http-equiv='refresh'/>

28 Eylül 2011 Çarşamba

Annelik Karnesi

Annelik Karnesi
Annelik yaşı    15 ay
DERSLER      BAŞARI DURUMU
HARİKA     İYİORTA    KÖTÜFECİ
Yemek yedirmeü
Uyutmaü
Zaman ayırmaü
Oyun oynamaü
Dışarı çıkarmaü
İstediğini yapmaü
İstediğini yedirmeü
Sinirlenmeden günü tamamlamaü


SlingoMom dün kendi karnesini hazırladı ve tüm okuyucularını mimledi. Ben de hemen kendi notlarımı verdim. Durum çok da kötü değil gibi. Yemek yedirmeye iyi dedim; çünkü çok iştahsız bir kızım olmasına rağmen ve bu kız her lokmayı uzun süre ağzında tutmasına rağmen sabırla tabağını bitirmesi için uğraşıyorum. Annemse yemek yedirme konusunda harika yani tam not alır. Uyutma orta çünkü bu kadar aydır hala kendi kendine yatağında uyutmayı öğretemedim. Üstelik bu notlar 15 ayın tümünü kapsadığı için ilk aylarda gündüzleri hiç olmayan uyku düzenimiz notumu düşürdü. İstediğini yedirmeden en düşük notu aldım. Nedeni de sürekli zararlı şeyleri seven, dolaptan yeni çıkmış şeylerden ve özellikle dondurma yemek isteyen Eda hanımı bunlardan çoğunlukla mahrum bırakmam. Yani bu karneyi biraz da onun gözünden hazırladım. Bakalım, ikinci dönem bazı notlarımı yükseltebilirsem ortalamam iyi gelir sene sonunda J
Sıra sizde, okuyan herkes kendi karnesini hazırlasın hadi!

27 Eylül 2011 Salı

Cevizli Kek

Yemek tarifinin bu blogda ne işi var diye düşünülür kesin. Böyle pratik ve güzel tarifleri çocuklardan dolayı zaman sıkıntısı yaşayan annelerle, daha doğrusu mutfakta çok zaman geçirmeye fırsat bulamayan herkesle paylaşmak istedim.



5 yumurta (yumurtalar orta büyüklükteyse. Eğer çok ufaksa 6 tane koyuyorum veya çok büyükse 4 tane)
1 su bardağından 2 parmak daha az toz şeker
1 su bardağı ceviz
6 yemek kaşığı un (5 kaşığını tepeleme, sonuncuyu daha az koyuyorum)
1 paket kabartma tozu ve vanilya

Ceviz fazla olduğu için ekstra yağ koymaya gerek kalmıyor.




Hazırlanışına geçersem; yumurta ve şekeri köpürene kadar çırpıyorum. Epeyce kabarması gerek, o yüzden mikserle ve yüksek hızda çırpmak lazım. Burada mikserle işimiz bitiyor. Geri kalan malzemeyi tahta kaşıkla karıştırıyoruz. Tahta kaşık olması önemli çünkü aksi halde yumurtayı köpürtmenin anlamı kalmıyor. Önce çekilmiş cevizi ekliyoruz. Ceviz isteğe göre toz haline getirilmeyip biraz daha iri bırakılabilir ağıza gelecek şekilde. Cevizden sonra un,kabartma tozu ve vanilyayı bu karışıma eleyerek ilave ediyoruz. Yine tahta kaşıkla karıştırmak gerekiyor. Kek kalıbını margarinle yağlayıp kekin kalıba yapışmaması için hafif un serpiştiriyoruz. Karışımı kalıba döktükten sonra 170 derecede fırına veriyoruz. Ben keki yapmaya başlarken fırını açıyorum ısınması için. Zaten çok basit bir tarif olduğu için ısındığında bitirmiş oluyorum. Fırına koyduktan sonra sık kontrol etmekte fayda var. 15-20 dakikada pişiyor çünkü. Klasik kontrol olan kürdan batırma yöntemiyle kontrol ediyorum. Kürdan temizse tamamdır J
Fırından çıkardıktan sonra kalıptan hemen çıkmıyorsa ıslak bir havlunun üzerine kalıbı koyup bir süre bekletince daha kolay çevriliyor.



