http-equiv='refresh'/>

29 Ağustos 2013 Perşembe

19.08.2013 Minik bir Eren geldi dünyaya

Benim 1  yeğenim oldu. Bahadır’ın abisinin ikinci oğlu..Necdet Eren.
Buket ablam hamile olduğunu öğrendiği günün ertesinde anneciğini kaybetti. Bir yaşam biterken diğeri filizleniyordu. Rahmetli İffet teyze torununu göremedi. Ondan 7 ay önce vefat eden Necdet amca da…Hayat işte. Dedesinin adını alan minik Eren eminim onun gibi efendi olacaktır. Allah onların toprağını bol etsin, torunlarına da sağlıklı, mutlu, uzun bir ömür versin.

Eren aynı abisi gibi çok fotojenik. Çok güzel pozlar verdi bana ama ailesinin onayı olmadan paylaşmak istemedim. Karanlık çıkan bu fotoğraf uygun gibi o bakımdan. Kemerli burnumu göze sokma pahasına…

Haftasonu miniğimizi görmeye gittik İstanbul’a. Daha 1 haftalık bile değildi. Miniminnacık. Resmen unutmuşum minik bebeği, onu kucaklamasını, ağlarken susturmasını. Buket ablam artık iki çocuklu hayatla karşı karşıya. Kağan’ın tersine umarım Eren kolik sancıları çekmez ve yine onun aksine umarım iştahlı bir bebek olur. Kendisinin de en büyük dileği bu.

HB

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Mabel Matiz

Bahadır’a göre taktım ben bu adama. Haksız da sayılmaz, sürekli şarkılarını dinliyorum. Çünkü çok güzeller ve sıkılana kadar da böyle gidecek sanırım. Şarkı sözlerine dikkat ederek dinlerseniz daha da güzel oluyor. Bir de Mabel’in sesi kimilerine göre kötü olsa da ben değişik sesleri her zaman sevmişimdir. Murat Yılmazyıldırım gibi.
Mabel Matiz de ilk dinlendiğinde çok beğenilmeyip şarkılarını keşfettikçe sevilen bir şarkıcı bence. Keşfedip şu günlerde arka arkaya dinlediğim şarkılarını paylaşayım. Hem buradan rahat rahat açar dinlerim böylece.

Bu arada ne biçim ismi var diyenler; hikayesini buradan okuyabilir.


Başlıyoruz

Salı günü yavrucuğum okul hayatına başlangıç yapıyor. Zavallım çok erken giriş yapsa da umarım diğerlerine göre hafif geçecek olan 3 yıllık anaokulu dönemini güzel geçirir. Tek amacım Eda’nın yaşıtlarıyla oyun oynaması, iyi vakit geçirmesi diye başladığım anaokulu araştırmasında, yok İngilizce de olsun, yüzse de iyi olur aslında, bütün gününü orada geçirecek güzel bir yer olsun derken derken epeyce kafa karıştıran süreçlerden geçip kayıt yaptırdığımız okula en nihayetinde karar vermiştik.

Bu hafta okuldan istenilen ihtiyaç listesini tamamlayıp teslim ettik. Kalemkutu, silgi, makas gibi kırtasiye ihtiyaçları…Okulda giymek için ayakkabı, yedek kıyafetler, pijama…Havuz için bone, kolluk, bornoz gibi malzemeler… Eda’ya ait bir eşyayı buraya veriyor olmak bile tuhaf hissettirdi. Salı günü Eda’yı bırakırken bakalım o mu ağlayacak ben mi.

Neyse ki ilk hafta yarım gün olacakmış ve ilk gün anne-babalar hep birlikte sınıfa girerek tanışma oyunu oynayacak, sonra da veliler alt kata gönderilecekmiş. İlk gün tamamen yanındayız yani. Sonraki günler de ben yalnız bırakmayı planlıyorum. Babasıyla giderse olacakları tahmin ettiğim için: Babasının “hayır” diyemediğini bilen Eda, ya babasını da sınıfa alır ya da kendisi de o diyardan gider. Dolayısıyla ilk günler ben şoför gibi önce Eda’yı bırakıp, sonra Bahadır’ı evden alıp işe geleceğim. Haftaya servis de olmayacağı için Eda öğlen okuldan çıkınca onu anneannesine bırakacağım.  Şoför Nebahat emrinize amade.

