaba katmadığımızı farkettik arabadan iner inmez. Afyon sabah 7 de buz gibiydi! Neyseki arabada klimadan üşürüm diye yanıma çorap almıştım da arabaya girince biraz olsun ısındım.

9 derece Afyon ile 39 derece Antalya arasında sadece 3 saatlik bir mesafe var. İklime bakınca öyle gibi gelmiyor. Antalya gerçekten çok sıcaktı. Sıcaklık bir yana nem insanı bunaltıyor. Kaldığımız Turizm Uygulama Oteli, Konyaaltı Plajına 5 dakika mesafedeydi. Otele varır varmaz kendimizi denize attık bu yüzden. Daha önce Alanya’ya gitmiştim tatil için birkaç defa. Oranın dalgalı ve pis denizi Antalya’yı çok sevdirmemişti bana. Daha sonra bir yaz Kemer’e gitmiş, kafamdaki Antalya imajını biraz olsun düzeltmiştim. Merkezi hakkında ise hiç bilgim yoktu. Konyaaltı uzun ve geniş bir plaj. Fotoğrafları hep aynı noktadan çekmişim. Otelden plaja iniş yolundan...Denizi alıştığımızın dışında sıcacık ama hava da öyle sıcak ki insan biraz soğuk su arıyor. Çok da temiz değildi, üzerinde yağ tabakası var adeta. Gezi tekneleri de bunun sorumlusu olmalı.






Plajda deli gibi ağlayan bir çocuk gördüm, annesinin kucağında. Anne de tipinden hemen anlaşılıyor ki Rus. “Ahaa, hani sadece Türk çocukları ciyak ciyak bağırırdı. Demek ki yabancılarda da var böyle veletler” derkeeen kadın önümüzdeki şezlonga geldi. Bir baktık ki eşi Türk. Genlerde var çocuk ne yapsın. Her şey normalmiş yani, şaşırmaya gerek yok. Her taraf Rus gelin kaynıyor. Rusça konuşan hatunlar iki dakika sonra bir bakıyorsun şakır şakır Türkçe konuşuyor. Hem de aksan falan da yok bazılarında, iyi sökmüşler.

Neyse Cumartesi düğüne katıldık. Ertesi gün de denize girmekten vazgeçerek kahvaltı sonrası hemen yola çıktık. Yol demişken, gitmeden önce yolda dinleriz diye bir CD hazırlamak istedim ama bizim mp3 çalarımız olmadığı için bilgisayardaki şarkıları audio formatına çevirmem lazımdı. Bunun için dönüştürücü program gerekti falan derken işler de çok yoğun diye ben şirketten bir arkadaşa bu görevi verdim. İstediğim şarkıları gönderdim, cd ye audio olarak yazması için ama cd sayımız az, şarkımız çoktu. Sığdığı kadarını yüklese yetecekti. Malesef bu mp3 lerin içine radyo hitlerini de koymuşum ve cd’ye neredeyse sadece bunlar sığmış. Benim istediğim şarkıların hiçbiri yoktu. Sürekli pop müzik dinlemekten içimiz daraldı. Cd’yi 1 kez dinledikten sonra kırıp attık direkt, bir daha karşımıza çıkar korkusuyla. Bir ara pop şarkıların hepsini ezberleyeceğiz diye endişelenip müziği kapattık. Bir ara ise o kadar uğraştı, dinleyelim bari sonuna kadar dedik ve çalan şarkı Coldplay olunca çocuklar gibi şenlendik.

Bu paragraf için baştan bir uyarım var. Yazıyı okuyan bir hamile iseniz yazının sonu gelmiş bulunuyor, devam etmemenizi rica ediyorum. Değilseniz Afyon’daki İkbal Tesislerinden bahsetmek istiyorum size. İstanbul-Antalya arasını arabayla gideceksiniz yemek içim mutlaka uğramalısınız. Sucuk döneri ve kaymaklı ekmek kadayıfı şahaneydi. Yediğiniz sucuğu ve kaymağı hemen oradaki marketten satın alma şansınız da var. Çok nefisti, bir sucuk sever olarak çok beğendim.