Çok az malzemeli, içinde yağ olmadığı için nisbeten sağlıklı, yapımı sadece malzemeleri koyup karıştırmaktan ibaret olan bu kek çok da lezzetli oluyor. Tavsiye ederim.

HB

26 Eylül 2011 Pazartesi

Eğitim şart da..

Yaşadığımız ülkede mesleğinden memnun olan kişi sayısı kaç acaba? Kaçımız hayalini kurduğumuz mesleğe sahibiz veya kaçımız mesleğimizle alakalı bir işte çalışıyoruz? Türkiye’nin  %11,9’unun içinde “ne iş olsa yaparım” dediği halde işsiz olan kişi sayısı çok mu az? Emek yoğun ülkelerde karşılaşılan tipik sorular bunlar. Eğitim sisteminin oturmadığı ülkelerde çokça olan sorular. 

Sınav üstüne sınav ile okul-dershane arasında geçen bir okul döneminde işsizlik kaygısını daha o günlerden yaşayan bir çocuk bir yerlere gireyim de hangisi olursa olsun düşüncesiyle tercihini yapıyor. Garanti meslek mi, iş imkanları nasıl? Araştırılan noktalar bunlar oluyor. Meslek bana uygun mu, gerçekten severek mi yaparım işimi? ise ikinci planda. Böyle başlayan bir şey elbette “neresi olursa olsun, maaşı tatmin edici olsun yeter” ile devam edebiliyor. Maaş bile bazen görmezden geliniyor. Az da olsa bu profilin dışında kalan idealistler var elbette.



Ne ümitlerle girilen üniversite kapısından ne endişelerle çıkılıyor. Dünya kadar kitaplar hatim ediliyor, ne çok bilgi zihnimize yerleşiyor. Çoğu kullanılmamak ve birkaç sene sonra unutulmak üzere.



Meslek seçimi daha lisede şekillenmeye başlıyor. Kendi hatalarımdan yola çıkarsam;
Yabancı dile ilgim çok fazlaydı. Okul için hiç gerekli olmadığı halde haftasonlarımdan feragat edip İngilizce kursuna gittim. İngilizce öğretmenliği benim için cazipti veya ingiliz dili edebiyatı. Ama okuduğum okulda yabancı dil bölümü matematiği çok kötü olanların seçtiği, dersleri çok umursamayan kişilerden oluşan bir sınıftı. Ben sırf bu nedenle türkçe-matematik seçtim. Hem de böylece daha çok meslek seçeneğim olacaktı. Neyse üniversite sınavına girdik, tercihler yapılacak. Herkese danışıyorum, insanlardan akıl alıyorum. Babam “Öğretmen ol, ben senelerdir özel sektördeyim. Çok ağır çalışma şartları. Öğretmen olursan rahat edersin, kendine-eşine daha çok zaman ayırır, çocuğuna rahatça bakarsın” dedi. Fikrini söyledi ve gerisine karışmadı. Yine yanlışı yapma sırası gelmişti: puanım iyiyken niye bu puanı öğretmenlik yazarak harcayayım! Nasıl bir mantıksa..Üstelik ben tüm gün çocuklarla uğraşamazdım. Sanki yetişkinlere dert anlatmak çok kolay da..Şimdi pişman oluyorum bu düşüncemden dolayı. Hatta çok da kızıyorum kendime. Faydası olmadığını bilerek. Sevmediğim bir işi yaparken güzel yanlarını bulmaya çalışıp kendimi motive ederek. Kim memnun ki işinden, öğretmenler çok mu memnun diye kendimi avutarak. Ben tecrübe ettim, en azından çocuğumu bu konuda doğru yönlendiririm diye sevinerek. Daha önce de yazmıştım; sanatla uğraşmalı ki işini sevesin. Zevk aldığın, kendini mutlu hissettiğin şeyden para kazanmak için sanatçı olmak gerek. Bu benim için çok net. Eda bu konuda ne düşünür, sanatın herhangi bir dalıya ilgilenir mi, çok farklı bir meslek için idealleri olur mu? Belirsiz tümü şu anda. O gün bizim ülkemizde de Avrupa’daki gibi daha az mesai saatleri, daha dolgun ücretler, daha fazla iş imkanları olur mu? O da bilinmez. Bence imkansız ama herkes 4 çocuk yaparsa olur belki kim bilir J

