http-equiv='refresh'/>

30 Nisan 2012 Pazartesi

İnci dişler


Diş fırçalama çocukken kazanılması gereken alışkanlıkların başında geliyor. 1 yaş bile beklenmeden bebek diş fırçasıyla tanıştırılabilir. Bu süre ne kadar erken olursa o kadar iyi. Ben de bu düşünceyle Eda için parmak fırçalardan ve bebek mağazalarında satılan diş macunlarından almıştım. Pek kullanmadım ve ihmal ettim aslında. Yemeklerden sonra su içirmek ağız bakımı için yaptığımız tek şeydi.
15 aylıkken marketlede satılan çocuk fırçalarından aldım. Düzenli olmasa da ara sıra diş macunu sıkmadan sadece öğrensin diye eline veriyordum. Kendince fırçalamaya çalışıyordu. Birkaç gündür düzenli olarak her gece yatmadan çok az macun sıkarak (çocuk macunu) önce ben fırçalıyorum, sonra ona verip kendisinin yapmasını istiyorum. Düzgün yapamıyor elbette; yine de olduğu kadarı yeter. En azından alışkanlığı kazanması için iyi oluyor. Diş macununu çocuklar için önermiyorlar fakat leblebiden bile ufacık bir şeyin çok zararı olacağını sanmıyorum ben.
Alışkanlık haline gelme amacı dışında ağız temizliği ve sağlığı için de önemli. Süt dişleri kalıcı dişlerimize oranla daha fazla organik madde içeriyormuş. O nedenle de çürümeleri daha kolaymış. Özellikle gece beslenmesini sürdüren bebeklerin dişleri daha çok tehlike altında. Gece süt içen bebeklere beslenmenin ardından su verilebilir belki.




Kısa kısa..

1.Diş temizliğine 6.aydan sonra tülbent ile başlanabilir (ıslak tülbenti parmağa sararak)
2.Çürüyen ve zamanından önce kaybedilen dişler arkasından gelen kalıcı dişleri de bozabilir, çocuğun konuşma biçiminde değişikliklere yol açabilir.
3.Annenin de aynı anda dişlerini fırçalaması çocuğu diş fırçalamaya heveslendirebilir. (Bizde öyle olmuştu, Eda ben dişlerimi fırçalarken sürekli kendisi de fırçasını istiyordu)
4.Uyumadan hemen önce fırçalanması uyku rutininin sağlanması için de faydalı olabilir.
5.Diş fırçalama süresini çok kısa tutmamalı. Bu da nasıl alışılırsa öyle gidiyor çünkü. Ben dişlerimi yeterli süre fırçaladığımı düşünürdüm. Süre tutan elektrikli fırça kullanmaya başladıktan sonra öyle olmadığını anladım. 2 dakika bitmek bilmiyor.

Kaynaklar:
1
2


2 yaşından sonra bir pedodontiste götürmeli çocukları. Biz doktorları çok severiz zaten, odaya girdiğimiz anda çığlıklar başladığı için Eda’nın dişlerini doktora nasıl göstereceğini merak ediyorum. Üstelik herkesin korkusu olan koltuk o odada duruyorsa. Amcası diş hekimi olduğu için ağlatmadan muayene etmenin bir yolunu bulur belki :)
Yavrucuklara sağlıklı, bembeyaz dişler dilerim. Tabi anne ve babalarına da...

HB

27 Nisan 2012 Cuma

Aya ve dedeyle tatil

Annelerimizin işi zor. Tam emekli olup rahata erecekleri sırada yok öyle emekli olmak denip yeni bir iş veriliyor çocukları tarafından: bebek bakıcılığı. Üstelik sorumluluğu büyük, kendi çocuğuna bakar gibi rahat değiller. Hem de okuyan, araştıran, kısaca kendilerinden biraz farklı bir nesilin çocuklarına bakıyorlar. Şikayet etmeden, büyük bir mutlulukla. Benim annem de böyle. Torununu belki herkesten çok seviyor. Onunla olduğu için çok mutlu ve ona bakmaktan hiç dert yanmıyor. Her gün şükrediyorum yanımda olduğu için, sağlıklı olduğu için. Kızımı gönül rahatlığıyla birine emanet edebildiğim için. Yorulduğunu da biliyorum ama. O yüzden uykusuzluk artık fiziksel olarak çökmeme neden olmadığı sürece geceleri annemde bırakmıyorum Eda’yı. Anneme kalsa haftada bir bırakıp dinleneyim; ama anneciğimin gece-gündüz mesai yapmasına gönlüm razı olmuyor. Tabii bir de tüm gün göremediğim kızımdan gece de ayrı kalmak istememe nedenim var.

