http-equiv='refresh'/>

31 Mayıs 2012 Perşembe

Kalabalık Nüfusu Değil Mutlu Nüfusu Amaçlayın

Sezaryen yasaklanmalı...

Normal doğum desteklenmeli ile sezaryen yasaklanmalı çok farklı şeyler ve asıl yapılması gereken ilki. Ülkemiz sezaryen doğum oranında bu kadar yukarılardayken nasıl olur da toptan yasaklama yoluyla bunu kesecekler? Sezaryen doğum yapan kadınların bir kısmı doktorun yönlendirmesiyle bu yöntemi tercih ediyor. Üzerine gidilmesi gereken mesele bu. Doktorun risk almaktan bu derece kaçınması, en ufak şeyde sezaryeni söylemesi esas problem. Doktor için zahmetsiz, kısa sürüyor. Gece bir saatte hastaneye çağırılma ihtimali düşüyor. Doktor için her açıdan rahat. Anne de çok karşı değilse, normal doğuracam diye ısrar etmezse kendisini ameliyat masasında bulması kaçınılmaz. Genel durum bundan farksız. Normal yapılabilecek bir çok doğum doktor etkisiyle normalin dışına çıkıyor. Bende de durum farksızdı bence. Karnımdaki su az diye yarın doğum için yatıyorsun dedi doktorum. Saatlerce suni sancı da en ufak bir açılmaya sebep olmayınca kızımı normal doğuramadım. 40 haftanın dolmasına daha 6 gün vardı. Doğumun gerçekleşmemesi çok normal. Peki suyun az olması gerçekten hayati bir tehlike mi? Ben o aşamadan sonra artık doktoruma güvenmemezlik edemezdim. Kimse de edemez. Önemli olan doktorların gerçekten riskli durumlarda sezaryene yönelmesi. Onun dışında normal için zorlaması gerekir. Kadın Doğum Uzmanı yerine ebelerin doğuma girmesi hem asıl işi bu olan kişiler tarafından kadınların doğru yönlendirilmesini sağlar hem de doktorların risk almaktan kaçınma ve doğumun zaman belirsizliğine karşı sezaryeni tercih etme sonucunu da azaltır.

Bir de asla normal doğum yapmam diyen grup var. Sezaryen olmadığı takdirde çocuk yapmam diyenler var. Bu kadar netler. Korkuyor olabilirler, istemiyor olabilirler. Çok normal. Kesinlikle korkacak bir şey değil, her kadın normal doğurabilir bence, annelerimizin neslinde ya da daha öncekilerde olduğu gibi. Fakat tercih meselesi, istemiyorum diyenleri nasıl zorlayabilirsin ki. Ancak yasaklayarak sen de çocuk sahibi olma madem diyebilirsin. Çözüm harika.


Kürtaj yasaklanmalı...

Allah hiçbir kadını bu duruma maruz bırakmasın. Böyle bir karar vermek kolay mı sanıyorlar? Eminim ne göz yaşı dökerek bunu yaptırıyorlardır. Hiçbiri keyiften değil. Peki bunun için bulunan çözüm ne? Yasaklanacak ve karar vermekle de uğraşmayacak kimse. Başkasının adına karar verenler var neyse ki, kimseye düşünme derdi kalmıyor! Peki bu şartlar altında doğan çocukların hayatını düşündüler mi hiç? Ebeveyni tarafından istenmeyen bir çocuk olarak görülecek belki, o muameleyi görecek hayatı boyunca. O çocuğa ekonomik olarak bakma şansı olmayan bir ailede sersefil bir yaşam sürecek belki. Bunları düşünerek ekonomik anlamda bir iyileştirme veya yardım yapılacak mı? Komik olmasana, ne yardımı! Yardım, teşvik gibi konular konuşuluyor olsa nüfusu kürtajı yasaklayarak arttırmak yerine doğum sonrası olanakları iyileştirerek arttırmak hedefliyor olunurdu. Gerçekten bu konunun üzerine eğilmiş olunsaydı çok çok farklı bir tablo yaratılabilirdi. Dayanak eksik olunca bu kadar oluyor. “4 haftadan sonraki gebelikler için yasak” cümlesinden bile belli aslında. 4 haftaya kadar gebelik öğrenilebilecek mi yoksa bundan sonra?
Bir şeyin yasaklanması o işin gizli gizli yapılacağı anlamına gelir. Bunu da biliyor olmak gerekir. Neresinden tutulsa elde kalıyor.

Bu yazıyı dün yazmıştım. Üzerine Sağlık Bakanının şok edici açıklaması geldi. Her gün yeni bir gündem, yeni bir şok. Bu ülkede hayret etmemeyi öğreneceğiz bu gidişle.

HB

30 Mayıs 2012 Çarşamba

At Çiftliğinde Bir Minik Eda


Haftasonu Eda’yı babasının voleybol maçına götürdük. Aman Tanrım, zaptetmek o kadar zor oldu ki. Sahadan ayrılmak istemiyor, yüzüne top gelecek uyarılarına aldırmıyor ve 1 dakika yerinde durmuyordu. Yine de değişiklik oldu onun için.



Ertesi gün de hızımızı alamayıp ata binmeye gittik. Ben yine seyirciydim ama bu kez baba da bana katıldı. Eda için gösteri zamanıydı bu sefer! Alışveriş merkezlerinde pıtır pıtır gezen atlar var ya, çocuklar üzerinde zıpladıkça ilerleyen. Onlar Eda’nın görünce üzerinden inmek istemediği oyuncaklar. Bu sefer gerçeğine götürelim dedik. Baştan korkar belki diye atı sevdirdiler, tepkilerini ölçmek için. Bizimki biraz çekinse de sevdi getirdikleri atı. Sonra üzerine bindirdiler, yine bir terslik yok. Ardından da gezdirmeye başladılar. Düşme ihtimali olmadığı konusunda garanti aldık. Zaten 2 kişi vardı daima yanında ve çok yavaşça yürütüyorlardı. Eda çıt çıkarmadan gezdi 15 dakika boyunca. Çocuklar için güzel bir aktivite ve profesyonel olarak yapılabilecek zevkli bir spora benziyor.