Yine yorucu bir haftasonundan sonra artık dinlenme sırası. Kurban Bayramına kadar uzun yol yok görünürde :)

HB

23 Ağustos 2012 Perşembe

Tatil Biter Blog Canlanır

“Tatilinizi anlatan kısa bir yazı yazın çocuklar” formatından uzak kalabilmek umuduyla başlıyorum tatilimi anlatmaya. Yıllık iznimizi tek seferde kullansak ve tüm tatili aynı yerde geçirsek de tatilimiz iki ana bölüme ayrılıyor: Yazlıkta bizim olduğumuz günler ilk bölüm. Eda’nın kuzeninin yani abim ve Buket ablamların bize katıldığı günleri içeren ikinci bölüm. İlk kısımda Eda’nın yeni düzene alışması sürecini yaşadık daha çok. Babaanne ve dedesini çok özlemişti, herhangi bir uyum problemi yaşamadık ama ne de olsa yeni bir yerdeydi, ev farklı, gününü geçirdiği kişiler farklıydı. Sabahları denize gittik her gün. Öğleden sonra genelde rüzgar şiddetleniyor Gündoğan’da. O yüzden o saatleri evde geçirdik. Eda gündüzleri uyumadı birkaç gün. Bu gece uykularını da kötü etkiledi tabi. Uyutma çalışmalarım sırasında sinirler gerim gerim gerilse de neşesinin yerinde olduğunu gördükçe ben de ona uyum sağlamak zorunda kaldım. Günler sonra orada da düzenini kurduğunda kahvaltı-deniz-banyo-yemek-uyku rutinini kabullendi. Taa ki kuzen Kağan’ın gelişine kadar. Onu dört gözle bekliyordu aslında. Kağan abim gelsin hadi deyip bazen ağlıyordu bile. Ama geldikten sonra biraz kıskançlık krizine girdi. Benim Kağanla ilgilenmemi sevmedi, mızmızlık yaptı, yine uyumak istemedi, gibi gibi. Kağan da çok uyumlu bir çocuk olmasına ve Eda’yı sevmesine rağmen o da kıskanma çağında, 4 yaşında şu an. O da zaman zaman hırçınlık etti yaşının gereği olarak. Birkaç gün zorlandık itiraf etmeliyim. Gün içinde bakıyorsunuz kavga ediyorlar, sonra bakıyorsunuz birbirlerine sarılmışlar. Ne onunla ne onsuz hesabı. Bu da alışma evresini tamamladı nitekim ve artık tatilin bitimine 1-2 gün kala her şey yerine oturdu.

Ben bu süre içinde 2 çocuklu olmanın ne kadar zor olduğunu sorguladım durdum. Annesi farklı olduğu halde evin içinde 2 çocuk olması bile ne kadar yorucuydu. İkisinden de senin sorumlu olman daha da zor olmalıydı. Ya da tam tersi, şimdi ne söylesem de alınmasa diye düşünmek mi daha çok zorladı emin değilim. 2 çocuk arasındaki ideal yaş farkı 4 diye düşünürdüm. 4 yaşındaki yeğenimi görünce bu konuda da tedirgin oldum. 2 yaşındaki Eda da 4 yaşındaki Kağan da ve belki 7 yaşındaki  X kişisi de kıskanma çağındaydı. Bu gerçeği kabul etmek gerek sanırım.

Deniz sevgisi

Eda tüm gün bıraksanız denizde duracak olan çocuklardan. Maşallah diyorum çünkü tam da böyle olsun istemiştim. Belki büyüdükçe ay ayağıma taş batıyor, ay su soğuk diye huysuzluk edecek ama şimdi oyun olarak gördüğünden olmalı hemen denize atlıyor. Denize koşa koşa girmece, kolluklarla yüzmece, taş atmaca, ipin üstünden geçmece gibi oyunlarımız vardı denizdeyken. Bu yıl deniz kenarında da daha iyi vakit geçirdi. Kumdan kaleler yapmasa da kum ve kürekleriyle bir süre oyalandı.

Eda’nın bir de abla sevgisi var. Kendisinden küçüklere dönüp bakmazken birkaç yaş büyük abla ya da abilerin peşinden ayrılmıyor. Dikkat çekmek için ne yapacağını şaşırıyor. Sahildeyken böyle bir abla denk geldiyse Eda ile oynayan Eda’dan mutlusu, bizden rahatı olamazdı.

Bebek de olsa mayo

Sahilden bahsetmişken; bu sene de deniz kenarında çıplak bebekler gördüm. Geçen yaz biz de birkaç dakika öyle gezmesine müsade ediyorduk ama bu yıl fikrim değişmiş olmalı ki tuhaf karşıladım. Özellikle bu şekilde gezen bir oğlan çocuğu Eda’nın yanında kumlarla oynarken çişini oracığa yaptıktan sonra. Çantamda halen bulunan Little swimmers mayolardan bir tane çıkarıp verecektim annesine de ayıp olurdu elbet. Hadi çiş yaptı ya daha kötüsü olursa ne yapacaklar acaba? Çıplaklığa hayır diyoruz bir kez daha.