Öğretmeni henüz belli değil, Pazartesi günü Veli toplantısında yapılacak kuradan sonra belli olacak. Ona iletmek istediğimiz birkaç konu vardı Eda ile ilgili. Ama dün anaokulundan sorumlu Elif öğretmenle konuştuğumuzda şöyle bir yöntem uyguladıklarını söyledi: İlk hafta çocuğu bir şekilde tanımaya başlıyorlar, velisinin bir şey anlatmamasını istiyorlar ki önyargı oluşmasın çocuğa karşı. Çünkü çocuk okulda bambaşka davranabiliyormuş. Örneğin ben Eda öğlenleri uyumuyor diyeceğim ama belki de Eda okuldan sonra öğlen uyumaya başlayacak. İkinci hafta sonunda anne ve babayla tek tek görüşme yapılıyormuş. Öğretmeninin gözünden Eda ile anne-babanın yorumları dinleniyormuş. Bakalım aynı mı olacak…

İşte böyle, 3 eylül insanlık için herhangi bir günken bizim için önemi büyük. Kızım için kolay olmayacağını tahmin ediyorum. Kendimi de düşündüğümde her okul başlangıcında strese girerdim, sınıfım nasıl olacak, öğretmenlerim kim olacak diye. Eda da alışana kadar çok zorlanacak, tabii ben de. Ama umarım birkaç haftanın sonunda oturacaktır. Hayırlısı.

HB

27 Ağustos 2013 Salı

Bebek arabasına bile tahammül edemeyen yurdum insanı



Bebek arabası: Bebekli ailelerin dostu, bekar ve anlayışsız Türk insanının düşmanı.

Geçen sene Alaçatı’nın kalabalığında gezerken bir laf yemiştik bebek arabamız yüzünden. Ne işi varmış koca arabanın o kalabalıkta. Hanfendi rahat rahat yürüyemiyor. Zaten bebek arabaları olmasa Alaçatı öylesine sakin, öylesine tenha. Kadını uzaydan direkt Alaçatı’ya bırakmış olmalılar.

İspanya’da bebek arabamız olmadan otelden adım atmadık ve her yer anlattığım gibi uzun kuyruklara sebep olacak kadar kalabalık. Bir defa olsun bırakın söylenmeye kötü bakışlara bile maruz kalmadık. Adamlar rahat, bir yere yetişmeye çalışmıyor, bizim gibi dünyayı kurtarmaya aday değil. Bir keresinde metrodayken 8-10 çocuklu bir grup bindi durağın birinden. Başlarında 2 tane yetişkin, anaokulundan diye tahmin ettik. Çocukların tamamını yere oturttu başlarındaki kadın. Hepiniz oturun ve çok hareket etmeyin diye söyledi. Ama tabi yere oturduklarında düşmekten kurtulurken bu sefer de inecek insanlara engel olmaya başladılar. Bu durum bizde yaşansa ne olur? Herkes bir cık cık cık yapıp ters bakışlar fırlatır. Öyle olmadı tabii orda, inecekler boşluklardan geçmeye çalışarak ve çocuklara da gülümseyerek indiler her seferinde. Anlayış yoksunuyuz biz. Sabırsızız ve asla kendimizi karşıdakinin yerine koymuyoruz.

Alaçatı’dakine benzer vakayı bu yaz Yalıkavak’ta yaşadık. Bu yıl Bodrum kalabalıktan taşmıştı diyorum ya o akşam Yalıkavak’ta gittiğimiz dondurmacı da aynen öyleydi. Biri kalktığı an masaya hemen yenisi oturuyor. Biz de dondurmamızı yiyip kalktıktan sonra bebek arabamızla kapıda beklemek zorunda kaldık birkaç dakika, o da sokaktaki kalabalık yüzünden. Tabi koca araba ve biz çıkışı kapatınca arkamızdan gelen aile söylendi yine yolu kapatıyor oluşumuza. Kadın orta yaşlıydı, yanında da anne ve babası vardı. Bu yorumu yaptığına göre bekar olduğundan emin olduk. “Arabanızla bize engel olmasanız ne güzel olur” deyince Bahadır da “emriniz olur” dedi alaycı bir şekilde, uzamasın diye. Bu sefer annesi terbiyesizlik ediyorlar diye söylendi. Komik değil mi? Keyfi yapılan hiçbir şey olmamasına rağmen olay çıkarmaya yer arayan insanlar.