Biz kahvaltı sonrasına gittik ama çiftliğin içinde bir cafe bulunuyor. Kahvaltı için gelenler masaları doldurmuştu. Bir de benim gibi babetle gidip ayakkabıyı at pislikleriyle batıran bir başka saftirik daha görmedim. Sonraki seferlerde bu konuda dikkatli olacağım :) Neyse ki bebekle gitmenin avantajı var, ıslak mendil hep yanımızda.



HB


29 Mayıs 2012 Salı

Anlamakta Zorlandığım İnsan Grupları


1.grup:
Telefonun bozulduğunu düşündürecek kadar çok çaldırırsınız. Açılmayınca ümidi kesmez 1 dakika sonra yeniden ararsınız. Bu kadar ısrara ne gerek var canım!



2.grup:
Beğenmediğiniz halde çok yapmacık şekilde karşındakinize övgü yağdırırsınız. Yapmacık tavırlara hiç gelemem ben. Beğenmediyseniz ve kırıcı olmak istemiyorsanız hiç yorum yapmayın olsun bitsin.



3.grup:
Kendinizi birkaç tabaka yukarıda görürsünüz. Gerçekten öyle de olabilirsiniz ama bırakın başkaları sizi öyle görsün, siz kendinizi değil. Hepimiz insanız burada :)



4.grup:
Lavaboyu işgal etme süreniz bu gruba girmenize neden oldu. Sıra bekleyen biri olduğunu anlamanıza rağmen o kadar zaman içeride ne yaparsınız hakikaten anlamak zor.




5.grup:
İşinizi yapana kadar iyi olduklarınız işiniz bittiğinde sizin için ne anlam ifade ediyor? Hiçbir şey mi? 5.gruba hoşgeldiniz öyleyse.



6.grup:
İşi ailenizden çok önemsersiniz. Bir gün o iş elinizden alınırsa ne yapacaksınız hiç düşündünüz mü? Aile gibisi var mı! Çok geç olmadan bir daha gözden geçirin durumunuzu bence.



7.grup:
Dikkat çekmek için her şeyi yaparsınız. Bir ortama girdiğinizde hemen farkedilmek, tüm ilgiyi üzerinize çekmek istersiniz. İlgi hep üzerinizde kalsın diye konuşur durursunuz. Sizi şöyle alalım;



8.grup:
Gereksiz asabiyet yapıp ortamdaki herkesi gerersiniz. Trafikte ise sizinle aynı taşıtta olmamak veya karşılaşmamak için dua ederim. Biraz sakin lütfen.



9.grup:
Üstünüzdeki işleri başkasına yıkmaya bayılırsınız. Bu sizde adeta hobi haline gelmiştir. Nasıl olsa yapacak birileri var ben niye uğraşayım diyorsanız işte tam bu gruptasınız.



10.grup:
Şikayet etmeye bayılırken çözüm üretmeyi aklınızdan bile geçirmezsiniz. Ne da olsa biri zor biri kolaydır. Şikayet etmekle ömür geçmez. Bir şeyleri değiştirmeye çalışmadığınız sürece sussanız?!



HB

28 Mayıs 2012 Pazartesi

İmkanın varsa hiç durma

‘Çocuğundan ayrı kaldığın süreler ondan çaldığın zamandır’ düşüncesi anneyi yıpratan, sınırlayan ve bence sonradan pişman olmasına sebep olacak bir şey. Çalışan annelerin hep yaşadığı ikilemdir bu. Tüm gün görmediğim çocuğumdan ayrı bir aktivite yapmak ona haksızlık etmek gibi gelir. Çalışmak bir nevi zorunluluksa bu aktiviteler tamamen keyfidir ve bu keyfiliğin kendisidir anneye bu denli vicdan azabı çektiren. Çalışıyorum diye duyulan rahatsızlığın daha az olmasının sebebi budur bence. Yoksa 10 saat görmediğimiz çocuğumuzu 2 saat daha görmemek bu kadar huzursuz etmezdi bizleri.

Lisede gezme tozma şansımız vardı. Ama ÖSS denen bela ile ne kadar vardıysa. Okul-dershane-ev dışında çok da bir aktivite gelmiyor değil mi aklınıza o yılları düşündüğünüzde?
Üniversitede daha şanslıydık. Vakit boldu. Dersler fazla zorluyordu ama vize ve final dönemi olmadığı sürece çok da dert değildi. Burada bizi sınırlayan şey kendi paramızı kazanmıyor oluşumuzdu.
Mezun olduk, işe de girdik. Para kazanmaya başladık, beyaz atlı prensimizi de bulduk hemen, kaçırmak istemiyoruz. Ya da zaten yıllardır bizi bekliyorduysa iş engelini de ortadan kaldırıp evlendik onunla. Arabamız olsun istedik, madem para kazanıyoruz biraz lükse hakkımız vardı. Derken kira ödemekten kurtulmak istedik. Bir sürü borçla ev aldık. Kısaca nasıl olduğu önemli değil, bir şekilde aldığımız parayı bir sonraki aya bile bırakmadan tüketiyor haldeydik. Zaten iş hayatı da öğrenciliğe hiç benzemiyordu. Yorgun argın eve geldik, hiç gezecek halimiz kaldı mı! Yine fırsat buldukça bir şeyler yaptık canım.Ama bu kısıtlar altında.

Yaşımız çok ilerlemeden çocuk yapalım dedik. Evliliğin neşesi çocuk, çok beklemeyelim dedik. Gidilen yerler sadeleşti. Artık nereye diye değil kime gitsem diye düşünülür oldu. Çocukla bulunulabilecek en rahat yer kendi evin değilse başkasının eviydi. Bu yüzden ev gezmeleri sosyal hayatın tek parçası oldu. Çocukla gidilen cafe-restorant gibi yerler de arada bir ev gezmelerine alternatif oluyordu ama çocuk mama sandalyesinde oturduğu birkaç dakikada sandalyenin bulunduğu 1 metrekarelik yeri savaş alanına çevirdiği için anne pek rahatsız haldeydi. Mama sandalyesinden sıkılan çocuk etrafı keşfe çıktığından annenin bu dakikadan sonra yerinde oturmasına da imkan kalmamıştı.

