http-equiv='refresh'/>

31 Aralık 2013 Salı

Bir hastalığın ardından

-Çok şükür öyle ciddi bir şey değil ama nalet virüs çok hırpaladı, çok yordu bünyemi. Bir daha boğaz yanması ve baş ağrısıyla uyanırsam ciddiye alacağım. Devamı pek hoş olmuyor, bunu unutmayacağım.
-3 gece 2 gün boyunca yutkunmanın ne kadar önemli bir faaliyet olduğunu anladım. Bu süre boyunca en uzun süre yutkunmadan duran insan rekoru için adaylığımı gösterecektim. Bir ara diş hekimlerinde tükürükleri çeken aletten mi alsam diye düşündüm, o boyuta geldim boğazımdan kulaklarıma yayılan ağrıyla kıvranırken.
-Boğaz öyle tahriş olmuş ki portakal, limon gibi şeyler boğazıma değdiği anda boğazımdan alevler çıkacak sandım. Bu hale gelmeden bol bol meyve yemeli.
-Hasta halim yetmezmiş gibi bir de ailenin her ferdi hiç kendine dikkat etmiyorsun diye azarladı beni. Ben ki atletsiz dışarı çıkmam, atkımı takmadan çay molasına bile inmem, nasıl oluyor da dikkat etmediğim söyleniyor. Virüs bu virüs, kalın giyinmenle güzel beslenmenle pek ilgilenmiyor. Haa ağzını kapatmadan öksürenlere kızsalar onun yerine anlarım.
-Maske takmak aşırı iğrenç, rahatsız bir şey. Edama bulaşmasın diye evde taktım 1 gün ama sıkıntılar geldi . Yine de keşke bu maske ülkemizde yaygın bir şey olsaydı. Hasta hasta evinden çıkanların takması zorunlu olsaydı keşke.
-Bahadır’a verdiğimiz ağlayan yüzü hemen siliyorum ve yerine kocaman bir gülen yüz veriyorum. Ben hastayken çok ilgilendi Eda ile sağolsun, geceleri uyuttu bile hatta.
-Tam iyileşemedim, hala öksürükle boğuşuyorum ama antibiyotiği yarıda kesmek zorunda kaldım. Mideme iyi gelmedi çünkü. Bir yerden iyileşelim derken diğer şeyleri bozuyoruz.

Kısaca bir hastalığın ardından tam da yılın son gününde, yeni yıl ve önümüzdeki yıllar için en başta sağlık diliyorum. Gelen yeni yıl mesajlarından en sevdiğimi paylaşıyor ve herkese 1’ini kaybetmediği
sağlıklı yıllar diliyorum.

1 ve 0' lar..!

Şöyle der Vehbi Koç:
"Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene, İşin varsa bir sıfır daha koymalısın,İş seninse üç sıfır daha koymalısın,İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha,
Araban varsa bir sıfır,
Yazlı
ğın varsa bir sıfır daha,
Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi...
Ancak, Sa
ğğın varsa bir koyarsın başına,
o zaman bütün sıfırlar anlamlı bir de
ğere ulaşır.
Yoksa sonuç sıfırdır, hiç u
ğraşmayasın boş yere..."
Hepiniz için "1" inizi kaybetmediğiniz sağlıklı bir 2014 dilerim… Çünkü "0" ların, sizin ve sevdiğiniz insanların ona ihtiyacı var..

24 Aralık 2013 Salı

Bugün Babaya Ağlayan Surat

Sabah yataktan kaldırılamayan Eda’nın artık pes etmiş annesi, seçtiği giysileri yatakta birazcık daha uyku diye yalvaran kızına giydirmeye çalışmaktadır. Sanki haftasonu okul yokken sabahın 7’sinde uyanan kız aynı Eda değildir! Anne güçlükle kızı giydirmeye çalışırken sultan yerinden kıpırdamadığı gibi bir de “anneeee süt” deyince aynı anda kaç iş yapılabilir muhakemesine girmek yerine topu direkt babaya atmaya karar verir.

Anne: Babası ben Eda’yı giydiriyorum, süt ısıtabilir misin kızına?
Baba: Tabi
Eda: Ama ballı, ama pipetten, ama ılık.

Baba daha Eda giyinemeden bir hızla sütü getirir. Anne bu çabukluk ve pratiklik karşısında şaşırmıştır ve bu süt işini komple babaya devretme kararı almak üzeredir ki o anda kızdan gelen yorum annenin kafasındaki güzel tabloyu dağıtır.

Eda: Bu süt ısınmamış!

Sütün geliş hızının altında yatan sebep belli olmuştur.

Anne: Sen şimdi bunu böyle iç, ama babaya da söyleyelim daha çok ısıtması gerektiğini.

Baba çağırılır ve geri bildirimde bulunulur.