HB

23 Eylül 2011 Cuma

Sus söyleme

Hamilelik dönemi, doğum sonrası dönem ve bebeğini bırakıp çalışma hayatına dönülen dönem annenin en hassas olduğu zamanlardandır. Konuştuğunuz kadınlar bu dönemlerden birini yaşıyorsa ona söyleyeceklerinize dikkat etmelisiniz. Ben bu yazıda aklımda kalan ve o zaman hoşuma gitmemiş, bazılarının cevabı içimde kalmış soruları ve eleştirileri sıraladım. İşte benim bu 3 evrede karşılaştığım “sinir”sorular ve yorumlar ile çoğu söylenmemiş cevapları ve karşı yorumları..








Seni her gördüğümde daha da kilo almış oluyorsun.
Eee karnımda büyüyen bir bebekle normal değil mi kilo almam!

Sen hala izne ayrılmadın mı, burada doğuracaksın çocuğu!
Öyle meraklıyım ki evde dinlenmek, hamileliğin son haftalarının tadını çıkarmak varken her sabah erkenden kalkıp işe gelmeye ve ödemli ayaklarıma hiçbir ayakkabı olmazken tüm gün o halde çalışmaya!

Normal mi olacak doğum sezaryen mi?
Amma meraklısınız. Nereden bileyim şimdiden nasıl doğuracağımı, günü geldiğinde öğreniriz.






6 aylık hamile kadar kaldı göbeğin.
Doğumdan sonra anında giden 5-6 kilo ile zayıfladığı hissine kapılan anneye bu söylenince “hmmm pek de küçülmemiş, hala duba gibiyim” hissi diğerinin yerini alıveriyor.

Bu çocuk aç ondan ağlıyor, emzir sen onu emzir!
Hep aç olduğundan ağlar zaten.

Sütün gelmez bak yemene dikkat et!
Süt sadece yemek yemeyle alakalı değiiiiil!

Sütün var mı, emziriyor musun?
Cevap evetse aferin iyi iyi emsin yorumu yapılır. Emmiyorsa ne olmuş yani. Dünyanın sonu değil ya çocuk için.

Sütün yetmiyor mu acaba?
Yine yeniden; ağlamak sadece açlıktan olmaz!!

Sadece anne sütü mü alıyor! Mama takviyesi yapsan kilosu daha iyi olur.
Peki mamaya alışınca anne sütünü almazsa vah vaah mamayla mı besleniyor yorumunu yapacağınızı bilmiyor muyum?








Çok zor oldu değil mi bırakmak?
Öyle kolay oldu ki bilemezsiniz.

Özlüyor musun?
Aklıma bile gelmiyor, iş gibisi var mı!

1 yaşına kadar en azından birlikte olmak lazım.
Önerin ne peki? İşi bırakmamı mı söylüyorsun?

Erkek değil mi?
Cinsiyet tahmininde bulunmayın lütfen. Bulunuyorsanız da biraz kıyafetlerini inceleyerek yapın.

Geceleri uyuyor mu?
Bunun yanıtına pek inanmayın, nazar değmemesi için tersini söylemediğim ne malum. Ah, keşke öyle olsa..

Çok ince giydirmişsin! Veya tersi.
Anne çocuğun üşüdüğünü veya terlediğini anlar, sürekli takiptedir zaten. Dert etme sen bunu.

Bu kadar pimpirikli olma.
Dışarıdan bir sürü mikropla eve girip ellerimizi yıkamadan minicik bebeği sever, hatta öpersek annesinin hoşuna gitmez elbet, yoksa bu annenin gereğinden fazla titiz olduğunu göstermez.