Çocukla alışverişe çıkmak da sanıldığı kadar kolay değildi. Arabasına oturturum, etrafa bakınır gibi bir şey bizde hiç mümkün olmamış, en fazla 20 dakikalık süre tanınmıştır bize sevgili kızımız tarafından. Şu an büyüdüğü için durum iyileşmemiş, daha da kötüye gitmiştir. Nedeni de kızımızın mağaza gezmede bizim isteğimizi yok sayarak kendi kararlarını vermiş olmaya başlamasıdır. Çocukla alışveriş şu şarta bağlı olarak mümkündür; babanın devreye girerek onu oyalaması ve annenin koştura koştura ihtiyaçlarını alması şeklinde gerçekleşebilir.

Çocukla sinema veya tiyatroya gitmek kaç yaşında denenebilecek bir şeydir henüz kestiremiyorum. Yine de tahminimce 4 yaşın altında mümkün olmayacaktır. Tabi 4 yaş sonrasında da gidilebilecek oyunlar veya filmler bellidir. Çocuğun ilgisini çekecek şeylerle çerçevesi çizilidir.

Kısaca çocukla birlikte yapılabilecek şeyler sayılıdır ve bunların tümü çocuğa göre ayarlanan, anne veya babanın eğlencesini pek de gözetmeyen şeylerdir. Peki anne babanın kendisi için bir şeyler yapmaya hakkı yok mu? Bence var. Yaşadığı şehirde yakınları olmayan aileler ne yazık ki bu açıdan çok şanslı değil ama bir fırsatını bulduklarında, örneğin annelerden biri geldiğinde, hemen bu durumdan yararlanmalı. Güvenilir bir bakıcısı varsa bir akşam 2 saat daha mesai yapması için ricada bulunulmalı. Kolay değil ama olanak olduğu takdirde değerlendirilmeli.

Ailesi ile aynı şehirde yaşayanlar ise bu şansı mutlaka kullanmalı. Herkesten çok güvenebileceğin biri var, çocuğun onunla olmaktan mutlu ve bakacak kişi de bundan dolayı gocunmuyor. Daha ne o zaman? Endişe etmesi gereken en son kişisin. Çocuğun seni 3 saat az görse bunalıma mı girer? Aklının onda olacağı muhakkak; fakat zaten onu düşünmediğin zaman mı var ki? Önemli olan iyi olduğunu bilmen. Yanında değilken sürekli suçluluk duygusuyla onu düşünmek başka o başka. Böyle hissedeceksen zaten yaptığın şeyden de keyif alamazsın. Anlamsız bir şey olur.
Oysa ihtiyacımız var bizim kendimiz için bir şeyler yapmaya. Çocuk mutlaka hayatını tümden değiştiriyor ama insanoğlu sosyalleşmeye de yer vermek istiyor hayatında. Sevdiği bir faaliyeti yapan anne mutlu olur, kendini iyi hisseder ve bu yüzde yüz çocuğa yansır. Belki de o 3 saati çocukla geçirmekten daha önemli.

Detay vermeden anlatacağım. Bir tanıdığımız bu konuya verebileceğim bir uç örneğimdir. Olaydaki hanımefendi kayınvalidesinin üst katında oturuyor. Bebek yaptıktan sonra kayınvalidesi ile yaşamanın tüm nimetlerinden yararlandı. Geceleri ona bıraktı, yemekleri hep babaannesi tarafından yedirildi. Derken 1-2 yıl içinde yeniden hamile kaldı. Tabii bu rahatlıkta bu cesaret çok normal. İkinci çocuğun dünyaya gelmesiyle büyüğü artık tamamen babaannenin çocuğu oldu. Hiç kendi evinde yatmadı, gün içinde de annesi evde olmasına rağmen hep alt kattaydı. Mevcut durumu anlatarak dedikoduya kaçmadan, kendi düşüncelerimi söylemeden örneğimi sonlandırıyorum.
Bu kadar uç bir örneği niye verdim? Böylesi rahat insanlar var. Çocuğun elbette annesine ihtiyacı çok fazla ufak yaşlarda. Annenin de ona özlemi fazla. Ama onu bırakıp kendine biraz olsun zaman ayırmanın hiçbir tarafı yanlış değil. Gayet normal. Bu kadar yazdım, özünde tek bir şeyi anlatmaya çalıştım. Ben de zaman geldi aynı hislere kapıldım. Hala da yaşadığım oluyor. Ama biraz esnedim ve baktığımda eskiye göre çok da bir şeyin değişmediğini gördüm. Çocuktan ayrı kendisi için minik zamanlar ayıran anne kötü anne değildir, bu düşünceyi terk etmek gerekir.

HB

25 Mayıs 2012 Cuma

Oturma Şeklini Değiştirmeye Çalışmayın

Bugün ilk kez bir konuk yazarım olmasının heyecanını yaşıyorum. Sevgili arkadaşım İlkay tatlı kızı Gökçe ile ilgili bir paylaşımda bulundu ve beni kırmayarak burada yayımlamama müsade etti. İlkay bir süredir kızının hafif içe bastığını gözlemlediğinden çok süre geçmeden bir problem varsa zamanında müdahale etme şansı olması için bir ortopediste muayeneye götürdü Gökçe’yi. Doktorun bu konuyla ve ayakkabı seçimiyle ilgili yorumları İlkay’ın yazısında...

Başımıza gelince bilinçlendiğimiz bir konu hakkında, genel bilinç oluşturma amaçlı yazmaya karar verdim.
Şu anda 28 aylığız. Çocuk doktorumuz 24 aylıkken muayene etti ve fizyolojik olarak ayakta problem olmadığını söyledi. “Büyüdükçe geçecek, oturma şeklini bacaklarını öne uzatacak şekilde değiştirmeye çalışın”  dedi. Biz içimiz rahat yaşantımıza devam ederken (bu arada sürekli bacaklarını uzatıp oturtmaya çalışıyoruz), çevreden birkaç kişi; aynı problemin (içe/dışa basma) kendi çocuğunda, torununda olduğunu, kendilerine de bize verilen cevabın verildiğini ancak çocukların şimdi birer ergen olduğunu ve hala içe/dışa bastıklarını ve çocukların bu durumdan üzüntü duyduklarını, mutlaka bir uzmandan bilgi almamızı söyledi. Bu arada ben de dikkat eder oldum ki çevremde belirgin şekilde içe / dışa basan çok sayıda insan var.