-1


Yine de hızlı adamdır şu baba. Anne ve Eda’dan önce hazırlanmış, arabayı ısıtmak için aşağı inmiştir. Evin kızları da artık hazır olduğuna göre evden çıkma vakti gelmiştir. Kapıda bir de ne görsünler! Baba sadece kendini almış çıkmıştır. Annenin çantası, bilgisayar çantası, kızın okul çantası öylece kapının yanında durmaktadır. Anne söylenmeye başlar, “eh babası eh insan bari birini alır”. Eda annesine yardım eder, neyse ki bu bahaneyle okula gitmeyeceğim diye ağlamaya yeltenmez ve yardım ediyorum diye havalara girip çantasını sırtına asar. Ama arabaya bindiğinde de babasına lafını söylemeden duramaz:  “Baba yaptığın şey çok ayıp”

-2

Baba bugün ağlayan suratı haketmiştir :)



HB

13 Aralık 2013 Cuma

Rutinini Sevsinler

Bazı annelere göre çocuğun sık banyo yapanı makbul. Hatta “ben çocuğumu her gün banyo yaptırırım, sonrasında güzel bir masaj yaparım, ardından öyle uykuya geçer” rutini savunucuları da var. Geçen arkadaşımla, Gülinle konuşuyorduk. Kendisi 6 aylık ikiz annesi. Tabii bu her gün banyo yaptırıp rahatlatma ve sonrasında güzel bir uyku onun için imkansız. Zahmeti bir yana böyle bir düzene yetişebilmesine imkan yok aynı anda iki bebekle.

Bende 1 tane de durum çok farklı sanki. Hiçbir zaman öyle bir rutin kurma girişimim olmadı. Yazın zaten her gün banyo var tamam da kışın bu sık banyo işi bana uygulanması zor geliyor. Ev sıcak, problem o değil ama tam uyku öncesi banyo Eda için çok riskli bence. Tüm gece üzerini örtmeden uyuduğunu düşündüğümde….

Bazı yetişkinler de bu banyo işine takıntılı. Mesela benim sevgili kocam. İmkanı yok banyo yapmadan evden çıksın. Onu durdurabilecek tek şey var mı, düşününce bulamıyorum. Sular kesikse? İçme suyunu ısıtır en kötü saçını yıkar. Geç uyandıysa ve hemen çıkması gerekiyorsa? Varsın geç kalmış olsun, kahvaltı etmez ama o saç yıkanır. Alışkanlık… Acaba çocukluğuna dönüp, bebekken yaşadığı banyo rutini mi onu esir almış diyeceğim ama mümkün değil. Annem 3 tane çocukla mümkün değil böyle bir şey yapmamıştır. Sabahın köründe azimle bunu yapması takdir-e şayan ama bir o kadar da gereksiz. Hem kış günü evden çıkmadan duş almak insanı hasta eder. Erkeklerin hadi yine saçı kısa da kadınlar nasıl idare ediyor bilemedim. Zaten kadınlarda daha azdır bu alışkanlık. Öyle saçımıza yıka-çık yapamadığımız için… Ohh iyi ki bayanım vallahi.

HB


6 Aralık 2013 Cuma

Ödül Bazen İşe Yarıyor

Geçen haftasonu Eda’nın okulunda veli toplantısı vardı. Öğretmenleriyle görüşmek üzere okuldaydım. Tüm öğretmenlerden Eda hakkında güzel sözler duydum, sağolsun kızım öğretmenlerini dinliyormuş, derslerde de gayet iyiymiş. Tabi bundan öğretmenlerin beklentilerinin çok yüksek olmamasının da payı var. Karşısındakinin daha 4 yaşını bile bitirmemiş bir çocuk olduğunu bilerek hareket ediyorlar. Örneğin halk oyunları öğretmeni yıl sonunda gösteri yapacaklarını, iyi-kötü herkesin bu gösteride yer alacağını söyledi. Bazı anaokulları için duymuştum, çocuk yetersizse gösteriye dahil etmiyorlarmış. Gerçek olamaz gibi geliyor kulağa ama maalesef ki var böyle örnekler. Amaç çocukların harikalar yaratması değil oysa, sadece eğlenmesi, bir şeyleri başarıyor olma duygusunu tatması, ailelerinin ve öğretmenlerin karşısında öğrendiklerini sergilemesi.

En uzun süre sınıf öğretmeniyle konuştuk tabi. O da çok güzel şeyler söyledi, ilk günlere göre Eda’nın inadını biraz daha kırdığından bahsetti. Tek olumsuz yorumlar yemekle ilgiliydi. Biraz iştahsız ve kendi başına yemek istemiyor, evde anneannesinin yedirdiğini söylüyor dedi. Evde yemeğini kendisinin yemesi için gayret etmemizi istedi. Okulda toplu olarak arkadaşlarıyla yemesi, kuralların olması kendilerinin yemesi için zorlayıcı ve teşvik edici ama evde öyle değil ki. Masada bile tutamıyoruz artık, mama sandalyesindeki gibi oturup yemek bitince yerinden kalkması geçmişte kaldı. Öyle olunca da karnı doysun, aç kalmasın diye biz yediriyoruz tabi. Mesela toplantıdan sonraki akşam yemeğini kendisinin yiyeceğini söyledim. Bak okulda kendi başına yiyebiliyormuşsun, evde de aynısını yapmalısın ve birkaç motive edici cümleyle bu işi ona bıraktım. Aç kaldı. Sonraki öğün de aynı şekilde. Pes edip yedirdim tabi yine.
Pazartesi öğretmeni bir çizelge göndermiş çantasında. Haftanın günleri için gülen ve ağlayan yüzler var çizelgede…Altında da bir açıklama, “Eda ben senin sofra düzenine uyarak kendi başına yemeğini yiyebileceğini biliyorum. Annenden destek almadan yemeğini kendin yersen gülen yüzleri boya, fakat annenin sana yemek yedirdiği günler için ağlayan yüzleri boya. Ben inanıyorum ki her gün gülen yüzü boyayacak ve sonunda bu çizelgeyi getirdiğinde ağlayan yüz boyamadığın için benden ödülünü alacaksın” benzeri şeyler yazıyor. 4 gündür gülen yüz boyuyoruz, maşallah diyeyim. Bakalım böyle gidecek mi…