Bebek arabasına benzer şekilde öğrenciyken de otobüste okul çantalarımıza laf ederlerdi. Ben o kadar gönüllüyüm ki o koca çantayı taşımaya. Herkes sultan bizim memlekette; hiç rahatsızlığa, beklemeye gelemiyor. O zaman siz saraylarınızdan çıkmayın, kalabalık sokaklara gelmeyin. Hepimiz rahat edelim değil mi…

HB

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Maden Köfte


İspanya gezisinin hemen ardından Gündoğan'a annemlerin yanına geldiğimiz için tatil yazılarından sonra yemek tarifi yazmam normal karşılanmalı sanırım.

Mustafa babam Elazığ- Maden'de doğmuş. Dolayısıyla ben de artık Elazığlı sayılırım. Oralarda Maden Köfte diye bilinen minik minik yuvarlanarak yapılan bir köfte yaptık annemle birlikte. Annem de görümcelerinden öğrenmiş yapmasını.




Malzemeler:

1 tane ufak boy soğan
Yarım kilo yağsız kıyma (yağsız olması dağılmaması açısından önemli)
1 yumurta
2 su bardağı köftelik bulgur
Karabiber, tuz, tatlı biber

Sosu için;

Domates, salça, sumak, limon, nane


Öncelikle soğanı rendenin en ince tarafı ile rendeliyoruz. Diğer malzemeleri de ekleyip yoğurma işlemine geçiyoruz. Bulgurlar şiştiği için yoğurma esnasında ara ara elimizi ıslatıyoruz, hatta gerekirse karışımın içine az az su ekliyoruz. Belli bir kıvama gelince (yuvarlanabilir olacak fakat çok kuru değil) minik parçalar alıp elimizde yuvarlıyoruz. Üzerine de parmağımızla minik bir çukur açıyoruz.




 
Minik köftelerimiz için tencerede sos malzemelerini hazırlayıp bunların üzerine sıcak su ekliyoruz. Su kaynadıktan sonra köfteleri içine atıyoruz. Piştiğinde de afiyetle yiyebiliriz.




HB

21 Ağustos 2013 Çarşamba

3B; Barcelona ve Bursa’dan sonra Bodrum


Barcelona dönüşü 1 gece evimizde kaldık. Hiç valiz boşaltmakla uğraşmayıp öylece yola çıkacaktık ertesi sabah erkenden. Fakat Eda’nın ömrü hayatındaki uyku rekoru ile 11’de uyanıp öğlen yola çıkabildik. Yol yorgunluğu ve bunun getirdiği geç saate kadar uyuma (9:30’ları bulan) Gündoğan’da tatilin ilk haftası da devam etti. Herkes memnun tabi. Aslında Barselona dahil birlikte olduğumuz 3 haftanın hiçbir günü öğlen uyutmadım Eda’yı. Birkaç kez deneyip sonuç alamayınca ben de üstüne gitmedim. Öyle olunca gece 10 gibi uykuya dalması da kolay oldu. Hatta ilk kez biz geceleri dışarıda yürüyüş yaparken bebek arabasında uyuyakaldı.

İstanbul Bodrum’da

Ramazan Bayramında İstanbul’da olanlar muhtemelen sokaklarda rahatça gezmiştir. Sanki tüm İstanbul küçücük Bodrum’a sıkıştırılmış gibiydi. Yollarda trafik çileden çıkarırken sokakta arabayı koyacak yer bulamıyorduk. Otoparklar bile doluydu. Akşam bir yerde çay içeyim diyorsunuz boş masa yok. Bayramlaşma için akrabaları gezeceğimiz gün sabahtan Bodrum merkeze indik, saat erken olduğu için çok farkına varmadık. Sonra bayramın 3.günü akşam gidelim dediğimizde kalabalık bize “ne işiniz var, dönün evinize” mesajı verdi anında.

Yaz günü antibiyotik

Benim huyumdur zaten. Yaz gelip klimalar açılınca ben ilaçlık olurum. Klimadan mı ıslak mayoyla durmaktan mı soğuk içmekten mi bilmiyorum ama boğazımdan dolayı antibiyotik kullanmak zorunda kaldım. Burnum da çeşme gibiydi. Plajda elinde mendille gezen bendim evet.