Bir de denize çiş yaptırma meselesi var. Eminim çoğunluk “çişim geldi anne” diyen çocuğuna denize yapıver yavrucum diyordur. O yavrucuklar koca eşşek olunca da bu alışkanlığı devam ettirecekler bilmiyorum farkında mısınız. Bir şey olmaz diyorsanız siz bilirsiniz, böyle denizlere girmeye devam edeceğiz demektir. Ben şahsen halk plajında bulunan ve pek temiz sayılmayacak tuvaleti bile denize tercih ettim Eda’nın tuvaleti geldiğinde. Tuvalet eğitiminin sadece bezden kurtulmak olmadığını daha önce yazmıştım.

Bodrum geceleri

Yıkılıyor; Küba, Fink, her türlü mekan 11’den sonra tamamen dolu. Gittiğimizden değil, önünden geçerken gördüm :) Artık bizden geçmiş olmalı. Bir gece çıktık sadece Edasız. Onda da eve dönünce acısı çıktı. Gece uyumayıp sabah da 8’de ayağa dikilince kendimize zor geldik. Biz akşamları balkonda oturmaya devam edelim kararı aldık.

 hamur açarken babaanneye yardımlar edildi. annede iş yok ama kız fena değil :)


Gündoğan koyu


annenin terliklerine sulanmaca

dondurma olunca akan sular duruyor

abi-abla avında

deniz kenarına inince parka gitmek şart, biraz uzağa yapsalarmış şu parkı..

Eda uykuda,anne fırsattan yararlanmakta



Daha çok iyisi, az da olsa sıkıntısıyla bu tatil de son buldu. Eda bu süre içinde değişti. Konuşmasını ilerletiyor. Hala bizden başkası anlamıyor çoğu kelimesini ama olsun bu halleri pek tatlı. Karardı ve o mayo iziyle minik totosu daha da yenilir hale geldi. Çok az da olsa saçları sarardı. Bu fiziksel değişikliklerin yanı sıra büyüdüğüne işaret eden değişimler var. Bizi uğurlarken annem yine aynı şeyi söyledi “kızım çocuk büyür gider, sen kendini üzme yemedi, uyumadı diye”. Demek ki Eda değişirken ben bu yıl da aynı kalmışım.

HB

2 Ağustos 2012 Perşembe

Nasıl Geldim Buraya-5 ve Ufak Aramız

Cumartesi yaz tatilimiz başlıyor. Yaz tatili dediğim de 2 hafta bir şey. Hey gidi öğrencilik, 3 ay tatil nerde var artık!

Yazlığa gidiyoruz ama gün içinde Eda’dan vakit bulamıyorum. Akşamları da iftar, balkonda muhabbet derken yine başka şeye fırsat olmuyor. Twitter, facebook, instagram üçlüsünden kopmak zaten mümkün değil de her ağustosta olduğu gibi bu sene de blogum 1 aylığına biraz öksüz kalacak. Bu sürede beni unutmayın sakın. Her gördüğünüz spreyde beni hatırlayın olur mu? (ne alaka demeyin, yazının sonunda anlamış olacaksınız)


1 haftada tuvalet eğitimi

Hızlandırılmış tuvalet eğitimi mi demek istiyorsunuz? Öyle bir paket vardır belki ama ben yardımcı olamayacağım. Bizimki 1 ay kadar sürdü de.. Keşke ben de başta sizin gibi araştırma yoluna gitseydim belki o zaman daha kolay hallederdik.

Ağzından çıkanı duy

Ben burada ağzımdan her çıkanı okuyorum bi kerem. Sen ne hakla beni uyarıyorsun ki. Neyi yanlış buldun söyle neyi beğenmedin?

Assos’a gidenler tatil önerileri yazın

Sen istersin de ben yazmam mı! Başka bir yere gidip de tatil önerileri yazmamızı istersen çekinme yap bir arama. Hemen görür, gitmediysek sırf seni aydınlatmak için oraya gider, tatil dönüşü hemen öneri yazımızı yazarız.