Yüksel annemler geldiklerinde anneme “yazın gelirsiniz Eda’yı da alıp” demişler. Gelirsiniz dediği yer yazlıkları. Annem de böyle böyle dediler diye bana söylüyor dün. Muhtemelen 3-4 günlüğüne gitmek isterler. Amaçları tatil değil, dünür ziyareti aslında. Ben de gidersiniz tabi dedim. Başka türlü bir yere gitme şansları yok ki. Ancak benim izin almam lazım. O da zor oluyor. Bizimle aynı zamanda da gitmek istemiyorlar, evde kalabalık yaptıklarını düşünüyorlar. Şimdiye kadar öyle olmadığına ikna ederek gitmek istediklerinde birlikte gittik ama artık Eda büyüdü. Çok rahat gidebilir onlarla diye düşünüyorum. Beni aramayacağına eminim. Yanında anneannesi (ayası)varken kimse umurunda değil zaten. Daha doğrusu gezme söz konusu olduğunda yanında kim olduğunun da pek önemi yok.

Minik hem gitsin babaannelerini görsün, hem annemler için biraz değişiklik olsun hem de benim için...? Ben ne yapacağım peki? 1 gece bıraktığımda ertesi akşamı zor yapıyorum. O kadar ayrı kalabilir miyim ki? Ha deyince de gidemem, 7 saatlik yol. Aman niye gidemeyeyim en kötü gece otobüse biner sabah orada olurum, haftasonu için gidebilirim. Babayı bıraktım galiba evde, otobüsle gittiğime göre :) Aslında fırsattan istifade biz de babayla mı bir yerlere gitsek? Konuyu iyice dağıttım ben. Daha ne tarih belli ne de gidecekleri kesin. Düşünelim bakalım bunu bir...

HB

24 Nisan 2012 Salı

Öyle Bir Geçer Tatil

Pazartesi zannettiğim Salılardan birini yaşıyorum. İş günü tatile denk gelince illa ki olur. Bir de tatilin ardından işlere adaptasyon meselesi. Tatilden şikayet ediyormuşum gibi algılanmasın. Her ne kadar çocukla evde kalmak çalışmaktan daha yorucu da olsa seviyorum tatili. Plansızlıktan dolayı evde geçirdik bu 3 günü. Pazartesi Eskişehir’e gitsek mi dedik, çok istekli olmadığımız için herhalde iptal ettik. Aslında kızımız bizden daha gezenti. Tüm gün sokakta bıraksak hayır demez. Yürümeyi ve sokaktaki çocuklara sırnaşmayı çok seviyor. O nedenle Eda ile gezmek hem kolay hem zor. İtirazı yok gezmeye ama gözümün önünden ayırmak istemediğim için de bana rahat yok. Yerinde oturma süresinin de kısa olduğunu düşünürsek..Bir de dışarı çıkmanın en büyük zorluğu eve dönmeye ikna etme, daha doğrusu içeri sokma çabaları. Mutlaka ağlayarak ve kucağa alınarak evin sınırlarına sokulabiliyor hanım kızımız. Uykuda ağlama ve gece anneyi uykusuz bırakma sürecimiz istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Uykusuzluğumun tek nedeni Eda değil aslında. “Sultanı Öldürmek”  beni acaip sardı ve her gün mutlaka birkaç sayfa da olsa okuyorum. Gün içinde zor olduğundan gece Eda uyuyunca kalkıp okuyorum. Henüz yarılayamadım bile. Ağır ama keyifli ve heyecanlı bir şekilde ilerliyor sevgili kitabım. İşin kötüsü arabada okuma şansımı kullanmak istesem de bunu yaptığımda çok kötü midem bulanıyor. Keşke bu sorunu yaşamıyor olsaydım.

Haftasonu Eda ile alışveriş yapma deneyimi de yaşadık. Daha önceki gibi Eda’yı trene ya da diğer oyuncaklara bindirmek için değil sadece alışveriş yapmak için gittik AVM’ye. Tek derdi koşturmak olduğu için mağazalara girmek istemedi. Sonuçta oyuncak mağazası olmadığı sürece niye ilgi göstersindi ki..Babayla ayrı ayrı gezme kararı aldık hal böyle olunca. O alacaklarını alıp sırayı bana verecekti. Biz anne-kız gezerken Eda kendini pijamaların satıldığı Oysho mağazasına atıverdi. Ben de madem Eda’yı istediğim dükkanlara sokamıyorum onun girdiklerinde kendime bir şeyler bakayım dedim :) Ben pijama seçerken Eda da mağazadaki tüm ev terliklerini denemeye, pijama giymiş mankenlerin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Benim işim bitmesine rağmen oradan zor çıkardım kendisini. Babaya devrettikten sonra koşar adım gezdim ve tahmin edilebileceği gibi hiçbir şey alamadım. Eski günlerdeki gibi sallana sallana gezmek yok artık. Eda’ya gelince; yürüyen merdivenleri defalarca inip çıkmışlar babasıyla. Alışverişin ortasında telefonla aradılar, bak kızın resim yapıyor görmen lazım diye. Hemen gidip baktım, bir anaokulunun kurduğu alanda, başında taç, elinde pastel boya aktivite yapıyormuş meğer bizimki :)