Veli toplantısına dönersem, sınıf öğretmeninden sonra en çok keyif veren görüşme görsel sanatlar öğretmeniyle oldu. Boyama kitaplarının tamamını çöpe atmamızı ve resim defterine Eda’nın kendisinin çizeceği resimleri boyamasını önerdi. Boyama kitapları çocuğu kalıba sokuyormuş. Zaten amaç da taşırmadan boyamak değil dedi. Kaslarının gelişimi için büyük bir kağıdı yapıştırıp duvara asabilirsiniz resim çizmesi için dedi. Tek beklentisinin çocukların sanatla ilgisinin olması, sergi gezmeleri olduğunu ifade etti. İstanbul’da MIRO sergisi varmış, gezmemizi önerdi. Bizim için çok mümkün değil belki ama İstanbul’da yaşayanlara duyurulur.

HB

1 Aralık 2013 Pazar

Çıplak ve Yalnız ve Çekiliş

Türk yazarlar kitaplığımı doldurmaya devam ediyor. Çok iyi kitaplar çıkıyor kalemlerinden. “Çıplak ve Yalnız” da bunlardan biri. Hamdi Koç’un okuduğum ilk kitabı. Anlatım dili, karakterleri çok başarılı. Gece geç saatte elime kitap alabildiğim için kısa bölümlerle ayrılmış kitapları seviyorum. Bu bölüm bitsin, yarın devam ederim diyebiliyorum böylece. Fakat bu kitapta dediğim çok mümkün olmadı. Hikaye insanı öyle bir merakta bırakıyor ki, ertesi geceyi bekleyemiyorsun.

“Aşkta bir şey istememek gerek. Talepsiz olmak gerek. Aşk günlük hayata ait bir tecrübe değil çünkü. Günlük hayata ait olmaya başladığı zaman aşk olmaktan çıkıp alelade bir hal alıyor.” (sayfa.425)
Konusu hakkında her zamanki gibi çok durmak istemiyorum. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları boyunca ailesinden kopuk bir şekilde yaşayan, ezilen, mutsuzluğa mahkum edilmiş Mesut’un amcasının ölümü üzerine memleketi Ünye’ye gidişiyle değişen hayatını anlatıyor. Cinayet, aşk, aile, aldatma, katliam,.. bol bol unsurdan oluşuyor kitap. Psikolojik-gerilim filmi tadında. Sizde var mı bilmiyorum ama ben kitap okurken kişileri ve anlatılan olayları gözümde canlandırırım ve bu kitabı okurken mezarlar, cesetler, katiller, bol bol sayfalarda yer aldığından korka korka yatağıma gittiğim ve rüyamda bu anlattığım şeyleri gördüğüm çok oldu.




Arka kapaktan;

“Hayatın adil davrandığı bir kadın veya erkeğe henüz rastlamadım. İstediğini almak kalbin kaderi değil.

"Küçük ve yalnız" olduğunu sanan bir kahramanın "büyük ve kanlı" bir geçmişe yaptığı yolculuk…

Amcam ölünce ilk bana haber verdiler. İnanmadım. Olmaz öyle şey, dedim. Oldu valla, dediler, amcan öldü. Ya tabii ki ölmüştür, ayrı konu, ama ilk bana haber verdiğinize inanmıyorum, dedim. İnan, dediler, ilk sana haber verdik. Sustum ve benimle konuşan nefesin arkasındaki boşluğu dinledim. Yalan olsa bir hışırtısı, bir kıpırtısı, bir şeysi mutlaka duyulurdu. Doğru söylüyorlardı. Cidden amcam ölmüştü ve ilk bana haber veriyorlardı. Çok duygulandım. Hayatımda ilk kez bir konuda ilk akla gelen isim oluyordum. Peki, dedim, teşekkür ederim. Gururum okşandı. Bunu hiç unutmayacağım. Ayrıca hepimizin başı sağ olsun. Ölenle ölünmez. Allah geride kalanlara sabır filan. Ben müsaadenizle gidip biraz ağlayayım.
İyi geceler.
Telefonu kapattım.

Çıplak ve Yalnız son sayfasına dek elinizden bırakamayacağınız sarsıcı bir roman.”

Etkileyici ve söyledikleri gibi sarsıcı bir romandı.
Mesut Akarsu aslında gençliğinde yaşadıklarını kitap haline getiriyor bu romanla birlikte. 60 lı yıllarda geçiyor anlatılan olaylar. Biraz eski Türkçe kelimeler var o nedenle de, ama öyle anlamayacağımız türde değil. Dili gayet yalın. Şöyle bir örnek vereyim. Eda’nın veli toplantısı vardı Cumartesi, katılıp katılmayacağımıza dair bir form doldurmamızı istemişler. Ben de not yazmak zorundaydım o gün toplantım olduğu için ve neredeyse şöyle yazıyordum: biraz geç iştirak edebileceğim. Her gün okuya okuya biraz etkilenmişim, normal.

Çıplak ve Yalnız’ı okumayan varsa buraya yorum bıraksın ve şanslı kişiye benim armağanım olsun. Kitaplıkta yeni bir Hamdi Koç romanı yerini bulacaktır nasıl olsa :)
Yorumlar için son tarih 15 aralık Pazar!