Baca sıkılan çorap tarzı sprey

Çorap tarzı sprey? Yok, hayalgücüm sınırlı kaldı benim bu konuda. Baca sıkılan ne peki? Bacaya sıkılıyor olamaz, bacağa olmalı. Türkçeyi okunduğu gibi yazılan bir dile çevirmeye çalışmasak daha iyi olur ama lütfen. Bacağa sıkılan bu tarzda bir sprey görürseniz lütfen bana da haber verin. Aklımın bir köşesi hep onda olacak.

Çeşme’de bu haftasonu ne var?

Tam tarih verseydin güzel olacaktı bak. Bunu dükkanına “yarım saatliğine kapalıyız” yazan esnafın işine benzettim ben.

İnsan vücuduna değince elbise olan sprey

Ya ben çok geride kaldım ya da insanımızın hayal gücü feci seviyelere gelmiş. Ama ben bu fikri tuttum. Ütüyle çamaşırla uğraşmaya gerek kalmaz. Mağazalarda kıyafet yerine renk renk, boy boy spreylerin satıldığını düşünsenize :) Bu arada blog ile sprey sözcüğünün bağlantısını çözebilmiş değilim. Yani blog başlığı ocean spray diye bütün sprey aramaları bana geliyor. Buraya yazdıklarım yüzde beşi falan herhalde.

Şarkıcı olmak için sesimi nasıl güzelleştiririm?

Ah ahh bu yola girmeden önce bir daha düşün derim. Daha sesin bile güzel değil. Sonra yapacaksın albüm, tutmayacak, silinecek gideceksin bu piyasadan. Bu sefer “moralim çok bozuk, nasıl düzeltebilirim” diye geleceksin karşıma. Yol yakınken bir daha muhakeme et. İyi olduğun bir şey vardır elbet, onun üzerine eğil sen.

Bebeğim geceleri sürekli dönüyoryoryoryor

Yor yor yor yor yor yor aman diye devam ettim ben izninle. Güzel bir şarkı oldu. Ne yapsın yavrucak bu sıcaklarda? Döner tabi, bıraktığın gibi uyanan çocuk mu var? Bizim kız mesela üzerini asla örttürmez ama diyelim uyuyunca bir örtü attın, 5 dakika sonra yanına gittiğimde örtüyü üzerinde bulma ihtimalim hiç yoktur. Hepsi kıpır kıpır çocukların. Öyle garip karşılamaya, sinirlenmeye gerek yokyokyokyok.

Yapmacık diş

Ne yapmacık insanlar gördüm, dişleri doğal..Ne yapmacık dişler gördüm, sahipleri sahici. Ne diyebilirim ki :)


Kendinize iyi bakın :)

HB

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Spor Hariç Her Alanda Yarışırız

2012 Londra Olimpiyatlarının gerçekleştiği şu günlerde yine neden biz sporcu yetiştiremiyoruz tartışmaları kendini gösterdi. Böyle organizasyonlar daha az olsun ki biz de “neyimiz eksik bizim” komplekslerine daha az girelim. Futbol Şampiyonaları yine bir derece, arada bir de olsa oralara uğruyoruz ama bu tip karma sporlar içeren şeylere gelemiyoruz. Dediğim sorgulamaları yaparken ben de biraz olsun  “neden oralarda yokuz”un cevabını bulmaya çalışayım dedim.

En büyük sebep disiplin eksikliği. Spor eşittir disiplin. Her çocuk bu disipline gelebilir mi? Mümkün değil. Kuzenimin annesi onu ilkokuldayken basketbol kursuna yazdırmış. Bir gün izlemeye gittiğinde hocalarının çok sert davrandığını, sürekli bağırıp çağırdığını görmüş. Hemen almış kurstan, nasıl onun çocuğuna böyle bağırabilirlermiş! Hiçbirimiz çocuğumuza kıyamayız ama spora gönderiyorsan bu şekilde disipline olması gerektiğini kabul edeceksin. Sporda belli başlı kurallar var, bunlara uymayan bir kişinin ekibi kötü etkileme ihtimali var. Başarı için bu kurallar ve disiplinli çalışma şart. Hobi olsun diye değil, profesyonel olarak bir sporla uğraşsın istiyorsan çocuğunu hocasına teslim edip gerisine karışmayacaksın. Biz anneler bunu çoğunlukla yapamıyoruz. Çocuk da sıkıya gelemeyince kursu çok geçmeden bırakıyor ve spor hayatı başlamadan bitiveriyor.