HB

20 Eylül 2011 Salı

Naçizane


Yeni doğum yapmış annelere ve hamilelere 1 yıl boyunca edindiğim deneyimlere dayanan birkaç önerim var. Belki ilerki yıllarda kendim de yararlanabilirim kim bilir.
Annelik her gün yeni şeyler öğretiyor insana. Durmadan araştırmak istiyorsun. Daha şimdiden tuvalet eğitimi, diş bakımı, anaokulu seçimi gibi konularda yazılar okurken buluyorum kendimi. Aylar geçtikçe konular değişiyor. Eskiden tüm gündemi kaplayan konu birkaç ay geçince anılmaz oluyor. Şimdi listeye yazacağım konuların bir kısmı böyle. Bir süre önce hayati önemdeyken şimdi unutulmuş halde. Bir kısmı ise hala bugünü etkileyen şeyler.



1.     Doğum yaklaşırken yaşanılan en büyük kaygı “bakabilecek miyim” oluyor. Özellikle de ilk çocukta.. Mini mini bir bebeğin altını alması, banyosu, kısaca bakımı annenin gözünü korkutabilir. Biz Acıbadem’in doğuma hazırlık kursuna katılmıştık ve normalde çok rahatken ve herkes nasıl bakıyorsa ben de öyle bakarım elbet diye düşünürken kursta anlatılanlardan sonra masajı, ağız-kulak-burun temizliği, açık yara kabul edilen göbeğinin bakımı, vs. tüm bunlar benim en doğru tabirle biraz gözümü korkutmuştu.  Gerek yokmuş.  Rahat olmalı. İlk günlerde annelerim alt değiştirme ve banyoya yardım ettiler. Birkaç gün sonra zaten kendim yapıyordum.

2.     Doğum öncesi yaşanılan diğer bir endişe de “sütüm olacak mı” ve “emecek mi” oluyor. Birçok arkadaşımı doğum yaptığı hastanede ziyaret ettiğimde bu endişeyi taşıdıklarını gördüm. Bu kaygı sütü olumsuz etkileyebilir. Sütün gelmemesi için bir sebep yok. Buna kendini inandırmak lazım, bu şekilde düşünmek lazım. Doğum yapan her kadında aynı hormonlar salgılanmıyor mu? Sezaryen ile ve 40.haftamın dolmasına 6 gün kala doğum yaptığım halde sütüm öyle boldu ki ilk günler gelen klostrum sütü dahi sağma şansım olmuştu. Bebeğin emmesi anne karnındayken oluşan bir refleks. Emzirme teknikleri hakkında biraz bilgi edinmek yeterli. Yenidoğan hemşireleri bu konuda çok destek olmuştu hastanede kaldığım süre boyunca. Her anne bebeğinin anne sütü almasını ister. Bunu yapamayacağım endişesi taşımamalı.

3.     Süt üretimini arttırmak annenin elindedir. Sık sık bebeği emzirmeli, vakit buldukça dinlenmeli, cennetten gelen minik yavruya bakıp moralini hep yüksek tutmalı, bol bol su ve komposto içmeli, beslenmeye dikkat etmeli. Helva, baklava, yani tatlı sütü arttırmaz. Şöyle arttırır; yedikten sonra susattığı için su içirmek kanalıyla..Elbette lohusanın canı çeker böyle şeyler ama kararınca yemekte fayda var. Çünkü aksi durumda “hani doğumla birlikte kiloların çoğu gidiyordu” sorusuyla hayal kırıklığı yaşama ihtimali çok yüksektir.

4.     İlk aylarda bebek gelen sütün tümünü emmeyebilir. Bu durumda sütü sağıp buzluğa koymak sonraki aylar için yapılacak en güzel yatırım. Çalışan anneler için ilaç gibi geliyor bu sütler. Eda 5 aylıkken çalışmaya başladım ve sadece buzluktaki sütlerle 1 ay idare ettik.

5.     Hamileyken ve lohusa döneminde güzel kıyafetler bulamıyorum diye üzülmek yerine http://www.leileo.com/ adresini ziyaret etmeli. Ben malesef geç tanıştım bu markanın ve ürünlerin yaratıcısı sevgili Zeynep ile. Oysa hamileyken kıyafet bulamamaktan yakındığım olmuştu. Hem estetik, hem kullanışlı, hem de sağlıklı kıyafetler için LeiLeo tercih edilmeli. Sadece anne için de değil üstelik, bebeğimiz için organik kıyafetler,önlükler ve battaniyeler bulabiliriz.

