http-equiv='refresh'/>

30 Mayıs 2013 Perşembe

Tek Varlık Sebebi Bize Fayda Sağlamak Oysa

ÇATISINA YANINDAKİ ÜNLÜ ÇINARIN DALLARI DEĞEN KÖŞK, ÇINARIN DALLARINI KESMEMEK İÇİN RAYLAR ÜZERİNDE KAYDIRILDI.

....

Atatürk, 1930 yılında, (olasılıkla Haziran ayı içinde), bir gün köşke gittiğinde, orada çalışanlar, yandaki çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyerek, çınarın köşke doğru uzanan dalını kesmek için izin istediler.
Atatürk ise, çınar ağacının dalının kesilmesi yerine, binanın tramvay rayları üzerinde biraz ileriye alınmasını emretti.

Bu görev, İstanbul Belediyesi’ne verildi.
...



Atamız ile ilgili öyküleri hep takdirle okuruz ama bazı zamanlarda daha da anlam kazanır bu takdir edilen, özlem duyulan öyküler. Bu “bazı zamanlar”ın sayısı öyle artıyor ki gün geçtikçe, keşke Atamız hayatta olsaydı, keşke izin vermeseydi hiçbirine, tek bir sözüyle tüm AVM yapımı yasaklansaydı. Doğayı katledenler cezasını bulsaydı. Ülkenin bir tarafında ağaçlar kesilmeye çalışırken bir tarafında da yanıp kül olduğu günler sadece uykuda görülebilecek bir kabus olsaydı bizim için. Keşke ülke halkı bu katliamı önlemek için bu kadar direnirken onların yanında olacak bir liderleri olsaydı. Keşke Atamız yaşasaydı. İzin vermeseydi hiçbirine.

Çalıştığım şirketin bahçesinde kocaman bir ağaç vardı. Gölgesine giderdik kahve molası verdiğimizde. Bu mevsimde eriklerinden yerdik. Hiçbir şey yapmasak; pencereden bakınca bu bina yığınının içinde gördüğümüz tek bir ağaç görüntüsüyle dahi kendimizi iyi hissederdik. Bu hafta bu ağacı kestiler. İşe geldiğimizde yoktu yerinde. Büyümesi için yıllar gereken bir ağacı, tek varlık sebebi biz insanoğluna fayda sağlamak olan bir canlıyı yok etmek işte bu kadar kolaydı. 1 gece yeterliydi, üstelik sonunu yapan yine insanoğlunun kendisiydi. Gerekçesi de ne biliyor musunuz? Helikopterler inerken engel olması!
80 yıl önce gerçekleşmiş bir olay, bakış açısı ve bugün olanlara bakın. Ne kadar geriye gitmişiz değil mi!



“Geleceğe umutla bakmak” isterken “çocuklarımız için endişelenir hale gelmek” ten alamıyoruz kendimizi.
Atatürk’e ait bir öykü ile başladım, kendisinin özdeyişiyle bitiriyorum: “Çevreyi korumak aklın gereğidir” Umarım aklın yolu bir olur, doğa kendisini katledenleri cezalandırmadan bu olaylar son bulur.

HB

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Yunanistan’da Yeme-İçme

Yeme-içme konusunda Yunanlıları takdir ettim. Türk mutfağının üstüne tanımam, o ayrı ama onlar da hiç fena değil. Özellikle fiyat-kalite karşılaştırması yaparsak gayet başarılılar. Selanik’te geçirdiğimiz günün akşamında otele de çok yakın olan bir yerdeydik. Hani Nevizade’ye benziyor demiştim, orası. Onlar o bölgeye Bit Pazarı adını vermişler. Yanyana birkaç restorant, dışarıda kurulu masalar ve canlı Yunan müziği eşliğinde yemek. Aslında Selanik’te nerede yemek yesek diye hiç düşünmemize gerek kalmadı. İyi ki Selanikli bir arkadaşım var. Onun sayesinde bu seyahat çok kolay geçti. Ama ne yazık ki kendisi orada olmadığından bize taa Londra’dan destek vererek yardımcı oldu. Michael’in önerisiyle Ouzou Melathron’da yemek yemeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız. Yemekler harikaydı, özellikle de lakardi. Aslında ana yemek değil de meze yemeyi tercih ettik. Everything little little into the middle dedik kısaca. Hepsinden de çok memnun kaldık. Mekandaki garsonlar da çok samimi ve güleryüzlüydü. Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerinde en çok sevdiğim şey restorant ya da cafelerdeki garsonların seni sıkboğaz etmemeleri. Bizde nasıldır? Garson gelir, on kere bir arzunuz var mı diye sorar. Her siparişi aynı anda hızlı hızlı getirir. Bir an önce ye de kalk hadi havası yaratır. Tabii bizde insanların zamanı çok kısıtlı, her şeye acelemiz var.