HB

27 Kasım 2013 Çarşamba

Özledim buraları

Vay bana vaylar bana! Şu güzelim kasım ayında 1 tane olsun yazılı bir şeyim olsun diye çıktım yola. Bakalım iki satırlık yazıyı kaç saatte yazabileceğim.
Hayat o kadar yoğun ki. Ama o kadar.. Haftanın çoğu günü işten geç çıkıyorum, bazı günler eve gittiğimde Eda uyumuş oluyor. İçim rahat değil, ne işler bitiyor, ne kızım beni yeteri kadar görüyor. Peki o zaman amaç ne? Neyin çabası bu? Ne anlamsız hayat diyorum. Bunaldığım anlar oluyor. Sonra da elbet geçecek, sağlığımız yerinde olsun, gerisi olur gider diyorum. Öyle ruh halleri işte.

Herneyse, bu arada neler oldu, kısa kısa anlatayım.

*Eda bize geçen hafta okulda sunum yaptı. Her ünite sonunda portfolyo sunumları olacakmış. “Okulum” ünitesi için Eda bize fotoğraflarla okul personelini ve görevlerini tanıttı. İngilizce öğretmeniyle minik diyaloglar yaptı. Provalarda daha rahat davranmış, asıl sunumda biraz çekingen kaldı ama çok normal karşıladım. Bugün bana bir sunum yaptırsalar onun kadar olamam belki. Kısacası kızımla gurur duydum.

*Bahadır 1 ay kalmak üzere İtalya’ya gitti. Nişanlı olduğumuz dönemden bu yana en uzun ayrılığımız. Bahadır’ın gidişiyle birlikte annem bize taşındı. Konukomşu olmayınca kendini yakındaki alışveriş merkezlerine ve marketlere atıyor. Bu taşınma işinin annemin bütçeye zararı olacağı kesinleşti.

*Canım arkadaşım Burcu, yani La Mamma di Due, 11 kasımda artık resmen 2 çocuk annesi oldu. Selen çok şükür ki sağlıklı  bir şekilde aramıza katıldı. Fakat bu bahsettiğim anlamsız koşturmaca yüzünden ben hala gidip minik meleği koklayamadım.

*İnsanlarla uğraşmak işlerin yoğunluğunun bin katı yıpratıcı. Şirketin içinde bulunduğu bir projede çalışıyorum bir süredir. İnsan ilişkileri yerlerde sürünüyor. Sinirler hep gergin, akıllı telefon misali çok iş yapıp çok şey çözmeye çalıştıkça pil falan kalmıyor. Kendi kendini imha edecek seviyelere geliyorsun.

*Yine Eda’ya dönecek olursak, okul onu çok değiştirdi. Maşallah her şey iyi gidiyor. Cumaları kütüphaneye gidip 2 kitap seçiyorlar. Haftasonu birlikte okuyoruz, Pazartesi teslim ediyorlar. Artık çok fazla kitap almamıza gerek kalmadan her hafta yeni hikayeler okuyabiliyoruz.


Bu hafta seçtiği kitaplar

*Okulla ilgili takdir ettiğim diğer bir konu; Pazar günü malum Öğretmenler günüydü. Artık gördüğüm kadarıyla öğretmenlere hediye alma işi bizim zamanımızdaki gibi değil. Çok pahalı hediyelere kadar gidiyor. Anaokulunda bu zaten mümkün olmasa da minik bir hediye alsak mı diye düşünüp sonradan branş öğretmenlerine haksızlık olacağından vazgeçmiştim. Meğer zaten okulda bu tür şeyler yasakmış. Sevdim bu fikri.

*Kendim için yaptığım tek faaliyet kitap okumak. Hamdi Koç’un yazdığı “Çıplak ve Yalnız”ı okuyorum şu an. Geceleri hep elimde. Annem kızıyor hatta. Hem yorgunum diye şikayet ediyorsun hem de geç yatıyorsun diye. Elimden düşüremiyorum ki, çok sürükleyici. Bitirdiğimde mutlaka zaman bulup yazarım kitap hakkında.

Benden haberler böyle. Güzel günler, güneşli günler görmek dileğiyle…

HB

25 Ekim 2013 Cuma

Makyajın Bile Sırları Var

Cumartesi, Eda kız anneannesini 10 gün boyunca görmemiş olmanın özlemiyle bizi satıp Korupark teklifimizi geri çevirdi ve annemle evde kaldı. Bizim için ne ala, başbaşa gezmek, oyuncakçıların önünden kaçarcasına geçmek zorunda olmamak bizim için de uygundu.
Evden apar topar çıktığım için hiç makyaj yapmamışım yüzüme. Bahadır efendi pek bakımsız buldu beni… İnsan bir süslenir, makyaj yapar diyerek. Ben de hiç dert etme sen, zaten makyaj temizleyici almam lazım. Onu alırken ben, o ürünü deneyeyim, aa bu ruj nasılmış bir bakayım derken derken makyajlı hale gelirim üzülme dedim. Hakkaten de öyle oldu. Temizleyici alacakken pudramın da azaldığı aklıma geldi. Yüzüme sürdükleri pudranın ardından gerisi geldi. Meğer ne çok detay varmış. Göz çevresine kullanılan şey (concealer) farklıymış. Sonra en önemlisi makyajdan önce mutlaka yüzü temizleyip nemlendirmek gerekirmiş. Aslında bunu biliyordum ama pek işime gelmiyordu sabah sabah onunla uğraşmak. Ama öyle olunca da pudra yüzde güzel durmuyor tabi. Meğer güzel bir makyajın sırrı buymuş. Nemlendirici de sepetimize girdi haliyle. O da lazım, bunsuz makyaj hiç olmaz derken bir bakmışız dünya kadar para etmiş aldıklarım. Ama ne oldu makyaj yaptırdım orda! Çok kurnaz bu kozmetik satıcıları. Ama ben de aşağı kalır mıyım hediye bir çanta ve birkaç tester ile intikamımı biraz olsun almış oldum.