Fotoğraftaki gibi Gökçe'de hafif içe basma var


Ben de sonunda dün akşam Gökçe’yi bir profesöre götürdüm. Şeker gibi, samimi bir adamla karşılaştık. Bizi güzelce ve eğlenceli bir şekilde muayene etti. Söylediklerini özetliyorum:

“Her çocuk ayakları içe dönük doğar, zamanla bu açı kapanır. Gökçe’de fizyolojik hiçbir problem yok. Doğaya uygun olarak içe basıyor. (doktor gülüyorJ) Kalçadan öne gelen bir durum. Boyu uzadıkça normale dönecek. Oturma şeklini değiştirmeye çalışmayın. Çocuklar nasıl rahat ediyorsa öyle oturur ve farklı bir oturma şekline adapte olmaları onlar için zorlayıcıdır. Bu oturma şekli, kendi fizyolojisine uygun olarak beliriyor. Kontrole gelmenize gerek yok. 2-3 yıl sonra içe basma artıyor derseniz gelmeniz dışında bu konuyla ilgili doktora gitmenize gerek yoktur”

Gökçe'nin oturma şekli; bacaklarını yana kıvırarak


“Ohhh “ dedikten sonra ayakkabı konusunda bilgi vermesini istedim. Ortopedik mi?, ucuz lastik ayakkabılar mı? Biz annelerin kararsız kaldığı bir konu malum..

İşte cevap :

Çocukların ayak gelişimi için anahtar kelime “ayağın rahat etmesi”. Ayak hiçbir şekilde baskı görmemelidir. Evde vb. mutlaka çıplak ayak gezdirin çocuklarınızı, dışarıda ise tabanı tamamen bükülebilir ayakkabıları tercih edin. Gökçenin ek resimdeki Adidas ayakkabılarını büktü, fena değil ama çok daha esnek olabilir dedi. Kösele, kalın lastik, yürürken koşarken ayağını çalıştırmayacak ayakkabılar giydirmeyin. Ortopedik vb. ayakkabılar, çocuğun ayağının düzgün basmasını, ayak şeklinin düzelmesini sağlayacak güçte değildir, dolayısıyla ayak oyukluğu bile belirginleşmeyen çocuğa giydirmeyi tercih etmeyiniz.”
(Not: Çocuk doktorumuz da aynı bilgiyi vermişti)

İşte böyle arkadaşlar, içe basma ile ilgili olarak içimiz rahatladı, naçizane tavsiyem, böyle bir bulguyla karşılaştığınızda işin uzmanının mutlaka muayene etmesi.
Ayakkabı seçimi konusunda bir çocuk ortopedi uzmanından bilgi almak da faydalı oldu. Her ne kadar farklı doktorlar farklı görüşler belirtse de, hem çocuk uzmanımızın hem de bu şirin profesörün dedikleri beni ikna etti.  Seçim yine biz değerli annelerin tabii…

Sevgiler, saygılar
İlkay /Bursa

Bu konu annelerin kafasında karışık duran konulardandır. Mesela geçenlerde Eda’ya babet aldım çok özenip ama giydirdiğimde hiç rahat yürüyemediğini gördüm. Evde çokça ayakkabısız tutuyoruz, dışarıda da artık sert tabanlı olmayan ayakkabıları tercih edeceğim.

HB

24 Mayıs 2012 Perşembe

Doktor Problematiği

Doktorluk zor meslek. Her branşı öyle, yıllarca süren eğitim süreci bile başlıbaşına zor. Sonra sorumluluğu büyük, nöbeti var, her dakika telefon yanıtlayabilme ihtimali var; böyle uzayan bir liste. Çocuk doktorluğu ise bunlara ilave olarak bir de derdini anlatamayan minikleri muayene etmenin zorluğunu yaşıyor. Eksikliğini görmek istemesek de yanlarına gitmeyi dilemeyiz hiç birimiz. Yine de doktora yansımaz bu korkumuz ya da isteksizliğimiz. Daha doğrusu ona dert olmaz. Ama çocuk doktorları daha kapıdan ağlayarak giren hastalarla baş etmek zorundadırlar.

Diğer branş doktorları gibi çocuk doktorları da bazı konularda uzlaşamazlar. Ak diyene kara diyen vardır. Biz annelerin kafalarını karıştırabilirler sıkça. Örneğin biri kan tahlili yapmadan,ek gıdaya başlamayı takiben demir ilacı verir, diğeri bunu yanlış bulur ve mutlaka tahlil sonrasında demir takviyesi uygular. Biri Peditus gibi şurupların o yaştaki çocuklara ağır yan etkilerde bulunabileceğini söyler. Başkası şimdiye kadar binlerce hastama verdim bu ilacı, hiçbir etkisini görmedik der ve kullandırır. Bunun gibi örnekler çok. Tek bir doğru mu yok, yorumlama biçimi mi farklı, fayda-zarar dengesine bakışları mı değişik bilemiyorum tam nedenini. Sonuçta bu örnekler çoğaldıkça bir şekilde kendilerine yakın gördükleri, daha kafalarına yatan tedavi/uygulamalar öneren doktoru tercih ediyorlar.



Bunlar bir yana, doktorun çocuğa karşı yaklaşımı çok önemli. Geçen hafta Eda’nın yüzünde çıkan kızarıklıklar ve gözündeki çapaklanma nedeniyle doktora gittik. Kendi doktoru kongredeymiş. O yüzden başka bir hastaneden ve doktordan randevu aldım. Daha önce de bir kez gittiğimiz bir doktordu. Eda yine kapıdan girer girmez huzursuzluk yapmaya başladıı ve odadan çıkmaya çalıştı. Artık kapıları da açabildiği için zaptetmek iyice zor hale geldi. Neyse bir şekilde odada tuttuk. Doktor hanım şikayetimizi dinledi ve muayene için bizi arka tarafa aldı. Eda ağlamaya başladı tabii. Hemen yatıştırmak için “Bak kızım senin de doktor setin var.Bebeklerini muayene ediyorsun ya, seyret şimdi doktor teyzeyi bakalım neler yapacak. Sen de aynısını bebeklerine yaparsın. Hem büyüyünce de doktor olmak istiyorum diyorsun. İzle de öğren güzelce” gibi şeyler söyledim. Doktor da bu şekilde devam etti. “Bak şimdi kalbini dinleyeceğim, sen de bebeklerininkini dinlersin. Bakalım kulaklarımız temiz mi? Dişlerimizin hepsi çıkmış mı bir bakalım....” gibi rahatlatan ifadeler kullandı. Ben acaip şaşırdım ama Eda sadece soyunana kadar ağlayıp bizim bu şekilde konuşmamızla sustu. Muayene boyunca da hiç ağlamadı. İlk kez oluyor bu.