İçki olarak erkekler Yunanluların meşhur rakısı ouzo içtiler. Ben beyaz şaraptan pek farklı olmayan “retsina” içtim, çam reçinesi içerdiği için tadında ağaç kokusu vardı hafif. Gerçekten. Tüm bu yeme-içmenin ardından da kişi başı 15 euro ödedik. Selanik’e gidiyorsan ye yiyebildiğin kadar.

Bu arada öncesinde oturduğumuz cafeden bahsetmeyi unuttum. Herkes denize karşı oturmuş, cafelerde yer bulmak o kadar zor ki. Bir grup masadan kalktığı anda hemen yerlerine geçiyoruz. Yunanistan’da frappe meşhur diye duymuştum. Fakat daha önce mola verdiğimiz yerlerdne birinde denediğimde tadını hiç beğenmedim. Bu benim soğuk kahve sevmememden kaynaklanıyor olabilir. Frape yerine milkshake içiyorum o yüzden. Tadı gayet güzel.



Sondan başa gittim madem bir de otelin kahvaltısından bahsedeyim. Peynir, reçel, yağ, bal, kek, zeytin, salam (ki bu bizim işimize yaramıyor), domates, salatalık, yumurta, hatta yumurtalı ekmek bile var. Eeee daha ne olsun.



Yunanistan pasta, tatlı gibi şeyler için tam bir cennet. Pastane camlarına yapışmanız çok mümkün.




Yemek maceramız ertesi gün Kavala’da devam ediyor. Önce Mahmed Ali Paşa’nın evine yakın bir cafe var (İbrik Cafe) Biraz tepede kaldığı için manzarası çok güzel. Bu manzarada Türk kahvesi çok güzel giderdi diyoruz. Neyse ki Yunan kahvesi de lezzet olarak bizimkini aratmıyor. Hatta neredeyse daha güzel diyeceğim.



Yola çıkmadan önce karnımızı doyurmak üzere sahilde bulunan restorantlardan birine oturuyoruz. Dolma, midye, yahni ve resimde gördüğünüz tüm yemekleri silip süpürüyoruz. Bu kadar yemek için ödediğimiz para yine bir öncekine benzer şekilde az, kişi başı 12 euro.

O kadar Yunanistan’a gittin iki kelime öğrenmedin mi Yunanca diye soranlar varsa işte size cevabım:

Efharisto: teşekkürler
Kalimera: günaydın
Kalinihta: iyi geceler
Poli: şehir (Konstantinopoli Kostantin’in şehri örneğin. Bu arada Kavala’ya girdiğimizde Konstantinopoli 640 km diye bir tabela gördük. İstanbul Yunanlılar için hala Konstantinopoli bildiğiniz gibi)
Endaksi: tamam
Nero: su

Bunları biliyorsam gerisi kolay zaten.
(Yemekle ilişkisi ne demeyin, dil bilmenin en önemli amacı karnını doyurabilmektir)


HB

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Yunanistan'da Alışveriş

Selanik’te çok ünlü markalara ait mağazaların bulunduğu bir cadde var demiştim. Giysi alışverişi için bu cadde ideal. Biraz daha uygun fiyat arıyorsanız da bir üst caddesi Egnatia’da daha ucuz fiyatlara ürünlerin bulunduğu dükkanlar var. Yalnız muhtemelen bunların bir çoğu zaten Türkiye’den oraya gidiyor. 





1 günlük gezide alışverişe ne kadar yer olur tahmin edersiniz. Yine de gruptaki kadınların baskın olması sebebiyle birkaç mağaza gezebildik. Bir de Eda kuzum benden bebek istemişti, ona bebek bulabilmek için epeyce yer gezdik. İşin kötüsü saat 3’te her yer kapandığından hem oyuncakçı bulup hem de açık oyuncakçı bulmak en zoru oldu.