6.     Uyku eğitimine mümkün olduğu kadar erken başlamalı. Özellikle ayaklanmaya başlamadan halletmek en güzeli. Bu süre bebeğe göre değişecektir. Gece emzirmek kolay olsun diye aynı odada, hele ki aynı yatakta yatırmak doğru değil. Çocuklar bir şeyi çok kolay alışkanlık haline getiriyor, ama bu şey onlar için tercih etmediğimiz türdense. Eda 3.ayından itibaren geceleri yatağında uyuyordu. Nadiren yanımda yatırmışımdır. Yaz tatilinde 1 ay boyunca aynı odada uyuduğumuz için şimdi tekrar yatağına alıştırmaya çalışıyoruz.

7.     Bebeğin emzik alması sağlanmalı. Ben emzik alması için çok çaba gösterdim ama nafileydi. Emzik yerine parmağını tercih etti. Halen bu alışkanlığı sürdürüyor ama emzik gibi kurtarıcı bir şey değil parmak ve bıraktırması daha zor. Emzik alan bebeklerde uyku eğitimi de daha kolay oluyor.

8.     Bebek seste uyumaya alıştırılmalı. Gündüz uykuları sesli ortamda olmalı. Buna alışmayan bebekler Eda gibi telefon sesine, hatta dışarıdan gelen en ufak sese uyanabiliyor.

9.     Kırkı çıkana kadar dışarı çıkarma sözlerine kulak asmamalı. Hava çok soğuk olmadığı sürece 5 dakika bile olsa hava alması karnının doyması kadar önemli. Küçükken dışarı çıkmaya alışması da güzel aslında, kalabalığa alışan çocuklar sonradan zorluk çekmiyor. Her ortama rahatça girebiliyorlar. 2-3 aylık olana kadar AVM’leri gereksiz buluyorum, özellikle kışın.

10.     Göbeği düşene kadar banyo yaptırmama gibi bir düşünce varsa hemen onu yok etmeli. Yazıktır çocuğa, hele ki sıcaklarda her gün banyo yaptırmak en iyisi. Sadece o bölgeyi mümkün olduğunca kuru tutmaya dikkat etmek lazım.

11.  Televizyon seyrettirmemeli. Doktorların ortak görüşü 2 yaşına kadar uzak tutmak gerektiği yönünde. Bir ara Eda’nın dikkatini çekiyordu renkli renkli görüntüler ama o zamanlar küçük olduğu için televizyona doğru tutmadım veya direkt kapatarak önlem aldım. Şimdi pek ilgisini çekmiyor. Oturup çizgi film izlemişliği yoktur henüz.

12.  Çocuğu kat kat giyinmeye alıştırmamalı. Ben ettim bu hatayı. Geçen kış ev hamam gibiyken penye ayaklı pantolon ve uzun kollu çıtçıtlı body üzerine tulum giydirmek gibi bir yanlış yaptım. Yaz itibarı ile Eda aşırı terleyen bir bebek haline geldi. Bu mevsimdeyiz, t-shirt ve şort ile geziyor. Bu kış aynı hatayı tekrarlamam artık.

13.  Fotoğraf çekmeli. Ama çok fazla..Büyüdükçe bakması ve oluşan değişimi, büyüdüğünü farketmek öyle güzel ki...

14.  Bebeğimizle sürekli konuşmalı,ona sarılmalı, kocaman sevgimizi gözümüzde hep minik kalacak yavrularımıza belli etmeli ve her dönemi ayrı güzel anneliğin tadını çıkarmalı.

HB

15 Eylül 2011 Perşembe

Bırak geceleri

Bu ara hep Eda’nın uykusuzluğundan yakınıyorum ve insanlardan sık sık duyduğum bir cümle oluyor: “geceleri annene bıraksana, dinlenirsin sen de biraz”

İyi de bu çocuk daha çok küçük. Geceleri annesine ihtiyacı var.
Hem de tüm gün annesini görmüyor. Geceleri de mi ayrı kalsınlar?
Üstelik hala emmeye devam ediyor. Gece ağlayınca annesini yanında bulamayınca ne hissedecek?
Artı anneannesinin de dinlenmeye ihtiyacı var. Tüm gün zaten peşinde koşturuyor. Geceleri bari dinlenmesin mi kadıncağız?
Hepsi bir yana ben onsuz yapabilir miyim? Gece evde yokken gerçekten deliksiz ve rahat uyuyabilir miyim?