Normalde gittiğimiz doktordan da memnunum ama çocuk ağladığında yaptığı tek şey muayenesine devam etmek yani hiçbir şey yapmamak veya tamam bir şey yok, ağlama canım, çok az kaldı gibi şeyler söylemek oluyordu. Çocuk bunun üzerine susar mı? Mümkün değil. Ben yine son muayenede söylediklerimi söyleyebilirim ama bunları doktorun ağzından duyması çok daha önemli. Çünkü korktuğu kişi ben değilim, o. Ben bu bakımdan son gittiğimiz doktor hanımın yaklaşımını beğendim.

Doktorun çocuğa karşı tutumu dışında anneye yeterince açıklama yapması, annenin kafasındaki soru işaretlerini olabildiğince azaltması da puanını arttırıyor. Hele ki böyle tek doğru olmayan mevzularda annenin ikna olması bakımından çok açıklama, annenin anlayabileceği dilde açıklama gerekli. Bu olmayınca anne de o anda çocukla uğraşmaktan sormayı atladıysa eve dönünce geçiyor bilgisayar başına, site site – forum forum dolaşıyor o hastalıkla veya tedavi biçimiyle ilgili bir şeyler bulmak için. Oysa doktorum bana her şeyi sebepleriyle birlikte anlatsa buna gerek olmayacak, aklımı bulandırmayacağım.
Çok şey mi istiyorum? Doktorluk zor meslek demiştim. İsteyeyim o kadar. İsteyenenin bir yüzü...

HB

22 Mayıs 2012 Salı

Doğumdan hemen sonra süt sağmaya başlayın

LeiLeo markasının kurucusu ve emzirme reformu gönüllülerinden sevgili arkadaşım Zeynep blogunda anne sütünün sağılması ve saklanmasıyla ilgili annelerin deneyimlerini paylaşıyor. Benim kendisine yazdığım maile de bir süre önce yer vermişti. Yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.


“Özellikle çalışan anneler izin bitip işe başlayınca bir panik yaşıyor; çünkü iş yerinde sağılan süt günlük ihtiyacı karşılamayabiliyor. O yüzden doğumdan sonraki ilk haftadan itibaren fırsat buldukça süt sağılıp depolanmalı. Çünkü biliyorsun sağdıkça süt daha da artacak. `Anca yetiyor, nasıl sağayım` diye düşünmemek lazım. Sağdıkça hem süt artacak, hem de ilerisi için bebeğe mama vermeye gerek kalmayacak.
Ben sürekli sağdım ilk aylarda, hatta artık sütüm o kadar artmıştı ki kızım emerken zorlanıyor diye sağma işini azaltmıştım. 5 aya kadar hem sağdım hem emzirdim yani. 5.ayda işe başladım, buzlukta sütten başka hiçbir şey yoktu diyebilirim. O kadar depolamıştım. Tabi onlar bizi epeyce idare etti. Hiç mama vermeden anne sütünden sonra katı gıdalara geçiş yaptık. Anneler süt sağma pompasını işe başladıktan sonra lazım olacak mantığıyla alıyor. Ama bence doğumdan hemen sonra kullanılmaya başlanmalı. Ben 10 aylık olana kadar falan günde 2 sefer sağıyordum. 600 cc civarı sağıyordum. Sabah çıkmadan ve akşam eve dönünce emziriyordum. Ama Eda 5 aylık olduğu için zaten yavaş yavaş ek gıdalara da başlamıştık.
10. aydan sonra günde tek sefere düşürdüm. Sağmadıkça tabii süt de azaldı, 100 cc’lere kadar düştü. Süt poşetlerine koyuyordum. Süt sağma odamız olmamasına rağmen neyseki buzdolabımız vardı. Süt sağma odası olmadığı için stajyerlerin odasını kullandım bir ara (hepsine “hadi bakalım dışarı” dedim) sonra müdürlerin seyahatte oldukları zamanlar onların odalarını kullandım asistanlarının iznini alarak. Her yolu denedim yani. En fenası o dönemde bir de ofis tadilatı oldu ve bizi şirketin en ücra köşesine attılar. Ne oda, ne buzdolabı. Orada da temizlikçilerin soyunma odasına göz diktim. Bir sandalyenin ve giyinme dolaplarının olduğu bir odada her tarafa kağıt havlular sererek işimi görüyordum. Sonra da revirdeki buzdolabına sütü götürüyordum. Akşam da yeniden alıp en son kullanıcı olan kızıma ulaştırıyordum =) Tabii bu şartların zorluğu, artık pompayla uğraşmaktan gelen fenalık (hele süt az az gelince çok sinir bozucu) ve evde emse “yeter koca eşek oldu” mantığı ile 11.ayda sağma işini bıraktım.
Şimdi pompanın nerede olduğunu bile bilmiyorum, gözümün önünden attım hemen =) Ama sonuçta kızım anne sütüyle beslenmiş oldu. Çok faydasını gördüm yani. O zamanlar 2,5 saatte bir besleniyordu. Ama 1 öğün meyveydi mesela, derken yoğurt eklendi. Bizim kız biberonu pek istemedi başlarda. Anneciğim de benim o kadar uğraşıp sağdığım sütü ısıtıp lavabodan döküyorum diye az üzülmedi. Bir şey içmeyi sevmiyordu nedense. Zorlaya zorlaya içtiği kadarını içiyordu. Annemin de emeği çok bu konuda. Neyseki büyük bir kısmını aldı diyebilirim. 1 öğünde sütümle muhallebi yapıyorduk kaşıkla yemesinde problem olmadığı için. Bu anlattıklarımın bir kısmını Blogcu Anne’ye de yazmıştım. http://blogcuanne.com/2011/05/11/e-ragmen-emzirelim/


Sizler de kendi yaşadıklarınızı anlatmak isterseniz Zeynep’e iletebilirsiniz, katkılarınızdan dolayı çok mutlu olacaktır. Emzirme döneminde anneler sütümü nasıl arttırabilirim, nasıl saklayabilirim gibi sorularla karşılaşıyor ve başkalarından tavsiye alma ihtiyacı duyuyor. İşte bunun için doğru adres Zeynep’in blogu. Süt annelere “Annelerden Sütlü Tarifler” serisini okumanızı öneririm.