Hediyelik eşya için Surlara çıktığınızda birkaç dükkandan alışveriş yapabilirsiniz. Veya Atatürk’ün evinden çıktıktan sonra çok az ileride bir yer var. Biz buradan magnet aldık, tanesi 5 euro.

Yiyecek olarak alınabilecekler; Kavala’dan kurabiye alınmalı. Türkiye’de de satılıyor fakat tat olarak aynı değil. Yunanistan zeytinyağında çok başarılı. Ekmeği banarak yemeye doyamıyorsunuz. Asit oranı çok düşük ve bu da kalitesini gösteriyor. Duty free den alınabilir. Ayrıca Yunan Kahvesi de satın alınabileceklerden. Logosunda papağan olan markanın meşhur olduğu söylenmişti. Biz farklı bir marka aldık, geldiğimde deneme yaptım hemen. Türk kahvesi sevenler bunun da tadını beğenecektir.

HB

23 Mayıs 2013 Perşembe

Keşf-i Yunanistan

Yunanistan...Yaşadığım şehrin en yakın komşu ülkesi. II.Murad’ın fethinin ardından 550 yıldan fazla Osmanlı hakimiyetinde kalmış, ülkemizle birçok mübadele yaşamış, birçok açıdan hem bize çok benzeyen hem de bizden çok farklı bir ülke. Yunanistan gezimiz sadece haftasonu için olduğundan kapsamı sınırlıydı.
Programımız şöyleydi: Cuma saat 9’da Bursa’dan kakış, Gelibolu üzerinden İpsala sınır kapısına varış, (planlananın biraz üzerinde Gümrükte 2 saat kadar bekleme), 10’da kahvaltı için otele varış, 2’ye kadar rehber eşliğinde Selanik turu, sonrasında serbest zaman. Pazar sabahı 8:30 da otelden hareket, 10’da Kavala’ya varış, şehirde gezi ve serbest zaman, 1’de hareket ve 11:10’da Bursa’ya varış. Şimdi bu programın içini dolduralım biraz. Uzun bir metin ve bir sürü fotoğrafla sıkıcı bir post hazırlamak yerine Yunanistan gezimizi 3 ayrı yazıda anlatmak istiyorum: Keşf-i Yunanistan, Yunanistan’da Yeme-İçme ve Alışveriş.

Selanik

Rehberimiz yolda şöyle söylemişti: Yolda ilerlerken sol tarafınızda kocaman çimento fabrikası göreceksiniz, işte o zaman anlayın ki artık Selanik’tesiniz. Çimento fabrikasından önce yolun hemen kenarına yapılmış kiliseler gördük ara ara. Bu, tam da o noktada büyük bir kaza olduğunu, o nedenle kilise yapıldığını ve yakını kaybededenlerin gelip orada mum diktiklerini gösteriyormuş. Aynı zamanda “bakın burası tehlikeli bir viraj, burada kaza yapıp hayatını kaybedenler oldu, dikkatli gidin” anlamı da taşıyormuş. Kiliseciklerin ve çimento fabrikasının ardından Selanik karşımızdaydı. Önce Selanik, yani Thessaloniki adının nereden geldiğini anlatayım. Şehrin kurucusu olan Makedonya kralı Kassandros, Büyük İskender’in kardeşi olan Thessalonike ile evlidir ve kurduğu şehre karısının ismini vermiştir.

Selanik turumuza öncelikle Yedi Kule surları ile başlıyoruz. Şehrin tepesinde, panaromik bir görüntü karşılıyor bizi. Bol bol fotoğraf çekiyoruz, karşımızda gördüğümüz manzara bize İzmir’i hatırlatıyor. Tekrar aşağı doğru inerken gördüğümüz mezarlıklarda dikkatimizi çeken bir şey var. Yunanlılar mezarların başına orada yatan kişilerin resmini koyuyor.



Surların ardından Beyaz Kule’ye gidiyoruz. O gün şansımıza girişler ücretsiz. Beyaz Kule şehrin sembollerinden sayılıyor ve Selanikliler için önemli bir yapı. Kıyımlar esnasında kule kanla kırmızıya boyanıyor. Yunanlılar Balkan Savaşları sonucunda şehri geri aldıklarında vaftiz etmek ve tüm bu günahlardan arındırmak için beyaza boyuyorlar. Beyaz Kule’nin içi 6 kattan oluşuyor ve her bölümde farklı video gösterileri, tarihi olayları anlatan fotoğraflar ya da videolar var. Fakat ne yazık ki sadece Yunanca olduğundan yerli halk dışında kimsenin anlaması mümkün değildi. Sadece fotoğraflardan anladığımız kadarıyla geçmişte çok sayıda cami bulunuyormuş şehirde. Şimdi ise 1 tane bile minare yok. Beyaz Kule Yunanistan’ın sahil boyunda olduğundan en üst katına çıkarak güzel fotoğraflar çekmek mümkün.