Tabi şimdiki çocukların her şeyden çok çabuk sıkılması da etken. Yüzmeye gönderirsin, ben bir voleybolu da deneyeyim der. Ona gönderirsin tenis iyi tenis, onu öğreneyim ben der. Sonunda da hiçbirini öğrenemez. Öğrenir de o dalın sporcusu olamaz. Kız çocukları klasik 4-5 yaşına gelince bir heves baleye gönderilir. Kaç tane bale yaparak adını duyurmuş sporcumuz var? Maksat annenin isteği yerine gelsin, hevesi geçsin.

Bale deyince aklıma bir şey daha geldi: Yönlendirme eksikliği. Şimdi anne-babalar daha bilinçli. Değilse bile sorumluluğu okula devredip bir sürü sporla erken tanışmasını sağlayıp çocuğun yeteneğini önden keşfetme şansını yakalıyor. Bizim nesil daha şanssız. İlkokuldayken okula bir grup insan gelmişti. Kim bunlar diye merak edip sonra bale seçmelerine geldiklerini öğrenmiştik. Ben de seçilenlerden biriydim. Nasıl anlıyorlar? Bacak yapısına falan bakmışlardı diye hatırlıyorum. Sonra ben kursa başladım. Güzel güzel kıyafetler verdiler, babet sevgim de oradan geliyor heralde. Çalışmalarımız sırasında büyük sınıflara bakar kalırdım. Nasıl keyifle giderdim derslere. Büyük bir gösteri yaptık. Annemler, birkaç yakın tanıdık izlemeye geldi hepsi. Büyük bir heyecan ve gurur benim için. Ardından kızamık geçirip derslere gitmeyince baleden kopuş ve bir daha üzerine düşmeme.. Keşke zorla gönderselerdi annemler diyorum şimdi. Çok geç. Çocuk kafamla önemsemeyişim, ailemin de “çok iyisin,bırakma, bir süre daha devam edip öyle karar ver” demeyişi sonucu sporla bağım kopmuş oldu. Evet çocuk sevmiyorsa, dersler ona eziyet geliyorsa fazla zorlamanın anlamı yok. Ama aksi durumda ailenin üzerine düşmesi, gerekirse zorlaması, kısaca yönlendirmeleri çok önemli.


Son olarak sporcu yetiştiren ülkelerin en önemli özelliği devletinin spora önem ve doğrudan destek veriyor oluşu. Bizde bu olmadığı için sporcular sponsor arayışına girmek zorunda kalıyor. Oysa devletin bu mesele için müdahaleci davranması, başarılı sporcuların keşfedilip yetiştirilmesi için çaba göstermesi gerek. Bu yaptığı yatırım ile belki de o sporcular ülkesine madalya getirecek, ülkesinin adını tüm dünyaya duyuracak çünkü.


Ata’mızın sporla ilgili söylediği birkaç özdeyişe bakalım:

“Her çeşit spor faaliyetini Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lâzımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha çok ciddi ve dikkatli davranması , Türk gençliğinin spor bakımından da milli heyecan içinde , itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır.”

“Açık ve kat' i söyleyeyim ki , sporda muvaffak olmak için her türlü muavenetten ziyade, bütün milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmış olmak ve ona kalpten muhabbet ve onu vatani vazife telâkki eylemek lâzımdır.”

“Dünya spor hayatı ve spor dünyası çok mühimdir. Bu kadar mühim olan spor hayatı, bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir, ırkın ıslahı ve kişayişi meselesidir ve hatta biraz da medeniyet meselesidir.”

Bu arada volaybol ve basketbol takımımız, yüzme,atletizm gibi bireysel sporlarda yarışan başarılı sporcularımız var elbette. Onların başarısını yadsımıyorum, ancak örneğin Çin’in Olimpiyatlara çıkardığı sporcu sayısıyla kıyaslasanıza..Çok çok minik kalıyor yanlarında. Her dalda öyle ama ben ilgilendiğim konuları düşünürsem; mesela Artistik Buz Pateni Avrupa Şampiyonası’nda bir Türk ismi okunuyor. Müthiş olmaz mıydı? Tuğba Karademir Dünya Şampiyonasına katılmıştı mesela ama ilk elemeleri geçemedi. Yine de gurur kaynağı. Onun da geçmişine bakarsak ilerleyebilmek için Kanada’ya yerleştiğini ve eğitimlerini burada aldığını görüyoruz. Türkiye’de bir yere kadar gidebiliyor, bir yerden sonra tıkanıyorsunuz çünkü.

Güzel olurdu sporcularımızın böyle başarılarını seyretmek ama işte engeller, engeller...

HB


Not:Alıntılar YeniMakale sitesindendir.

Popüler Yayınlar

Recent News