HB

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Nasıl Geldim Buraya-2

Ayda 1 defa bu seriyle ilgili yazacaktım ama o kadar çabuk malzeme birikiyor ve öyle eğlenceli ki dayanamayıp bu ay 1 kez daha listeledim J

Ben odaya girdiğimde bilgisayar masaüstü açık oluyor karikatür

Karikatürle dertleşme ha? O kadar tembih etmene rağmen hep açık mı buluyorsun arkadaşım masaüstünü? Karikatür belki buna bir çözüm bulur, ümidi kesmemek lazım. Sen yine de karikatüre çok bel bağlamasan da bilgisayarındaki desktop ayarlarıyla biraz oynasan? Orada süreyi seçebiliyorsunya, bir hesap et bakalım odadan çıkınca ne kadar dışarıda oyalanıyorsun, kurcala bakalım bir. Bak, insanı en iyi insan anlar. Sen karikatür diye tutturmuşsun ama ben de birkaç ipucu verdim sana. Şimdi de odaya girdiğimde ekran koruyucu açık oluyor diye şikayet etme. En azından bana etme n’olur.

Bebek çikolata yerse

Ne olur ki acaba? Ben de merak ettim şimdi. Kendi bebeğimde denemeyeyim ama ben. Sen öğrenirsen bana da anlatsan süper olur. Yine de ben bir tahminde bulunayım. Muhtemelen tadını çok sever, ki sevilmeyecek gibi değil. Sonra bir tane daha ister, bir tane daha. Çikolatayla karnını doyurur ve yemesi gereken yemeğe yer kalmaz. Bizim evde kavga sebebi :)

Nasıl geldim

Ben de onu diyorum işte. Sen benden çok yaşayacaksın.

Dünyanın en güzel anne tablosu

Bunu benim blogumda bulabileceğinizi düşünmeniz beni nasıl mutlu etti anlatamam. Bulamamış olmanız üzücü gerçi ama neyse ihtimali bile güzel.

Karikatür olarak verilen yemek yiyen çocuklar

Cümleye başlayıp devamında değiştirmeye karar verdiğin halde bir kısmını silmeyi unutmuş olmalısın. Hayatımda karikatür olarak verilen bir yemek duymadım da ben çünkü. Ama böyle saçma bir şey için neden benim blogum sonuçlara çıkmış olabilir? Yoksa çocuğuma karikatür olarak yemek yedirmeyi mi düşünmüştüm ben bir zamanlar? Yemek olarak mı karikatür, karikatür olarak mı yemek? Kafam karıştı benim.

Bebekler için uyku getir

Kim yapacaksa bu işi kesinlikle ben de bu çağrıya katılıyorum. Eyyy uyku göndericisi, lütfen benim de sesimi duy ve tüm bebekler için uyku getir, geceleri deliksiz uyusunlar söyleyiver şu bebelere. Anneler senden duacı olur.

Can dostum filminin doğum günü partisinde çalan şarkılar

Can dostum filmi malum bu yıl 1 yaşına girdi, onun şerefine düzenlenen doğum günü partisinde öyle şarkılar çaldı ki herkesin dilinde. Çalan şarkıların isimlerini bilmeyenler bir an önce bulup dinlemek için çıldırıyor. İşte bunlardan biri de sensin! Haydi youtube’a “intouchables” yaz bakalım. Orada bulamazsan yine haber ver, ben de bir araştırma içine girerim böylelikle.

r ile s nin süslü püslü

R ve S harfleri kadar süslü püslü harfler görmedim ben de! Hele hele S..Kıvrımlara bakar mısınız, hangi harfte var böylesi SüS!

Çılgınca yazılmış yazılar hayatla ilgili 2012 dövme yazıları

Arkadaş dövme yaptırmaya karar vermiş. Belli ki bir yazı yazdırmak istiyor. Öyle bir yazı ki hayatın anlamını ifade edecek ama bir yandan da çılgınca bir yazı olacak. Ben çok hayal edemedim. Hayatın kendisi çılgınca zaten, öyle felsefik bir şey arıyorsan çılgıncasını boşver gitsin. Yalnız kafama bir şey takıldı. Özellikle dövmesi yapılsın diye yazılan bir yazı olabilir mi? Ama bir kreiterimiz var; 2012 yılında yazılmış olmalı. Modayı takip ediyoruz. Eskisini hayatta yaptıramayız. Böyle bir yazı yoksa; henüz geç değil, önümüzdeki 7 ay yazılması için seslenmiş olalım buradan.

HB

18 Mayıs 2012 Cuma

Annelerin Ortakları

Kız çocuğunu erkeklerden ayıran en önemli fark bence daha sakin olmaları değil. Zira Eda’yı parka götürdüğümüzde birçok oğlandan daha kıpır kıpır, daha deli hareketler yapan bir kız görüyorum. Kaydırağın basamaklarını ikişer ikişer çıkan, tam tepesinde ayağa dikilen, kollarıyla iki yandan asılıp havada sallandıktan sonra nihayet kaydıraktan salınan, yere indikten sonra da merdivenle bir yere kadar deyip kaydırağı tırmanmak isteyen bir kız. Sadece parkta mı? Evdeki aksiyonları da az değil. Koltuk tepelerinde zıplama, oradan oraya hoplama gibi.Kızlar, erkekler kadar değil ama onlar gibi hareketli artık. Bu genellemenin dışında kalan hanımları sevgiyle öpüyor, annelerini de kıskandığımı itiraf ediyorum.

Kız çocuklarını erkeklerden farklı kılan en önemli şey süs. Kızların daha minik hallerinden bile anlaşılıyor bu yönleri. Yeni bir kıyafeti giyince koşa koşa aynaya gitmeyen yoktur herhalde aralarında. Ufacık çocukları süslemeye, abartı şeyler giydirmeye, hele ki makyaj yapmaya aşırı karşıyım. Ama biz anneler olarak izin versek asla da hayır demezler bunun farkına varıyorum. Mesela Eda, o yaramaz, hareketli, zıpır kız; ben makyaj yaparken “Eda Eda” diye kendini gösteriyor. Yanında oje süremiyorum zaten de tırnaklarımda oje görürse illa kendisine de sürmemi istiyor. Ara sıra direnemiyorum ben de, ojeyle sınırlı kalmak şartıyla dediğini yapıyorum.