Yaa ne çok şey var değil mi ilk düşündüğünde insanın aklına gelen. Mesele de bu ya zaten, bir düşünse insan..Düşünerek yorum yapsa, akıl verse..

Bazıları için sorun değil aslında gece büyükanneye bırakmak. Hatta şöyle bir örnek de var karşılaştığım. 1 yaş arayla çocuk yapan bir tanıdık var. Büyük çocuk sürekli büyükanne ile zaman geçiriyor. Ufak ise annede. Büyüğü gece-gündüz sürekli ninesiyle. Annesini neredeyse hiç görmüyor. Geçenlerde tatile çıkmışlar, çocukların ikisini de, birini anneanneye diğerini babaanneye olmak üzere, bırakarak... Büyüklerden yardım almak hepimizin yaptığı şey. İmkanı olan herkesin..Büyükannelerden Allah razı olsun. Yaşlarına rağmen kendi çocuklarına bakmadıkları kadar iyi bakıyorlar. Ama çalışmayan bir bayanın çocuklarından biriyle sürekli kendi ilgilenirken diğerini bundan mahrum bırakması hiç kabul edilebilir bir şey değil benim gözümde. En çok anne sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyduğu yaşlarda hem de. Ne kadar düşünürsem düşüneyim mantıklı bir açıklama bulamam. Aynı şekilde çocukları bırakıp karı-koca tatile çıkma konusunda da... O çocukların hakkı yok mu tatil yapmaya, denize girmeye, kumda oynamaya? Hem baş başa gidince gerçekten akılları kalmıyor mu çocuklarda, nasıl dinlenebiliyor ve eğlenebiliyorlar? Hadi çocuklarla bir defa çıkıp sonra birkaç günlüğüne baş başa ikinci bir tatil olsa bu belki anlarım da öyle bir şey de değil. Senede bir defa gidilen bir tatile çocukları götürmemek çok bencilce geliyor bana. Herkesin hayatı kendine elbette. O anne de çok seviyor çocuklarını şüphem yok. Sadece çocuklara bunu belli etmesinde ve eşit göstermesinde sıkıntı var.
Yoksa kim sevmez ki yavrusunu...




Not: Bu yazının konusu, çocuğunu geceleri keyfi olarak anneye bırakanlar. Zorunlu oldukları için bırakanlar değil elbette.

HB

Gülümse

Gülmek kime yakışmaz ki? En çirkin insanı bile güzelleştirir anında. Hayat her zaman izin vermiyor buna ne yazık ki. Gözyaşları yerini alıyor bu güzel yüz ifadesinin. Hayatın acımasız hali istemesek de günü gelince karşımıza çıkıyor. Umarım dertten, kederden ağlamak yerine herkesin yüzünü güldürür hayat. Ayrıca somurtkanlık genel tavrı olan insanlar da gülmenin aslında ne kadar güzel bir şey olduğunu farkederler bir gün.

Birkaç fotoğraf seçtim eski yıllara ait. Bakanlar tebessüm etsin diye..


Türkan Şoray


Kemal Sunal


Sadri Alışık


Sezen Aksu


Ediz Hun


Müzeyyen Senar


Barış Manço


Audrey Hepburn


Bob Marley


Janis Joplin


Kurt Cobain


Marilyn Monroe


Jon Bon Jovi


Madonna


Not: fotoğrafların alıntı olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde J
HB

13 Eylül 2011 Salı

Nasıl beslemeli?

Çocuğun beslenme alışkanlıkları ilk yaşlarında oluşuyor. Hatta belki de anne karnından itibaren başlıyor. Anne hamileyken her besini almalı, her türlü şeyi yemeli diyorlar o nedenle. Anne,tek düze beslenmek yerine farklı farklı besinlerin tadını alırsa bebeğinin de ileride o yiyecekleri seveceği söyleniyor.
Katı gıdaya başlayan bebek mevsimine uygun fakat alerjik olmayan tüm sebze-meyveleri tatmalı. Diyelim ki bir sebzenin tadını beğenmedi. Bu durumda da sevdiği sebzelerle karıştırılıp tadına alıştıkça ayrı yedirilebilir. Her zaman bu kadar kolay olmuyor elbette. Çocuklar çoğunlukla bizden daha inatçı davranabiliyor. Yine de bebeğin 5.ayından itibaren yelpazeyi geniş tutarak her şeyi tattırmakta fayda var.



