Ahmet Ümit kitaplarını bayılarak ve merakla okumama rağmen Bab-ı Esrar nedense aylarca elimde sürünen bir kitap oldu. Arada bir sürü kitap bitirdim ama bir türlü Bab-ı Esrar’ın içine girip sonunu getiremedim. Kısmet bugüneymiş. Ahmet Ümit’in yazdığı kitaba bu muameleyi yapmanın büyük saygısızlık olduğunu düşünerek artık araya kitap almayıp buna konsantre oldum ve yarıdan sonrasını bir çırpıda okudum.
Annesi İngiliz, babası Konyalı bir derviş olan Karen Kimya, Londra’da yaşayan bir sigorta eksperidir. Konya’da çıkan otel yangınını incelemek üzere sigorta şirketi adına Konya’ya gelir ve burada gizemli olaylarla karşılaşır. Babasının yıllar önce ilahi aşk ve hakikati aramak uğruna ailesini terk etmesi nedeniyle Karen’ın babasına beslediği hisler Konya’da yaşadıklarından sonra anlam değiştirir.
Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasındaki ilahi aşktan, Mevlana’nın kendini Şems ile bulduğundan bahsediliyor. İlahi aşk ve hakikat uğruna kötülük yapmanın aslında “kötü”yü kötü olmaktan çıkardığı anlatılıyor. Bu felsefeyi anlamak için tek bir kitabın satırları elbette yetersiz. Celaleddin Rumi’nin kitapları hatmedilmeli belki de. Şems Farsça “güneş” anlamına geliyormuş. Şems’in Mevlana’nın gölgesinde kaldığı düşünülebilir ama bence Şems, Mevlana’nın güneşi olarak, kendi gölgesini ve aslında kendisini görmesini sağlıyor.
Konu olarak benzerlik taşıyan Elif Şafak’ın “Aşk”’ını da okumuştum yıllar önce. Dikkatimi çeken ikisinde de anlatılan Kimya’nın yani Mevlana’nın evlatlık kızının farklı oluşu. Aşk’ta Kimya Şems’e aşıkken Bab-ı Esrar’da başkasına aşık olduğu halde babası tarafından Şems ile evlendiriliyor. Hangisi gerçeği anlatıyor emin olamadım.
Karen aslında otel yangınının kasti olabileceği ihtimaliyle şirketinin ödeyeceği tazminatı kurtarma peşindeyken bu şehirde başına gelenler geçmişiyle yüzleşmesini de beraberinde getiriyor. Günümüzden Karen Kimya, Mennan, Komiser Zeynep, Ziya, Serhad..700 yıl öncesinden Şems-i Tebrizi, Celaleddin Rumi, Kimya, Bahaeddin Veled.. ve bu karakterlerin hikayesini okumak istiyorsanız bu kitabı elinize almalısınız. Kitapla ilgili çok detay vermeyi sevmiyorum. Bir kere blogta kitap yorumu okurken arkadaşın direkt sonunu yazdığını görmüştüm. Tadı tuzu kalmıyor öyle olunca. Sadece şunu söylemeliyim ki siz benim uzun sürede okuduğuma bakmayın. Adam akıllı okumaya başlayınca kitapta anlatılan o vurucu öyküler yüzünden kaç gece garip garip rüyalar gördüm.
Artık okuduğum 4. Ahmet Ümit kitabıydı, gözü kapalı alınır her bir yazdığı kitap. Hepsi aynı tadı vermese de beğenmediğim olmadı içlerinden.
Kitaptan bir bölüm:
“İnsana duyulan aşk ölümlüdür, tıpkı beden gibi. Ölümsüz bir aşk için, ölümsüz bir varlığı sevmek gerekir. Hiçbir zaman senin olmayacak, hiçbir zaman anlayamayacağın, hiçbir zaman doyamayacağın, hiçbir zaman kavuşamayacağın, hiçbir zaman terk edemeyeceğin bir varlığı.”
Kitabı okuduysanız veya okumayı düşünmüyorsanız kitaptan alıntı olan bu kısmı Şems ile Mevlana’nın arasındaki ilişkiyi kavramak için bu paragrafı okumalısınız.
“Neyin kamışını bir göl kenarından kesmişler. Kamışın gövdesinde yedi delik açıp onu ses verecek bir hale getirmişler. Neyzen ne kadar usta olursa olsun, her üflediğinde, her değişik makamda ney kendi özlemini getirir dile. O kesildiği göl kenarını özlemektedir. Çünkü o, göl kenarı denilen bir bütünün parçasıdır. Gerçek huzuru, gerçek mutluluğu, gerçek sevinci ancak o bütüne ulaştığında bulacaktır. Öte yandan ney de kesildiği göl kenarının niteliklerini kendi gövdesinde ve ruhunda taşır. Tıpkı Cenabı Hakk’ın çamurdan yaratıp, gövdesinde yedi delik açtıktan sonra can nefesini üflediği Hazreti Adem gibi. Allah, Hazreti Adem’in burnuna yaşam nefesini verirken, kendi ruhundan bir parçayı da onun canına katmıştır. Yani yeri göğü yaratan, dört iklim, yedi kıtanın, dokuz katlı göğün hakimi olan Allah aynı zamanda içimizdedir. Ama nefsimizin istekleri bizi yanlış yola sürükler, yemeye, uykuya, şehvete duyduğumuz açlık, kabaran benliğimiz o kutsal parçayı ruhumuzun en derin kuyusuna iter ki, çoğu insan kendi içindeki bu cevherin farkına bile varmaz. İşte bu parçayı fark ederek aramaya başlayan kişiye aşık deriz. Aramanın kendisine de aşk. Yani aslolan aramaktır. Lakin arayış tek başına olmaz; bize bir öğretmen, bir mürşit, başka bir deyişle bir maşuk gerekir. Çünkü kimse o kıldan ince kılıçtan keskin o sevda köprüsünden tek başına geçemez. Ama bir kez geçti mi artık maşuka da ihtiyaç kalmaz. Aşık da maşuk da, seven de sevilen de sadece o kişi olur. Tıpkı Cenabı Hak gibi.”
HB
2 yorum:
Yanlış hatırlamıyorsam okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabı olma özelliğini taşıyor bu kitap. :) Ben de biraz sündüre sündüre okumuştum.
Şems ile Mevlana arasındaki ilişki de bir dedikodudur gidiyor geçmişten bugüne. Herkes kendi inanmak istediğine inanıyor...
Elif Şafak'ın Aşk'ı ise kitaplıkta duruyor ama Şafak'a sinir olduğumdan okumadım bir türlü. Yazara sinir oldun kitaptan ne istiyorsun derler adama ama yine de insanın eli gitmiyor. :))
Bab-ı Esrar'dan sonra Aşk pek gitmeyebilir zaten, sıralama olarak Aşk'ı önce okudun okudun. Çok bir şey kaybetmiyorsunuz yani bence. Ben Ahmet Ümit ile ilk sizin çekiliş hediyeniz sayesinde tanışmıştım :)
Yorum Gönder