Bir de ayakkabı merakı var. Geçen hafta yeni ayakkabı almıştım. Topuklu üstelik. Giymek için ne kıyametler kopardı. Ben bile yürüyemiyorum kızım o ayakkabılarla, senin neyine desem de dinletemedim. Sadece ayakkabı değil, çoraplarıma da takmış vaziyette. Renkli gördüğü çorapları illa giyecek. Benim soket çoraplar Eda’da bot gibi duruyor. Daha fenası ise babasının çoraplarına göz diktiğinde oluyor ki o zaman da çizme niyetine dizimizin üstüne kadar çorap çekiyoruz. 2 yaş sendromu mudur nedir artık etkisi de giderek artıyor. İnadı inat bir çocuk oldu, istediği yapılana kadar tutturma ve gerekirse ağlama halinde. Mesela oyun hamurunu mu gördü, saat gece 10 ve uyku saati geldi. Pijamasını giyip yatması gereken çocuk hamur hamur diye başladı tutturmaya. Şimdi örtü yaz, hamurları çıkar, oynaması için bekle, hamurlu elleri temizle; nereden baksanız yarım saat uykusunun sarkması demek. Bu arada hamur demişken; kızım artık büyüdü ağzına her bulduğunu atmıyor diye geçen haftasonu hamur oynarken yalnız bırakmıştım odada. Sık sık kontrol ettim ne yapıyor diye ama benim olmadığım bir an atmış ağzına bir parça hamuru. Bir geldik yanına dili, ağzının içi komple masmavi! Henüz bunun için erken yaşta olduğumuzu farkettim bu vesile ile.
Süslenecek kadar büyüdü hanımefendi ama henüz oyuncaklarının yenilmeyeceğini bilmiyor :)
Kız anneleri! Ne yapacağız biz bu süslü ve inatçı bücürüklerle?

HB

15 Mayıs 2012 Salı

Can Dostum (Intouchables)



Şimdiye kadar izlediğim en güzel Fransız filmi, son zamanlarda seyrettiğim en başarılı film. Hikayenin gerçek oluşundan zaten etkileneceğim belliydi, ama film sadece dram değil aynı zamanda komedi üzerine kurulu. Çok nefis espiriler var, uzun süredir sinemada bu kadar gülmemiştim. Driss rolündenki Omar Sy beni kendine hayran bıraktı. Oyunculuk müthiş, oynadığı karakter de öyle.

Kapkalın dudaklı bu oyuncuyu bu kadar beğeneceğimi düşünmezdim. Oyunculuk işte...Filmi izlerken insan nasıl bu kadar hayat dolu olunabilir diye sormadan edemiyor kendine. Philippe rolündeki François Cluzet de aynı şekilde çok güzel bir oyunculuk göstermiş. Felçli kalmasına sebep olan yamaç paraşütünü o haliyle bile yeniden yapıyor oluşu, bakımını üstlenen Driss’in yaşam enerjisini Philippe’e de yansıttığını gösteriyor. Öyle ki Driss’in yanında her türlü çılgınlığı yapabilen, her şeyi paylaşan adam o yanında değilken huysuz birine dönüşüyor. Philippe’in sıcak gülüşü ve bakışları aklımda kalacak. Varoş bölgelerden nezih yerlere geçiş insanın gözüne batıyor. Demek ki sadece ülkemiz değil, her yer yaşıyor bu uçurumu diye düşünüyorsun.



Filmde çalan müzikler çok iyi, özellikle Driss’in annesinin elindekileri alıp yürüdüğü sahnede çalan şarkıya bayıldım ki filmin soundtracki aslında bu melodi.. Fransızca konuşulmasını da ilk dakikalarda garipsedim; çünkü alışmışız hep İngilizce duymaya. Altyazıları kaçırma lüksün yok burada ise. Süre ilerledikçe alışıyorsun hızlıca, çok da sorun olmuyor.
Film hiç bitmesin istedim, 107 dakika sonunda bitti ama ne yazık ki. İzlemeyenler, çok şanslısınız..Vizyondaki bu filmi mutlaka izlemenizi öneriyorum. Bir de herkese böyle hakiki, içten, çıkarsız dostluklar diliyorum.

HB

11 Mayıs 2012 Cuma

Sığınak (Take Shelter)



Curtis LaForche’un, eşi ve işitme engelli kızı ile küçük bir kasabada sade bir hayatı vardır. Birden yaklaşan bir fırtınayla ilgili ardı ardına gördüğü rüyalar tüm hayatını değiştirir. Gördüğü rüyalar; evinde beslediği köpekten, en yakın arkadaşına kadar günlük yaşantısındaki herkesi değişime uğratır. Curtis bu rüyaların etkisiyle evinin bahçesinde bulunan sığınağı yenilemeye karar verir. Bir gün kullanmaları gerekeceğine inandığından sığınakta günlerini geçirebilecekleri her şeyi hazır eder. Sınırlı gelirinin tümünü bu sığınak için harcar hale gelir. Başlarda bu paranoyadan ve eşinin gördüğü rüyalardan habersiz olan Samantha yaşantılarının tümüyle değişmesinin doğal bir sonucu olarak kısa sürede durumdan haberdar olur.




Samantha’nın eşine olan müthiş desteği, işitme engelinden dolayı bakımı zor bir kızları olmasına rağmen onun için gösterdikleri çaba ve özveri, acımasız iş koşulları, Curtis’in annesinin seçtiği yola sapmamak için gösterdiği inanç ve insanlara “siz benim deli olduğumu düşünüyorsunuz ama fırtına geliyor” diye haykırdığı sahne. Hepsi çok etkileyiciydi. Aileyi koruma üzerine gelişen bir takıntının aynı ailenin hayatı üzerindeki etkileri bu psikolojik gerilim filmi ile çok güzel ortaya serilmiş. Sade bir hayat, sade kıyafetler. Öyle ki Samantha’nın üzerindeki kot şortu kaç sahnede gördüğümü sayamadım bile. Bu yalınlık ve durağanlık asla izleyiciyi sıkmıyor.