Plajların vazgeçilmezi

Kızım maşallah bu sene bize büyüdüğünü gösterdi. Geçmiş yıllarda Eda ile en fazla 1-2 saat sahile gidip hemen eve dönmek zorunda kalıyorduk. Bu sene tüm gün denizde kaldığımız günler oldu. Yine sıkıldı elbette ama oyalamak daha kolaydı. Tabi bunda anne-babanın rahatlığı da etkendi. Kendini kuma bulasa da engellemedik. Her zamanki gibi dışarıda yediğimizde 2 lokmayla geçiştirdi, üzerine gitmedik. Sudan çıkmak istemedi, ses etmedik. Kendi haline bıraktık kısaca biraz. Suyu o kadar çok seviyor ki ana okulunda yüzme dersi olsun istemezken şu anda olduğu için ve kışın bile bol bol yüzeceğinden dolayı çok mutluyum. Havuza da girdi bu tatilde her gün. Hatta “dalma” olarak tabir ettiği kafayı suya sokma işlemini sık sık yaptığı için su da yuttu epeyce. Site havuzu ve temiz diye çok dert etmedim. Çok şükür problem de olmadı.







Kitapsız bir tatil

Bu yaz yanıma kitap almayı unutmuşum, çok moralsizdim. Hangi kitabı okuduğumu değil Candy Crush’ta kaç bölüm geçtiğimi söyleyebilirim ancak. Yazık oldu. Marketlerde de okunabilecek güzel bir kitap bulamadım. Öyle kitapsız geçti bu tatil. Valiz işiyle hiç uğraşmadığım için sadece kitabımı değil birçok şeyi yanıma almamışım. 4-5 parça kıyafetle tatili geçirdim diyebilirim. Valiz İspanya’ya göre ayarlanmıştı çünkü. Yıkayıp yıkayıp aynılarını giydim.

En kötüsü de dönüş

Dönüş yolu berbattı. Tatilden dönenlerin tamamı aynı şeyden şikayetçi. Balıkesir-Susurluk arasındaki yol çalışması yolu 2 saate yakın uzatarak herkesin sinirlerini germiş. Karayollarını anlamak mümkün değil. Orada çalışma bitmiyor yıllardır. Üstelik asfaltta hiçbir sorun yokken neden hep yeniliyorlar bilmiyorum. Yol bir yandan ertesi gün işe başlamanın yarattığı ruh hali bir yandan, yorgunluk bir yandan. Ama en fenası da yatağını yadırgayıp benimle uyumak isteyen, gece defalarca kez uyanan, anneanne ile tekrar gündüz uykusuna döndüğü için gece 12 den önce uyumak istemeyen Eda. Nasıl tekrar adapte olacak bilmiyorum. En sonunda anneme gündüz uyutma demek zorunda kaldım. Bir de öyle deneyelim ama bir yandan da 2 hafta sonra okulu başlıyor ve orada gündüz uyutuyorlar. Neyse bu tatilin konusu değil.

Bu yıl da bitti işte. Koca bir sene bu kadarcık tatil için çalıştık ve şimdi bir sonrakini yapabilmek için bir patırtı içine girdik bile. Tatil nasıldı diyenlere tatilin kötüsü mü olur deriz ya, gerçekten de öyle. Yorucusu olur, koşturmacalısı olur ama her halukarda işten uzaklaşmak, zorlayan birileri olmadan her gün kendi programını yapmak, yiyip içerken bir yandan da yüzdüğün için kilo almamak bile çok güzel.

1 yıl sonra görüşürüz tatil

HB

20 Ağustos 2013 Salı

Hola Barcelona!

Barcelona’ya gidenlerden iki tip yorum duymuştum. Bir-çok güzeldi, hiç dönesim gelmedi. İki-abartıldığı kadar bir şey yok, küçük İstanbul. Ben ikisinin arasında buldum sanırım bu şehri. Çok güzeldi, 5 gün gezmeye yetmedi, oradaki canlılığa ve düzene imrendim; ama diğer taraftan, alışık olmadığım bir mutfak için 5 gün ve gece hayatının yer almadığı çocuklu tatil için bu canlılık bana yeterli geldi.