Nemlendirici önemliymiş, yumuş yumoş yapıyor cildi. Benim gibi ihmalkarlar dışındaki herkes biliyordur bunu. Kozmetik kısmı tamam ama asıl önemli konuyu halletmem gerek artık benim; su içme.
Haydi yazıyı okuyan herkesi bir yudum su içmeye davet ediyorum.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Rüzgargülü ve mandalina oyuncak olursa


Evet nesne, eşya, meyve, (isim-şehir oyunu gibi oldu) her türlü şeyden kendilerine oyuncak yapma kabiliyetine sahip çocuklar. Mesela masanın üzerinde duran mandalinaya rüzgar gülünün sapını batırmak suretiyle kendine eğlence yaratmış. Bilinçli anneleriz ya biz de çocuğun yaratıcılığını öldürme tehlikesi olan hiçbir şeye yanaşmayız. O yüzden ses etmedim, ne güzel olmuş diyerek fotoğraflarını çekmekten başka.






Ama sonra iş yemeye gelince mandalin aynı ilgiyi çekmedi Eda üzerinde. Yediği sadece 1 dilim!



3 Ekim 2013 Perşembe

Mevsim Şokları

Çok şükür keyfim yerinde. Bahadır İtalya’dan döndü, yalnız hayat, annem-ev arasındaki göçebe hayat bir süreliğine askıya alındı. Şükürle başladım yazıya ama şu günlerde minik bir kavgam var, o da mevsimle. Bu zamanları sevmiyorum. Allah sıralamayı öyle güzel yapmış ki yazdan sonra direkt kış yaşatmamış bize, alışalım diye araya sonbaharı eklemiş. Yumuşak bir geçiş olsun istemiş belki. Ama biz bu kışın süresini mi hesap edememişiz, sonbaharı daha uzun mu zannetmişiz bilmiyorum dünkü soğuk bizi şaşırttı. Hele ki hava durumunun uyarılarını kulak ardı edip bir gün öncenin sıcaklığına göre giyinen benim gibileri şaşırtmakla kalmayıp biraz dondurdu. Dün sabah alarmı yanlış ayarlayıp sabahın beşinde kalktığımızı sandık. Onun şokuyla mı artık bilmiyorum yağmurlu havaya rağmen “yok canııım daha eylül yeni bitti, ne kadar serinlemiş olabilir ki” diye şuursuz bir tahmin yürütüp t-shirt üstüne ceket giyip çıktım evden. T-shirtü de özenle seçmişim adeta, evdeki en ince kumaşlı penye olma özelliğine sahip. Ceketimin de düğmesi kopmuştu, ihmallerden ihmal beğen. Onun da önü kapanmıyor. İşe gelene kadar don-dum! Akşam da keza öyle, anneme gittiğimde neredeyse kaloriferleri açtıracaktım. İçim üşüdü. Anneme aldığım ve onda kaldığım süre boyunca sahiplendiğim patikleri yine ayağıma geçirdim. Ben patiğe bir süre önce geçiş yaptım, kızım ise hala çorapları çıkarıp parmak arası giyme derdinde.


Dünden dersimi almış halde bu sabahki karanlığı görür görmez gözümün önünde giyeceklerim belirdi: triko bir kazak, kısa bot, trençkot. Bugün ne giysem diye düşünmeme de gerek kalmamıştı. Eda ise yine benim tersime trençkotunu giymek istemeyip bu yağmurda kapşonsuz bir hırka geçirdi üstüne. Önden babasıyla çıktığı zamanlarda olaylar tamamen benim kontrolüm dışında gerçekleşiyor. Bu durumda babanın ikna kabiliyetine düşük not vermem uygun sanırım.

Ofise geldim, üstümdekini askıya asarken bir baktım ki geçen kıştan önü fermuarlı, ceketvari kısa ve ince bir montum orada duruyor. Tercümesi; dün boşu boşuna üşümüşüm.
Cumadan sonra hava yine ısınacakmış. Artık tamamen kış gelse de ,mont mu giyeceğiz çizme mi, adam akıllı ne giyeceğimizi bilsek.

HB

27 Eylül 2013 Cuma

Eylül ayı hastalık seyri

Hastalıklara hızlı bir giriş yaptık. Hızlı da bir çıkış olsa ne güzel olurdu. Eda’nın ateşli, kusmalı boğaz enfeksiyonundan sonra neyse ki antibiyotik iyi geldi. Birkaç gün süren ishalle mikropları attı çok şükür. Evde biri hastalanınca mikrop sıçrayıcı bir tavırla herkesi dağıtıyor. İlk kurban bendim. Ama işin aslı benimki Eda’dan sıçramadı. Ya ofisteki griballerden ya da toplantıda klimayı 15 dereceye ayarlama cüreti gösteren çalışma arkadaşlarım sayesinde, bilmiyorum, çok fena nezle oldum. Burun çeşme, baş kazan 1 haftaya yakın süründüm. O haldeyken bir de İstanbul seyahati yaptım. Dinlenmeden iyileşme süresi az uzadı. Nezle bulaşmazsa rahat edemez. Tam İtalya seyahati öncesi Bahadır kaptı bu kez şifayı. Benimkiyle birebir aynı. Suçlu tamamen belli yani. Hadi nezlenin süresi belli, 1 hafta veya ilaçla 7 gün. Ama artık hayatımızda okul var ve Eda orada türlü mikropla karşılaşma ihtimaline sahip. Dün baktım öksürük başlamış. Hemen bal, mesir macunu, çay üçlemesi ile rahatlatalım biraz dedik ama ne yaparsak yapalım bu kış böyle geçeceği şimdiden belli oldu. Allah beterlerinden korusun.