Bir sonraki durak Aziz Dimitri Kilisesi( Agios Dimitrios )Kiliselerin mimarisi bana hep etkileyici gelmiştir. Burası da gösterişli bir yapı, içindeki mozaik süslemeler de görülmeye değer.






Kiliseden sonra sıra Alaca İmaret Camii’ye geliyor. Bu cami İshak Paşa tarafından yaptırılmış, arada restore edilmiş ama günümüzde öyle bakımsız ki rehberimiz bundan kısa bir süre önce madde bağımlılarının gece uğrak yerlerinden olduğunu söyledi. Şimdilerde yine restorasyona başlanmış.






Buradan Atamızın evine gidiyoruz, zaten yürüme mesafesinde, sadece birkaç dakika uzaklıkta. Atatürk’ün doğduğu ev günümüzde Türkiye Konsolosluğuna ait. Uzun süredir restorasyonda olduğunu duymuştuk. Ne yazık ki hala bitmediğini öğreniyoruz. O nedenle sadece bahçesinde bulunma şansımız var. Evin içine giremiyoruz. Bahçede Ali Rıza Efendi’nin dikmiş olduğu nar ağacı var. Şimdi kocaman, acaba Atam bu bahçede gezerken nasıldı?






Evin tam karşısında bulunan cafelerden birinde Süleymaniye Camiinin resminin asılı olduğunu söylüyor rehberimiz. Sadece fotoğraf için cafeye giriyoruz.

Böylelikle rehber eşliğinde Selanik turumuz sona eriyor. Otelimize yerleşiyoruz bunun devamında. Otel çok merkezi. Selanik aslında 3 ana caddeden oluşuyor. Sahil caddesi,  buraya paralel  Tsimiski Caddesi (Bizim Bağdat Caddesini andırıyor, büyük markaların dükkanları burada. Sadece farklı olarak cafeler bir alt caddeye, yani denize karşı sıralanmış) ve bir üst caddesi olan ve otelimizin bulunduğu Egnatia Caddesi. Odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra bu caddelerde gezmeye başlıyoruz. Biraz yemek ve alışverişten sonra bir şeyler içmek için gençlerin akın ettiği cafelerden birine oturuyoruz. Şehir cıvıl cıvıl, herkes dışarıda. Kim der ki Yunanistan’da kriz var! Buradan sonra bizim Nevizade’ye çok benzeyen Yunanlıların taverda dediği restoranlardan birine gidiyoruz. Oraları yemek bölümünde anlatayım.



Otelin penceresinden Egnatia Caddesi



Aristoteles Meydanı



Kavala

Ertesi gün kahvaltının hemen ardından Kavala’ya geçiyoruz. Kavala denince akla Mehmed Ali Paşa geliyor. Rehberimiz kendisine çok kızgın. Onun Osmanlıyı oyalayıcı oyunları yüzünden Yunanistan’ı kaybettiğimizi söylüyor. Kavalalılar için çok önemli bir şahsiyet o yüzden. Öncelikle evine gidiyoruz ama ücretli olduğundan pek gezmeye de değer bulmayıp sadece fotoğraf konusu ediyoruz evini.





Selanik İzmir’e benziyor demiştim. Kavala da Kuşadası’nı andırıyor. Sahil kasabasına benziyor bu şehir. Oldukça sevimli ve yaşanılası. Kavala’nın karşısında bulunan Tasus Adası’nın çok güzel olduğu söyleniyor. Fakat ne yazık ki bu kadar kısıtlı sürede çevre yerleri gezmemiz mümkün olmuyor. Bu arada Selaniklilerin denize girdikleri Lagadas diye bir yer varmış. İzmir’den Çeşme’ye gitmek gibi düşünebilirsiniz dedi rehber.