Kendimden biliyorum; bizim evde babam çok sevmediği için sebze fazla pişmezdi. Evlendiğimde bana sorun yaşatan bir konu oldu bu. Ben de patates, bamya, taze fasulye, hariç hiç sebze yemiyordum. Eşim ise tam tersi sebzeye düşkündü. Bu durumda alışmak zorundaydım. Patlıcan, kabak, kereviz, pırasa, karnabahar..hepsi evde pişe pişe benim kendilerine alışmamı sağladı. İnsan bir şeyin tadına alışmazsa onu sevemez ve bunun için de en doğru zaman kişinin ilk yılları. Tam aksi de öyle..Zararlı yiyecek-içeceklerin de tadı ne kadar az ve geç öğrenilirse o kadar iyi. Hiç öğrenilmemesine imkan yok. Çünkü çevre denen bir gerçek var ki bu çocuğa bayramda çikolata alması için ısrar eden, parkta çocuğuna cips yedirirken yanında oynayan çocuğa da ikram eden kişiler,  çocuğu markete götürüp kek,çikolata alıp onu mutlu eden büyükanne ve dedeler tam da bu gerçeğin içinde. Anne ne yapabilir? Herkesin bu konuda görüşü farklıdır. Ne olacak biz yemedik mi sanki küçükken diyen anneler olabiliyor. Ben böyle düşünmediğim için bu konudaki davranışım sürekli uyarmak ve engellemek yönünde. Örnek olaylar;

1.Bahadır Eda’ya ailenin gözde yiyeceği nutella vermek istediğinde engelliyorum. Çok az tadına bakabilir elbet, o da çikolatayı abur cuburların içinde en masumu gördüğüm için.
2.Bayramda Eda’ya şeker uzatanlara onun daha şeker yemediğini, benim onun yerine aldığımı söylüyorum.
3.Geçen akşam gittiğimiz bir arkadaş Eda geliyor diye marketten bir sürü alışveriş yapmış. Kekler, gofretler, bisküviler...Hiçbiri Eda’ya nasip olmadı tabi.


Ben abur cubursuz yapamayan biriyim. Peki nasıl olacak da Eda’yı uzak tutacağım? Avantajım sayesinde. Ben bu tür şeyleri evde hiç yemem (nutella hariç, onun için mekan zaman tamamen önemini yitiriyor). Evde aklıma gelmez çünkü. Daha çok işte çalışırken yiyiyorum veya okul dönemi ders çalışırken tüketiyordum. Evde bu zararlı yiyeceklerin bulunmaması, olsa bile çocuğun yanında yenmemesi en önemli konu.
Doktorumuza Eda’nın çay içmek istediğini söyleyip çok açık olması koşuluyla verebilir miyiz diye sorduk. “Verebilirsiniz ama orada onun içmek istediği şeyin çay olması sizin çay içmenizle bağlantılı. Ihlamur içseniz onu isteyecek. Dolayısıyla siz ne yiyip içmesini istiyorsanız sofranızda onları bulundurun” dedi özetle.
İlkokuldayken bir arkadaşım vardı. Kola, gazoz gibi asitli içecekleri ağzına sürmezdi, sevmezdi hiç. Herkes hayret ederdi nasıl sevmiyor diye.
Dedimya çikolata en masumu benim gözümde diye. Kola ve cips de en tehlikelileri. Patates kızartması ve hamburger yemiyecek mi çocuk ne yazık diye düşünenler olabilir. Evde hamburger hazırlamak en basit şey. Patates kızartmak da öyle. Ama defalarca aynı yağı kullanılarak kızartılanlar için evet yazık ki yemiyecek. En azından belli bir yaşa gelene kadar, kontrolü tamamen elimden bırakana kadar.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News