Şehirle ilgili ilk tespitlerim:
-Gecesi gündüzü yok bu şehrin. Sokaklarda hep bir hareket var. Tabii Barcelona’nın turist nüfusunu düşünürsek bu canlılık çok normal.
-İnsanlar çok güleryüzlü. Yanımızda Eda olduğu için herkes bir gülümsüyor, “hola cariña”. Çocukla sadece Barcelona’da gezmedik elbette ama ülkemizin o sıcak insanları gayet de suratsız geziyor çoğu zaman. Yeterince Akdeniz insanı olamamışız belli ki.
-O hareket içinde insanlar gayet rahat ve o anı yaşıyor. Önünde kuyruk bekleyen insanların olduğu restorantlarda yemek yiyenler de servis yapan garsonlar da stressiz, keyifle yaptığı işi yerine getiriyor. Bizdeki gibi masada oturan bir an önce yemeğimi yiyeyim de gideyim demiyor. Tabii garson da masa hemen boşalsın da daha çok müşteri alayım hesabında değil. Mantalite tamamen farklı.
-Şehirde ulaşım kolay desem sanırım basit bir tanımlama yapmış olurum. Akla gelen her yere metro hattı kurulmuş. Metro kullanarak pek ala her tarafa gitmek mümkün.
-Bebek arabası dostu bir şehir. Kaldırımlar çok geniş ve tamamına arabayla çıkabiliyorsunuz.
-Tabelaların çoğu 3 dil yazılmış: Katalanca, İspanyolca, İngilizce. İngilizce kullanımı pek yaygın değil sanırım, İspanyolca anlatmaya başlıyorlar genelde. Otelimizi ararken bir çifte yol sorduk, İspanyolca bilmediğimizi öğrenince az ilerdeki arkadaşını çağırdı “ven aqui” Çoğu zaman yaşadık bu durumu. Barcelona’da çok fazla Hintli ve Uzakdoğulu var ve garsonluk yapıyor bir çoğu da. Onların İngilizcesi var neyse ki.
-Sigara yasağı olduğu için rahat ettik. Genelde açık havada olsak da Eda’dan dolayı zor olabilirdi duman altı yerlerde kalmak.
-Kadın otobüs şoförü veya kadın çöpçü görmek çok mümkün.
-Sokaklar tertemiz, hatta çamaşır suyuyla temizlendiğini gördük. Kadınlar işin içine girince mi böyle olmuş acaba.
-Hava çok sıcak, ağustosta çok normal tabi ama öyle vıcık vıcık terletmiyor. Biz sabahtan akşama yürüdüğümüz halde buradaki kadar sıcaktan bunalmadık.
-Sokakta yürürken havada uçan papağanlar görebiliyorsunuz. Adamların kuşları bile başka. Bizde olsa olsa karga, belki güvercin görürsün.
-Bir de evcil hayvan, daha doğrusu köpek var herkeste.
-Çok turistik bir şehir. Elbette gittiğimiz günden dönene kadar bir sürü de Türk aile ile karşılaştık. Görkem’in Türkleri tespit hareketleri (yemekten sonra dili dişlerin üzerinde gezdirme) sayesinde daha Türkçe konuşmadan tanıdık hepsini.  Yalnız tesadüf mü bilmiyorum bir şey dikkatimi çekti. O kadar turist vardı, içlerinde bir sürü de bebekli aile. Gördüğümüz Türklerin içinde bir tane bile çocuklu aile görmedim. Nüfusumuz azalıyor mu dersiniz yoksa çocuğun ne işi var kalsın evde mi demiş hepsi.
-Yemeklerde biraz hayalkırıklığı yaşadım. Tapas dedikleri şeye bizim mezelerimiz on basar. Eğer domuz eti yemiyorsanız yemeklerinden çok bir şey beklemeyin. Ağzınıza koymuyorsanız da bol bol patatas bravas yiyeceksiniz demektir.

1.GÜN-MERKEZİ DİYE GÜVENDİĞİMİZ OTELİN ETRAFINDA DÖNÜP DURMACA

Sabiha Gökçen’den Barcelona’ya direkt uçuş koyan Pegasus’a binlerce teşekkür edip rahat bir yolculuk yaptıktan sonra Aerobus ile otelimize gidiyoruz. Catalunya Meydanı otele en yakın durak, burada indikten sonra Google Map’in gösterdiği yere doğru yürümeye başlıyoruz. Elimizde valizler ve bebek arabası Barri Gotik , Colomb Heykeli, La Rambla, gezeceğimiz bir çok yerden geçsek de gözümüz o an hiçbir şey görmüyor. Tek amacımız otele ulaşmak. Google amca yanlış yer göstermese daha kolay bulurduk belki ama öyle olmasa aynı yerleri dönüp dolaşmaz, daha ilk günden Plaça Reial’i, La Rambla’yı kendi mahallemiz gibi öğrenmezdik muhtemelen. Otelimiz La Rambla’da bulunan Liceu Opera Binasının bitişiği. Neyse ki merkezi bir otel seçmişiz, öyle olmasa 1.gün olarak sadece oteli anlatıyor olurdum.


Otelimizin en güzel yanları merkezi oluşu, odaların her gün temizlenişi ve odada mini bar olmayışıydı. Eda sayesinde hesap kabarık olabilirdi.