Yunanistan ile ilgili tespitlerim şöyle:
-Adamlar tam bir balkon aşığı. Evlerine boydan boya balkon yapmışlar. Fransız bakonu diye bir şey varya, bence Yunan balkonu diye de ayrı bir tanım olmalı.
-Klozetlerde musluk yok fakat bu Avrupa’nın tamamında böyle, Yunanlılara özgü değil. Yine de bana pek bir tuhaf geldi. Eda ile gidince ne yapacağım şimdiden düşünmeye başladım.
-Dükkanlar saat 3’te kapanıyor. O saatten sonra dışarıda işiniz varsa yandınız. Güya krizdeler ama restorant ve cafelerin kalabalıklığına bakınca insanlar işlerinden çıkmış da buraya koşmuş gibi görünüyor.
-Kızlar hakkaten çok güzel ve bakımlı. Ama kendilerine ayırabildikleri o kadar çok zaman var ki benim de olsa ben de bakımlı olurum diyesim geliyor.
-Selanik ve Kavala tahminimden çok daha güzel yerlermiş. Çok yakın olmalarına rağmen uçakla gitmek en ideali. Böylece çok yorulmadan daha çok gezmeye fırsat kalacaktır.

HB

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Yeşiller içinde Dobruca

Kışın AVM’lere doyduk, biraz temiz hava alalım dedik ve resimde gördüğünüz yerde bulduk kendimizi. Dobruca’da büyük bir alan içinde, minik minik şelaleler, gürül gürül akan bir dere, gökyüzüne uzanmaya çalışıyor görünen ağaçlar, yemyeşil bir atmosfer. Restorant öyle güzel bir yere kurulmuş ki Vedat Milör’ün puanlama kriterleri gibi yorum yapacak olsam ambiyans ile yüksek not alır. İşletme olarak pek sevmesem de doğası için gidilir. Yemek menüsü çok geniş değil. Ben balık yedim, pek beklentimi karşılamadı. Bahadır köftesi meşhur diye duymuş, onu denedi. Mantarlı, kaşarlı köfte geliyor güveçte. Tadına baktığım kadarıyla fena değildi. İşletmenin kurulduğu alan çok geniş olduğu için adım başı garson var ve kalabalıktan dolayı hepsi koşuşturma içindeler. Nezih bir yer değil de daha salaş diye tabir edilebilir.

Aileleriyle gelen çocuklar kumla suyu birbirine karıştırıp çamur yapıyor. Kollarından sular akıyor hepsinin, üstü başı ıslanmış, ayakkabıları çamur olmuş. Eda’nın gözü hep onlarda. Garibim pek çok bakıyor, “ne çok eğleniyorlar, benim annem niye böyle titizlik yapıp bana izin vermiyor ki, ben suya taş atmak dışında bir şey yapamayacak mıyım burda” diye düşünüyordur kesin. Sonunda ben de aman yaaa ıslanırsa ıslansın, yedek kıyafet var, değiştiriz diyerek koyuveriyorum. Masanın hemen yanından akan yarım metre genişliğindeki su yolunda oynamasına izin veriyorum. Minik ama baya da hızlı akıyor su. Üstü ıslanıyor tabi ama sorun değil, eğlensin yeter. Sonra bir pet şişe istiyor diğer çocuklardan görerek. Ona su dolduruyor, şişenin ağzını akıntı yönüne doğru tuttuğu için yapamıyor. Babası öğretiyor, suyun aktığı tarafa tutması gerektiğini. Böyle oynarken şişe elinden kaçıyor ve o kadar hızlı ilerliyor ki onu yakalayayım derken peşinden gidiyor ve suyun içine dalıyor bizimki! Ayakkabılar su içinde tabi. Her şeyin yedeği var ama ayakkabı taşımıyoruz. Bundan sonraki dışarıda gezme hayatını babasının kucağında geçirmek zorunda. Benim de olabilir ama Eda’nın çantası, fotoğraf makinem falan derken biraz zor. Aslında yemeğimiz bitmiş ve eve dönebiliriz ama oturduğumuz yere biraz daha uzak olan salıncakları keşfediyor çıkmadan önce. Sallanmak için ayakkabıya ihtiyaç yok. Biraz da orada oynuyor. Parkın yanında bir de kum var, çocuklar kovalarını getirmiş oynuyorlar. Mahsun başlayan gün öyle sonlanıyor. Bu kez ayakkabısız kaldığı için kum oynayamadan eve dönüyor.
Neyse ki Pazar günü kahvaltı için aynı yere gidecek :) Bu kez daha tedarikli.

HB







Popüler Yayınlar

Recent News