Eylül ayı hastalık seyrimiz böyle. Ekim-kasım ve devamında aşağılarda düz çizgiler olsun inşallah.

HB

26 Eylül 2013 Perşembe

Süslü Eda okulda acaba neler yapıyor

Okulla ilgili soru sorulduğunda konuyu kısacık cevaplarla kapatan ya da hiç sallamayan çocuklardan bir tane de bende var. Aslında servisle anneme geldiğinde yine yediği yemekten, yaptığı şeylerden çok az bahsediyormuş ama ben eve gidene kadar olay soğuyor mu benimle konuşmak istemiyor mu bilmiyorum hiç ağzından laf alamıyorum.

-Okul nasıldı Eda?
-Güzeldi.
-Neler yaptınız bugün?
-Bilmiyorum/Unuttum.

Diyaloglar hep bu şekilde. Sadece olur da laf arasında kendi bir şey söylerse öğrenebiliyorum. Geçen gün baktım şarkı mırıldanıyor “sağ elimde 5 parmak, sol elimde 5 parmak, say bak, say bak”. Okulda öğrenmiş, bana hareketleriyle birlikte gösteriyor. Sanki kocaman bir salonda kızım bana gösteri yapıyor gibi seviniyorum. Abartmakta üstümüze yok biliyorum ama o an öyle hissettim.

Dün de annem, ben, Eda arabadayız. Radyoda Rafet El Roman çıktı, bir kadınla düeti var ya o şarkı. Eda “bu şarkı bizim serviste çalıyor hep” demez mi :) Çocuk şarkılarını okulda, pop şarkıları serviste öğrenecek demek ki. Neyse açtıkları müzikten çok serviste güvenliği sağlamaları önemli. Kemerini her gün bağlasınlar, benim için bu yeterli.

Bu arada Eda’dan laf alamıyorum dedim ya okulun iletişim koordianatörü, birtanecik öğretmenimiz sağolsun her gün bana özet bir mail geçiyor. Eda’dan haberler veriyor, bazen arkadaşıyla çekilmiş bir fotoğrafını gönderiyor. Eda’nın keyfi yerinde yazılıysa mailin içinde bir yerde benim de keyfim artıyor. Günde 2 kere arayıp konuşmaya o kadar alışmışım ki gün içinde Eda’dan bu şekilde haber alabilmek benim için iyi oluyor.




Okula gitmek istememeler devam etse de şiddetini epeyce azalttı çok şükür. Şimdi de başımız kıyafetlerle dertte. Öyle giysiler seçiyor ki sanırsın okula değil bayramlaşmaya gidiyor. İşte aynı resimdeki model giysilerimiz. Mutlaka bir külotluçorap, sonra etek veya elbise. Oysa ben okul için bir sürü tayt, eşofman almıştım. Şimdi ise bu huyunu bildiğim ve korkarım ki uzun süreceğini tahmin ettiğim için rahat etek ve elbise arayışlarındayım. Formalı günleri sabırsızlıkla bekliyorum şimdiden. Forma tam bir anne dostu, hangi akla hizmet kaldırmak istiyorlarsa…

HB


25 Eylül 2013 Çarşamba

Evde Tek Başına

Diğer aile üyeleri nerde derseniz biri çoook uzaklarda İtalya’da, miniği de anneannesinde. Ben eve postalandım; çünkü annemlerde bulunan ekstra yatak evden gönderildi. Oda yeni koltukları beklemekle meşgul ve bomboş. Bana yatacak yer yok. Hep beraber bize de gidemedik çünkü ,bu olay Pazar akşamı oluyor, Pazartesi sabahı erkenden İstanbul’a gitmek için feribota koşmam gerek. Neyse mecburiyetten Pazar akşamı boynumu bükerek evime gittim. Ev Edasız, Bahadırsız çok boş ve sıkıcı. Allah onların eksikliğini göstermesin.

Duşumu aldım, valizimi hazırladım. Biraz televizyon keyfi yapayım sonra saçlarıma fön çeker yatarım dedim. Bir tane dizi buldum, onu izlerken çat elektrikler gitti. Her yer zifiri karanlık. Aklıma ilk gelen manyakça düşünceyi göndermeye çalıştım. “Acaba sadece bizde mi kesildi” Hemen alt komşuyu aradım, onlarda da gitmiş iyi. Zaten sonra kafam çalışınca balkona çıkıp dışarıya bakmak aklıma geldi. Yine de hiç hoş olmamıştı bu iş. Biraz bekleyeyim bari, gelir zaten hemen dedim. Aksi gibi telefonun da şarjı annemde kalmış ve bitmek üzere. Candy Crushım da beni yalnız bıraktı. Çünkü azıcık oynasam şarj bitecek sabah feribota yetişmek de hayal olacak.