Otele yerleştikten sonra, yürürken gördüğümüz Taller de Tapas’ta yemek yiyelim dedik. Patates braves deneyimim işte tam burada başladı. Beni o andan sonra hiç bırakmayacaktı. Sangria söyledim bir de hemen, herkes o kadar çok methetti ki. Sıcakta iyi gitse de öyle bayılamadım tadına.



Karnımızı doyurduktan sonra Parc de la Ciutadella’ya gidelim dedik. Elbette yürüyerek, hızımızı alamadık daha. Bu arada yol üzerinde Picasso Müzesi’ni gördük. Pazar günleri giriş ücretsizmiş, dolayısıyla feci bir sıra vardı. Parka giderken Eda’ya orasının öyle kaydıraklı salıncaklı bir park olmadığını anlatsak da içinde o türden ufak bir park görünce soluğu burda aldık tabi. Piknik yapanlar, çimlere uzananlar, şarkı söyleyenler, koşturan çocuklar, her türden insan var parkta. 




Çok yorgun olduğumuz için az kalıp La Rambla’ya geri döndük. Bu caddeye İstiklal Caddesinin ufağı der biz Barcelona görmüş Türkler. Uzun bir cadde. İki yanında ve tam ortasından geçen kaldırımda akın akın insanlar yürüyor. Trafiğe de açık bir cadde. Diğer meşhur caddelerde olduğu gibi kocaman ağaçlar var burada da. Hiç yemek yemedik, blogger arkadaşlar öyle tembih etmişti. Sadece Gelato Amorino’dan dondurma aldık, nefisti.






2.GÜN-GAUDİ İLE TANIŞMA

Foursquare sayesinde ilk gece Barcelona’da arkadaşlarımızın olduğunu öğreniyoruz, Buket ve Görkem. Dünya hakkaten küçük mü?  2.günden itibaren birlikte geziyoruz. Sabah Cachitos’ta kahvaltı yapıyoruz. Çok şirin bir yer. İspanyolların kahvaltıda yediği panini diye bir şey var. Aslında sandwich oluyor kendileri. Yine domuz eti yemiyorsanız pek seçeneğiniz yok. Ya içi patatesli omletli olanından ya da peynirli domatesli yiyebilirsiniz.



 
Kahvaltıdan sonra Casa Mila’ya gidiyoruz. Bu arada kahvaltı yaptığımız yer Casa Batllo’ya çok yakın ve otelin yanındaki Liceu metro durağından binince bir ya da iki durak sonra (Passeig de Gracia) inip buraya çıkıyoruz. İçine girmeden hemen bir fotoğraf çekip direkt Casa Mila’ya giriş bileti aldık. Gezmeye terastan başlıyorsunuz. Bol bol fotoğraf çekip alt katlara indik. Görmeye değer. Adam yıllar yıllar önce nasıl bunları yapmış diye şaşırmamak mümkün değil.
Gaudi gibi bir mimara sahip olduğu için Barcelona çok şanslı.




Tekrar metroya binip Park Güell’e geçiyoruz. Burası çok tepede ve yürüyen merdivenler olmasına rağmen yukarı çıkmak tam bir eziyet. Özellikle de bebek arabasıyla. Yine de şehir manzarası ve o masalsı evleri görmek için gidilmeli mutlaka. Parkın önce tepesine çıkıp aşağı doğru gezdik ve çok büyük bir alan olduğu için böylesi daha kolay oldu. En azından bir kez tırmanıp gerisinde aşağı indik. Park Güell çıkışında hediyelik eşya satan dükkanlar var. Barcelona’da bu tür yerlere girdiğinizde hep aynı şeyleri görüyorsunuz ama fiyat olarak hepsi aynı değil. Buradaki dükkanlar biraz daha makuldü. Yine de çok fazla bir şey almayın derim. Gereksiz pahalı. 3 magnet 10 euro mesela. Bodruma geldik 3 magnet 5 TL vallahi.







 
Bu kadar gezip pestili çıkardıktan sonra az daha kasıp bir de Poble Espanol’a gidiyoruz. Metroda Plaça Espana durağında indikten sonra biraz yürümeniz gerekiyor. El Poble Espanyol İspanya’nın önemli bölgelerinin minyatür olarak sergilendiği yer. Fotoğraf için çok güzel.




Çok yorulduğumuzdan soluklanmak için bir çikolata dükkanına uğradık, orası da çok sevimliydi. Aa bir de t-shirt satan bir dükkan var, Samarrete. Patricia’nın dükkanı, kız pek konuşkan, pek tatlı. Güzel şeyler de var, Eda’ya Barcelona hatırası bir t-shirt aldık buradan, 10 euroya.