Nefis oyunculuklar, çok güzel bir senaryo ve etkileyici bir son. Bir filmi beğenmem için gereken şeylerin hepsi var. Michael Shannon (Curtis) ve Jessica Chastain (Samantha) harika bir oyunculuk göstermişler.
Sığınak, 2011 yapımı bir film olmasına rağmen ülkemiz sinemalarında mart 2012’de vizyona girdi. Hangi filme gitsem diye düşünüyorsanız önceliği bu filme verin derim.

HB

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Köylerden Gölyazı

                                                
Bir köy düşün
Uluabat Gölü kenarında
Yarımada biçiminde
Civar köyleri kıskandıran belki
Fotoğrafçıların sıkça geldiği
Haftasonları şehirden uzaklaşmak isteyenlerin uğradığı



Bir köy düşün
Seni hoşgeldiniz diye karşılayan,
Yanından geçerken gülümseyen insanlarıyla
Mis gibi gözlemeler yapılan

**



Bir köy düşün
Senin haftasonu uğradığın
İçinde her dakika hayat olan
Çocukların yürüyerek okullarına gittiği
Kadınları misafirlerine açacağı tezgah için el işi yapan
İnsanların balıkçılıkla ve zeytincilikle uğraştığı
Kadınları da kayıkların içinde görebileceğin
Memleket meselelerinden futbola dünyanın kurtarıldığı kahveleri olan bir köy





Bir köy düşün
Baharda leyleklerin uğrak yeri olan
Meydanında Ağlayan Çınar’ı bulunan
Tam da bu Pazar uçurtma şenliği yapılacak bir köy





Gölyazı bu köyün adı
Bursalıların iyi bildiği
Sevimli bir balıkçı köyü


**Bu sevimli minik fotoğraf çekmeye gelen ziyaretçilerdendi. Boynundaki askıdan da anlaşılıyor zaten. Onun fotoğrafını çekince hemen ardından o da benimkini çekmek istedi :)

HB
  

8 Mayıs 2012 Salı

Uyku arkadaşı olarak "anne"


Birlikte uyumayla ilgili eleştiriler almaya devam ediyorum ve artık birlikte uyuma değil de bu yorumlar beni üzmeye başlıyor. Herkesin fikrine saygım var elbette. Çünkü biliyorum ki her çocuk aynı değil, her birey aynı değil, dolayısıyla herkesin düşüncesi, hayatı, uygulamaları da aynı değil. Dolayısıyla benimki de diğerleriyle aynı olmak zorunda değil.
Ben de Eda daha minik bir bebekken onu odasında uyutuyordum. Aynı odada, ayrı yatakta bile değil. Direkt odasında uyumaya alışmıştı. Karşıydım birlikte uyumaya. Çocukların anne ile birlikte uyumasına değil, benim kızımın bizimle birlikte uyumasına. Ama sonra koşullar değişti, kızımın istekleri değişti, ben arada kuralımın dışına çıktım, o buna alıştı falan derken epeydir gece yanımda yatıyor. Birkaç soru var bu konuya bakışımı etkileyen ve benim cevaplarımla ortaya çıkan bir sonucum var.

1.Anne çalışıyor mu?

Annenin tüm gün çocuğuyla olmasıyla günde sadece 2-3 saat görüşmesi arasında çok fark var. Birlikte geçirdiğin sürenin uzunluğu kadar kalitesi de önemli katılıyorum ama akşam 2 saat ne anne için ne de çocuk için yeterli bir zaman. Beni özlediği için yanında istediği o kadar belli oluyor ki..Gelip sarılması, yatınca gelip sokulması,..özlediğini gösteriyor. Haftasonları ise o kadar sırnaşmıyor. Tüm gün birlikteyiz ne olsa.
Diyeceğim o ki; tüm gün çalışmayan annelerin çocuklarını ayrı yatmaya alıştırmaları, istekli olmaları daha muhtemel ve kolay.

2.Çocuğun çekingen bir yapısı var mı?

Anneleriyle birlikte yatan çocuklar kendine güvensiz olurmuş. Vay canına, bütün olay buymuş demek, odanda ayrı uyuyabiliyorsan artık öyle bir özgüvenin var ki kimse seni tutamaz! Bilim öyle diyorsa doğruluk payı vardır ama bilim de öyle bir şey ki onunla ilgili “ak” yorumu yapan uzmanlar kadar “kara” yorumu yapanlar da olabiliyor. Tek bir doğru yok olarak anlıyorum ben de. Bu uyuma biçimi benim kızımı çekingen, içe kapanık yapmadı şimdilik. Hatta tam tersi kızım büyüdükçe daha sosyal olmaya başladı insanlar içinde. Bu tavrı da uykuyla ilişkili değil tabii bence. Bizim davranışlarımız, tepkilerimiz, yönlendirmelerimiz çok daha önemli kendine güven duygusunun oluşması için.

3.Birlikte uyuyor olmaktan mutsuz olan biri var mı?

Bebeğimiz muhtemelen mutlu, anne de özlüyor ve tüm gece yanında olmaktan memnun. Mutsuz biri varsa o da babadır belki. Hem rahatsız sıkışıyor yatakta, hem çocuğun her uyanışında kendisinin uykusu da bölünüyor. Ya da tüm bu sıkıntıları çekmektense daha rahatsız bir yerde yatmayı tercih ediyor. Her durumda baba en şikayetçi kişi olmalı. 2 kişinin mutluluğu 1 kişininkinden daha önemli diye düz bir mantıkla babanınki görmezden gelinebilir;ancak çok huzursuzluk yaratan seviyedeyse yatağına alıştırma denemeleri başlatılabilir.


Eninde sonunda alışacak ve biz istesek de yanımıza gelmeyecek bir süre sonra. Eskiden kucağa alışmasın diye uğraşıyorduk, şimdi ise kucakta durmuyor. Bu değişimin farkındayız değil mi? O yüzden dert edinmek yerine tadını çıkaralım. Yeni düzene geçiş için çocuğumuzun istediği süreyi bizden başkası daha iyi bilemez.
Ben çalışıyorum, çocuğum benimle uyuduğu için asosyal birine dönüşmedi çok şükür, birlikte uyuduğumuz için de hepimiz mutluyuz. Bu cevaplar değişmedikçe stres yapmaya, bunu mesele etmeye gerek yok. Bir gün tek başına, kendi odasında uyuyacak inşallah, eskiden olduğu gibi. Ama şimdi böyle iyiyiz.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News