Böyle beklemekle olmayacak, en iyisi yatayım hem dinlenirim diyerek telefonun ışığıyla odama gittim. Saçımın fönü de yarına kalmıştı, ohh alarmı al 15 dakika öne. Yattım ama bu sefer de uyuyamıyorum. Hem saat erken hem burnum tıkalı. Burnumdan nefes alamazken uyumam imkansız gibi bir şey. Bu arada odamın kapısını da kapattım. Evde yıllardır yalnız kalmamışım, biraz korktum diyelim. Ama bir yandan da elektrik gelince kalkıp ışıklara baksam diyorum. Uyuyamadığım için bir türlü her türlü düşünce geçiyor kafamdan. En kötüsü de geçen hafta tekrar izlediğim “Hannibal” en cani sahneleriyle aklıma geliyor. Ne manyaklık! Onu da attım hadi bir şekilde kafamdan, tam uyumak üzereyken çat elektrik geldi ve tüm aletlerden bir ses çıktığı gibi benim kapatmak yerine açtığım oda ışığım da parladı birden.

Uykumda hayır kalmadığına mı yanayım böyle olacağına annemde yer yatağı yapıp yatmadığıma mı bilmiyorum. Ertesi gece oteldeki uyku performansım da çok farklı değildi. Bu aralar Eda yüzünden değil, kendi kendime öyle bir uykusuzum.

Pazartesi-Salı İstanbul’da çok hızlı geçti, daha bu haftadan bir şey anlamadım. Haftanın ilk gününü yaşıyor gibiyim, iyi haftalar herkese.

HB

16 Eylül 2013 Pazartesi

Okul başlar da hastalıklar başlamaz mı!

Cumartesi sabahı gözümüzü açtık, Eda alev alev ateşli. Tüm vücudu yanıyor. Ateşten korkan panik anne ben hemen ateş düşürücü şurup verdim. Şansa da haftasonu doktor amcası Gökhan bizdeydi. Boğazına baktı hemen ve tam tahmin ettiğim gibi kızarmıştı. Bu sefer hemen ıhlamura sarıldım. Bol bol çay yaptım. Ateşi de hemen düşmüştü neyse ki ama üzerindeki halsizlik hemen fark ediliyordu. Öğlen uykusunu bırakmış olmasına rağmen daha saat 11 olunca uyuyakaldı dinlendiği yerde. Yarım saat kestirdikten sonra şiddetli bir kusmayla uyandı. Üstü başı, saçları, çarşaflar her yer battı. Kokuya karşı da pek hassastır, hızlı bir şekilde temizleyip hemen hastaneye koştuk. Doktor beklediğim cümleleri söyledi tabi. Okula başladığı yıl sık hasta olması normalmiş vs vs. Hafif bir antibiyotik eşliğinde gönderdi bizi. Direkt anneme götürdük, çünkü öğlen okulda öğretmenleriyle randevumuz vardı. Birebir görüşmemiz. Eda hakkında öyle güzel şeyler söylediler ki yazmasam da gurur duydum kızımla diyeyim siz anlayın. Çok iyi gözlemlemişler Eda’yı. Tüm gün birlikte olunca kilit noktaların bir çoğunu yakalamışlar. Eda okulda o kadar iyi vakit geçirmesine rağmen sabah nasıl bu kadar yaygara yapabiliyor anlamış değilim. Her sabah “ananeme gidicem” diye uyanıyor. Evde bırakıp işe gitseydim eminim daha kolay olurdu ama her gün bir yere giderken bir anda farklı bir yere gitmeye başlaması onun için çok zor oldu. Neyse, sabır.

Yaygaranın en büyüğünü haftasonu hasta nazıyla birlikte yaptı. İstekler, istekler. Ağrılar.. Karnım ağrıyor, dişim ağrıyor,….Sonra babası hava almaya çıkarınca nasıl oluyorsa bütün ağrılar bitiyor ve babayı parka sürüklüyor doğruca. Evde hasta olan çocuk parkta gayet sağlıklı. Tabi eve dönünce eski haline dönüyor hemen.
Bu arada kendime de ufak bir özeleştirim var. Ben ne zaman ne konuda “oh be” diye düşünmeye başlasam çok değil birkaç saat sonra düşündüğümün tam tersi oluyor ve “off ya” olarak değişiyor. Mesela ilacını kendi içmek isteyince “eskiden ne zordu, içmek istemezdi zorla içirirdim” diye düşündüm ve sonraki ilaç seansında kesinlikle ilaç içmeyi reddetti. Yine aklıma getirdiklerimi yaşadık.
Sonra yemek konusu..iyi bu ara diye düşündüğüm an sonraki öğünde arıza çıkarır. Mavi gözlü de kötü niyetli de değilim ama nazarım değiyor işte kendimize. Artık bunu bilerek davransam ya da düşünsem iyi olacak. Hadi iyisin kızım, yine suçu kendim üstlendim bak, sen kuzu gibisin maşallah.

Doktor Pazartesi ateşi olmazsa okula gönderebileceğimi söylemişti. Çok şükür ki olmadı. Okulda her gün biri sınıf başkanı oluyormuş. Cuma Eda başkan olmuş. O gün gelmeyen arkadaşını biliyordu yoklamayı o aldığı için. Allahtan bugün geri kalmadı okulundan. Bu sene hastalık çok olacak diyorlar, umarım öyle olmaz ama, devamsızlık olacaktır bol bol. Yine de tam alışma dönemindeyken böyle haftasonuna denk gelmesi iyi oldu. Dinlenip ilaçlarını alınca toparladı epeyce.

Bugün okullu olmayan kalmadı artık. Sabah trafikten belliydi okulların açıldığı. Annelerin gözü aydın, özellikle de ev hanımlarının. Çocuklara da bol başarılı, sağlıklı günler. Ne kadar şanslı olduklarının şu an farkında değiller ama bir gün okulları bitip çalışma hayatları başladığında anlayacaklar.