Bu kadar gezmek yeter, 1 günde Barcelona’yı bitireceğiz deyip biraz da karnımızı doyuralım istedik. Les Quinze Nits’de sıra olmuş insanlar bizi yıldırmadı. Yorgun aç demeden sıramızı bekledik ve favori yerimiz olacak Les Quinze Nits’de karnımızı bir güzel doyurduk. Yine vazgeçilmezimiz patatas bravas yanında peynir kroketleri, humus ve baby octopuses (Türkçesini yazmaya  gönlüm razı olmadı) yedik. Hepsi de nefisti. Eda da makarnaya talim oldu.



 
3.GÜN-SAGRADA FAMILIA İLE GAUDİ TURU TAMAMLANIR

La Rambla’dan El Born’a doğru giderken bir sokak var, Carrer de Ferran. Hep bu yol üzerinden gideceğimiz yere ulaştık. Carrer de Ferran üzerinde Cappukccino diye bir cafe var, kahvaltı için gittik. Caña Creması harikaydı, içinde krema, üzerinde pudra şekeri. Çikolatalı kruvasan da fena değildi. Bu arada taze sıkma portakal suyu o kadar yaygın ki koca kış içmediğim kadar portakal suyunu bu tatilde içtim.



 
Picasso Müzesi de bu cafeye çok yakın. Sabah erkenden gitmemize rağmen kuyruk epey ilerlemiş. Biz öyle beklerken görevli bizi çağırıp başka bir yere yönlendirdi. Meğer çocuklular ve muhtemelen engelliler buradan giriyormuş, tabi kuyruk yok gibi bir şeydi. Varol Eda. Müze güzeldi, Picasso’nun (1881-1968) çocukluk yıllarına ait çizimlerden 1957’de yaptığı meşhur Las Meninas eserleri dahil birçok tablosu burada. (10:00 müze açılışı. Pazartesileri kapalı, 11 euro giriş ücreti, Pazar ücretsiz) Museu Picasso, kendisi hayattayken onun adına açılan ilk müze özelliğine sahipmiş.



 
Artık sırada Sagrada Familia var. Müzeye yakın Jaume I (sarı hat) metro durağından mor hatta geçip Sagrada Familia durağında iniyoruz. Kuyruk yine alabildiğine uzun, 1 saat kadar girmek için bekliyoruz. Burası Gaudi’nin 14 yıl boyunca çalıştığı, hatta bu süre içinde inşaatında yaşadığı fakat tramvay kazası sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle tamamlanamamış bir kilise. İnşaatı devam ediyor. O yapıya uygun olması adına çok incelikle çalışmayı sürdürdükleri belli.






 
Gaudi’nin çalışmalarında nelerden esinlendiği gösterilmiş.



 
(Bazilika girişi 13,5 euro)

Çıktıktan sonra buranın yakınında bulunan bir yerde yemek yedik. İsmi Trabucaire, paella denedik. İspanyolların meşhur pilavı. Biz sevmedik, deniz mahsulleriyle aram olmadığından olabilir.



 
La Ramblamıza döndükten sonra caddede bulunan meyve pazarına gittik, biraz taze meyve yiyelim diye. Mercat de La Boqueria değişik bir yer. 1 euroya aklınıza gelen her meyvenin taze sıkılmış suyunu alabiliyorsunuz. Meyve-sebze yanında deniz ürünleri, peynirler, çerez gibi şeyler de satılıyor pazarda.



 
Pazardan sonra artık sıra Flamenko gösterisine geliyor. Biletini 1 gün önceden aldığımız için sıraya girmekten kurtulduğumuz Tarantos’ta izliyoruz. Fiyatı çok uygun ve yarım saat sürdüğü için bizim gibi çocuklu bir aileye ideal.



 
Flamenkodan sonra karnımız acıkıyor ve Carrer de Ferran’da bulunan Orio’ya gidiyoruz. O sokakta çok yürüdük demiştim ya gidip gelirken mekan dikkatimizi çekmişti ama pek bize göre değilmiş meğer. Balık ve pastırma ağırlıklı. İçimiz dışımız balık içerikli tapaslar olunca midemiz kötü oldu. İçecek olarak cavayı denedik burada,fena değildi. Yine de Esterella’yı tercih ederim.



