Haberlere gönül rahatlığıyla bakabildiğim bir ülkede yaşamak istiyorum. Gündemin bu kadar hızlı değişmediği.. Bir hiç uğruna insanların yaşamını kaybetmediği..
20 yaşında bir insan daha neler yaşayacaktır şu hayatta? Sevdiğiyle yuva kurması, yıllarca saatlerini geçirdiği okulda öğrendiklerinden sonra bir işe girip para kazanması, dünyanın en güzel şeyine sahip olarak babalık duygusunu tatması, sevmesi-sevilmesi, yaşlanması..Tüm bunların yine bir kul tarafından yok edilmesi benim aklımın hiçbir yerinde anlam bulamıyor. Kafam almıyor. Bu vahşet neyi değiştiriyor? Neyi değiştireceğine inanılıyor? Değiştirdiği tek şey var;o da öyle sancılı ki geride gözü daimi yaşlı, kalbi dağlanmış insanlar bırakıyor. Kaç ailenin ocağı yanıyor..Kalanlar bu halde, gidense yaşayacaklarının daha yarısını bile yaşayamadan göçmüş oluyor. İstenen gerçekten bu mu? Amaçlanan şey durmadan insan hayatını sonlandırmak mı? Güzel memleketim, kaç şehrin bu bilinmezlik yüzünden terk ediliyor, gelişmiyor, geliştirilmiyor, cennet gibi topraklarımız bu coğrafyada gerektiği kadar değer bulamıyor? Oysa “oralarda” da fabrikalarımız olsa, yatırımlar yapılsa, doğu ile batı farkı bu kadar uçurum olmasa, herkes huzuruyla yaşasa, kaygıdan uzak, gönül rahatlığı ile.. İnsanlar dağa çıkmak yerine böyle şehirlerde, bu şartlarda ve gerçekten barış içinde yaşasa ne olur?
Sonra trafik kazaları..Bu da biz insanlığın kendi kendine ettiklerindendir. Herkes, trafikte içindeki canavarı ortaya çıkarıyor. Herkes bir sabırsız, herkes bir asabi. Sanırsın ki gideceği yere sadece 5 dakika geç varsa dünyanın sonu gelecek! İşe gidersin ve bazı kurallara uymak zorundasındır. Aksi halde işinden olma tehlikesi vardır. Trafik de kurallardan başka bir şey değildir. Uymazsan hayatını kaybedebilirsin; ya da senin yüzünden bir başkasının hayatı tehlikeye girebilir. İnsan hayatı daha mı önemsiz işten? Trafik kuralı denince sadece cezai olarak düşünülüyor. Kamera varsa hızımıza dikkat ediyoruz, trafik polisi görünce bir panikliyoruz. İlla denetlenmek zorundayız. Polis yakalamadığı sürece alkollü araba kullanmamızda sakınca yok. Kırmızı ışıkta geçmemizde de. Oysa insanlar kendiliğinden bu kurallara itaat etse, gerektiğinde ve zamanında sinyalini verse, doğru şeritinden gitse, hayat kurtarıcı olduğunu bilerek kısa yolda dahi emniyet kemerini bağlasa, kazanın boyutunu direkt etkileyen hız olduğu için herkes hız sınırlarına uyarak araba kullansa, trafikte insanlar birbirine saygılı olsa ve amacın sadece bir yerden bir yere gitmek olduğunu unutmasa ne olur?
Ekonomik açıdan geride kalmış, eğitim seviyesi düşük ülkelerde aile içi şiddet sık görülür. Sosyolog değilim; sadece böyle bir ülkede yaşıyorum ve artık bu cümlenin doğruluğundan eminim. Para yok, iş yok, cehalet diz boyu ki buna rağmen bir sürü çocuk yapmış. Çocuk yapmak kolay da ilk maddeler yüzünden o çocukları büyütmek o kadar basit olmuyor. Bu sefer de aile içinde bunalım, şiddet ve malesef ki haberlere konu olacak olaylar yaşanıyor.
Oysa akşam eve gittiğimizde haberleri açsak, içimizi ferahlatan güzel şeyler seyretsek ne olur? Pembe bir dünyada yaşamıyoruz, illa ki kötü şeyler olacak. Bahsettiğim şey 10 haberden 9 tanesinin kötü olması. “Psikolojim bozuluyor benim haber izlerken” diyenlerin olması. Bu tablonun tersine çevrilmesi benim dileğim. Hep ileriye gitmek isteriz ya, ben bu konuda geriye gitmek istiyorum. İnsanların her şeyi bilmediği, her haberin bu kadar ortada olmadığı, şiddetin ve vahşetin bu denli artmadığı, ecelsiz ölümlerin bu kadar çok yaşanmadığı günlere dönmek istiyorum.
Not: Değiştiremeyeceğimiz bir gerçek var; o da ülkemizin deprem bölgesinde olması. Ne yazık ki dün Van’dan gelen deprem haberi hepimizi çok üzdü. Yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet diliyorum, kalanlarına ise sabır. Şu an oradakiler çok zor durumda. Bize düşen ise sadece üzülmek değil onlara yardım eli uzatmak. Blogcu Anne Elif yardım etmek isteyenlerin neler yapabileceğini bugün yazmış. Herkesin yapabileceği bir şeyler şeyler var, durmak ve seyretmek dışında..
HB
0 yorum:
Yorum Gönder