HB

13 Eylül 2013 Cuma

Ey insanlık tehlikenin farkında mısın!

Sibel Can’ın oğlu giyim tarzıyla çok konuşulmuş. Bu fotoğrafı gazetede gördüğümde mide bulantısıyla karışık duygularımı tarif etmem zor. Ona özgü olmalı, sonuçta çevremde hiç görmedim böyle bir moda diye düşünmüştüm. Pardon, çok benzerini İspanya’da görüp çocuğun Türkçe konuştuğunu duyunca da epey şaşırmıştım ondan önce. Neyse, bu şokların üstünden biraz süre geçince bu sefer Cengiz Abazoğlu’nun bu Engincan mı artık ismi neyse onun giyimini çok beğendiğini, kendisine tam not verdiğini falan anlatan bir haber okuyunca (yok sadece magazin sayfalarını okumuyorum, yanlış anlaşılmasın) eyvah dedim bu şey moda oluyor.


Hayır renkli pantolonlara yeni yeni alışmaya başlamışken bu kadarı biraz fazla gelecek bana. Pantolonun ötesinde ayakkabılar da ayrı kötü. Tam bir kepazelik. Bizim delikanlı Türk erkeği böyle giyinmez diye bir tesellim vardı ama bugün gazetenin ana sayfasında Cem Yılmaz’ın bu fotoğrafını görünce artık şokun ötesine geçip kabulleniş yaşamaya başladım. Sanırım sokakta kısa ve dar paçalı skinny pantolon giymiş erkeklere bir süre sonra gözümüz alışacak. Hiç değilse babeti sadece biz bayanların tekeline bıraksanız!
İstanbul’da durum nasıl bilmiyorum ama Allahtan bizim buralara henüz bu moda uğrama cesaretini göstermedi.

HB

12 Eylül 2013 Perşembe

Dedem ve mangal


Benim canım dedem eskiden aşçılık yapmış Türkiye’ye göç etmeden önce. Hala da kalabalık bir misafir grubu davetliyse anneme yemeğe, çorbayı çoğu zaman babasına yaptırır. Çok da nefis yapar. Ama biz dedemi mutfakta çok görmeyiz. Mutfak değil mangal başıdır dedeme en çok yakışan. 
Piknikçi bir aile sayılmayız. En son piknik yaptığımda Eda henüz doğmamıştı ve Mustafa babamlar Muğla’dan geldiğinde canımız çektiği için mangal yakalım demiştik Atatürk Kent Ormanına gidip. Mevsim kıştı, hatta kar yağıyordu bizim etler pişerken. Sabah erkenden piknik alanına gidip, acıkınca mangalı yakıp bir yandan da çimlere yayılmışlığımız uzun süredir olmadı. Bizim için mangal denince akla o tip bir gün değil,  annemlerin teras ve dedem gelir. En güzel mangalı o yapar ve o kadar aç insan beklerken o sabırla etlerinin başında durur. Açları doyurur, kendisi de işinin başındayken atıştırır ne yiyecekse. Dedem birtanedir, Allah ona sağlık ve uzun ömür versin.

Not: Bu ne biçim yazı karakteri demeyin, mangal yazısına özel olarak yazı karakterini de ‘mangal’ yaptım. Ufak ayrıntılar benim için önemli.

HB

6 Eylül 2013 Cuma

Eda ile okul diyalogları

Sınıfına binbir güçlükle çıkarılan Eda öğretmenine şöyle der:
Eda: Asansörle aşağı inicem ben.
Öğr: Asansör bozulmuş Edacım.
Eda: Merdivenden inerim o zaman.
Öğr: Merdivenleri yeni silmişler, kayabiliriz ama şimdi inersek
Eda: Ben iki tarafa da tutunur öyle inerim.

Eda’nın okula en sevdiği oyuncağının götürülmesi istenmektedir.
Anne: Kızım yarın okula hangi oyuncağını götürelim?
Eda: Ben okula gitmicem ki.

Sabah gözünü açmaya zorlanan anne çocuğunu ikna çabasında sınır tanımamaktadır.
Anne: Eda sen büyüdüğünde öğretmen veya doktor olmak istiyorum diyordun ya bak işte okula gitmezsen bunların hiçbirini olamazsın kızım. (Yolda sokakları süpüren çöpçü gözüme takılır) Bak bu amca gibi sabah erkenden kalkıp sokakları temizlemek zorunda kalırsın güzel bir meslek sahibi olmazsan.
Eda: …. Sessizlik
Anne: Öğretmen mi olmak isterdin çöpçü mü?
Eda: Çöpçü olmak istiyorum ben.
Bu kadar mı sevilmez okul!

Sabah beni bırakmak istemeyince ben de onunla okulda bekledim biraz. Camdan alt kattaki yüzme havuzu görünüyor. Onun öğretmeniyle havuza inmesini söyledim, dolaşmaları için. Ben de sana  camdan el sallayacağım dedim, kabul etmedi. 2 dakika sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda:
Eda: Anne ben de seninle işe gelmek istiyorum, burda kalmak istemiyorum.
Anne: Ama yavrucum iş yerine çocuklar gelemiyor ki anneleriyle birlikte.
Eda: Olsun, ben sana orda camdan bakarım anne.

Aaaaah ah bu kadar cin fikirli olup da nasıl okula gitmek istemezsiniz siz!

HB

Popüler Yayınlar

Recent News