 

4.GÜN-SÜRREALİSTİK

Barcelona sahillerine mi gidelim Dali müzesine mi karar vermek zor olsa da araba kiralayıp Figueres’e Dali’nin müzesine gitmeyi tercih ettik. 1,5 saatlik yolculuktan sonra artık görmeye alıştığımız sıra bekleyen insan manzarasıyla karşılaştık. Dali’nin eserlerini görünce bütün yorgunluğum geçti ama. Ayrı seviyorum, uçuk kaçık ve farklı olduğundan herhalde. O kadar estetikler ki. Müzesi bile çok değişikti.




 
Müzeye giriş 12 euro ama ayrıca bir de Dali’nin tasarlayıp çizdiği mücevherlerin sergilendiği bir bölüm var. Burası da şahane. Mücevher sevmem diyen kadınlar bir gitsin de göreyim ben onları her birine aşık olmadan çıkabiliyorlar mı.




 
Dali Müzesinin hemen yanında bir şeyler yiyoruz, La Churraskita’da. Pizza söylediğimiz için yemeği çok beğenmesem de Rioja rosa içtiğim en güzel şaraplardan.



 
5.GÜN-BİRAZ ALIŞVERİŞ VE BARCELONETA

Güne zinde başlamak için Zurich Cafe’de kahvaltı yaptık. Çok güzel bir yer. Eda menüyle oynarken yanlışlıkla bebek arabasına atmasa iyiydi gerçi ama böyle de kaldı elimizde.



 
Bildiğimiz birçok ünlü marka İspanya’nın ama insan kendi markasını kendi ülkesinde biraz ucuza satmaz mı? Yok, fiyatlar bizimkinden farksız olduğu gibi bir de ürünler seçilmiş midir nedir alacak hiçbir şey yok. Portal del Angel bizim Boyner gibi anladığım kadarıyla, o yüzden gezmesi keyifli gelmedi. Alışveriş için en uygun yer Ronda de la Universitat ve Maremagnum. Barcelona markası olan Desigual fazla alacalı renkli geldi bana. Fiyatları da gayet yüksek. Lefties’i çok beğendim ve birkaç bluz alabildim anı kalması için.



 
Maremagnum’da alışveriş yaptıktan sonra artık biraz deniz havası alalım diye Barceloneta’ya gittik. Eda tabi hemen denize atladı. Mayosu da yok, bir güzel ıslattı kıyafetlerini. Zor bela onu sahilden aldıktan sonra deniz kenarında rastgele bir yere oturduk. Xup xup, oturunca da kalkamadık. İkinci sangriamızı burada içtik, ilkiyle alakası yoktu. Sangria de cava. Sangria (Catalan champain) içecekseniz mutlaka bunu tercih edin, diğeri gibi kırmızı değil. Tadı çok daha şahane.

Büyük balık var dediler söyledik, kalkan geldi. Görkem kendi tarif ettiği yemeği de garsona yaptırınca burası bizden tam puan aldı.



 

Barceloneta boyunca yürürken açık hava sinemasıyla vakit geçiren kalabalıkla karşılaştık. Hayat var bu şehirde demiştim. Nasıl bir azimdir, buradan otele kadar yürüdük. Her ne kadar şehir kalabalık ve canlı olsa da ara sokaklar esrar çeken gençlerle dolu.








 

6.GÜN-HASTA LUEGO BARCELONA

Carrer de Ferran bizim için La Rambla’dan daha özel. O yüzden son kahvaltımızı burada yapmak istedik. Çikolata almak istediğimiz bir dükkan vardı, saat 10’da açılınca hemen alışverişimizi yaptık. Sahipleri çok tatlı ve içindeki şekerler de. Çikolatalar erir diye düşünürseniz kurabiyeler ve çok güzel lolipoplar da satılıyor. Hediye olarak götürülebilir. Aslında kutuları içindeki şekerlerden bile güzel.

Placa Catalunya’ya kadar yürüyüp havaalanına gitmek için tekrar Aerobus kullanıyoruz. Check-in için uzun bir kuyruğun sonunda iken bir bayan gelip bizi en öne alıyor. Yine bebek arabamız ve Eda sayesinde. İspanya’yı, Barcelona’yı çok sevdim. Eda ile gittiğimiz için hiç pişman olmadık. Evet çok yorulduk ama aklımız uzakta değildi. Az uyuduk, çok yorulduk ama eğlendik. Eda kuzum babaannesine gelir gelmez en çok özlediği yemekleri istedi. Mantı, börülce, köfte. Özledik hepsini ama değişik ve güzel bir tatil oldu hepimiz için.

HB






Popüler Yayınlar

Recent News