Son olarak; söylemesi ayıp mı bilmiyorum, haftasonu annemler terasta mangal yapacakları için bizi de çağırdılar. Hemen fotoğraf makinemi kaptım oradaki çiçekleri çekmek için. Limon çiçeğinin mis kokusu mu mest etti beni yoksa pişen etlerin kokusu mu tam emin değilim. Allah kimseyi aç bırakmasın, diyerek duamı edeyim de sonra böyle şeyler yazdığım için pişman olmayayım. Neyse fotoğraf diyordum; dedem arıcılıkla uğraşıyor. Birkaç sandık arısı var bir arazide. Eskiye göre çok az sayısı ve artık oraya kadar yürümekte, bakımlarını yapmakta zorlanmasına rağmen hala hayatından çıkaramadı tam olarak. Dedem arıları seviyor ya, onlar da dedemi seviyor olmalı ki terasta arılarımız eksik olmaz hiç. (Fotoğrafla bunların ne ilgisi var, nasıl dağıttım konuyu!) İşte ben çiçeklerin üzerinde dolaşan bir arı çekmek için epeyce çaba sarfettim o gün ama öyle hareketliler ki sade çiçek resimleri çıktı ortaya. Öyle bile olsa bir amatör olarak benim hoşuma gittiler. Fotoğraf çekmek çok ama çok zevkli ama oldum olası çekilen fotoğrafları bilgisayara aktarmayı sevmemişimdir. Dün gece Eda uyuyunca kitabımı okuyayım diye can atarken bunları aktarmak biraz zor geldi doğrusu. Ne tembellik, bastırmayı bırakın bilgisayara aktarmak bile zor geliyor. Facebook gibi yerlere pek fazla fotoğraf yüklemeyişimin sebebini de böylece itiraf etmiş olayım.










HB

18 Nisan 2012 Çarşamba

SoundHound

Akıllı telefonlarımızda yok yok artık. Binlerce uygulama içinde yüklediklerimden bazılarının çok faydasını gördüm. Bunların içinde bir tanesi var ki bu sabah bizden tam puan aldı.
İnsanın aklına bir şey takılır hani. Mesela bir şarkı..Melodisi aklındadır ama kimin söylediğini, şarkının ismini bir türlü bulamazsın. Sözlerini birazcık da olsa biliyorsan işin kolay; çünkü internete yazdığında hangi şarkı olduğunu bulabilirsin. Sözleri de hatırlamıyorsan bulma ihtimalin çok az. İşte bahsettiğim uygulama bu tür durumlar için yapılmış. Şarkının bildiğin yerini söylüyorsun, o hemen tarıyor ve karşına eşleştirdiği şarkıları getiriyor. Bulduğu şarkıları anında dinleyebiliyorsun. Youtube videolarını da getiriyor.
Ne zamandır Bahadır’ın söylediği bir şarkı vardı. Neydi bu şarkının adı diye düşünüp dururken aklına bu uygulama geldi. Hiç bir söz söylemeden “na na na na” şeklinde melodisini mırıldandı ve şak diye karşımıza çıktı şarkı: The Rolling Stones-Paint it black. Doğru yaa :) Bir rahatladık ki sormayın J Bildiğim kadarıyla android telefonlar için de var bu uygulama. Tavsiye ederim..




17 Nisan 2012 Salı

Kek severler için

Pazar akşamı yaptığım bu keki ben çok beğendim. Arada böyle yazılar yazarak benim de bazı bazı mutfağa girdiğimi göstereyim bari :)
Neyse tarife gelecek olursak; bu kek tarifini çook eski bir gazete ekinden buldum çekmeceleri karıştırırken ama birkaç değişiklik yaptım üzerinde. Mesela evde kakao olmadığı için çikolata, üstelik de nutella ile yaptım :) Ama telafi etmek için beyaz şeker yerine esmer şeker, margarin yerine de sıvı yağ kullandım. Minik değişiklikler J Orijinal tarifte ceviz yoktu, ben kek ve kurabiye gibi şeylerde cevizi çok severim. O nedenle bu tarife de ekledim gitti.
Sözü uzatmayıp klasik malzeme-hazırlanış kısmına geçeyim.



-4 yumurta
-2 su bardağı şeker
-1 paket margarin (Ben 125 gr margarin yarım bardak sıvı yağ kullandım. Genelde yarı yarıya koyuyorum bu şekilde mutlaka margarin ekleyeceksem.)
-4 su bardağı un
-1,5 su bardağı süt
-1 çay bardağı kakao
-1 paket kabartma tozu


Oda sıcaklığındaki margarin ve sıvı yağı şekerle çırpıyoruz. Sonrasında yumurtaları ekleyip yine 2-3 dakika mikserle çırpıyoruz. Ardından kakaoyu ekleyip karıştırmaya devam ediyoruz. -Ben bu noktada kaşık kaşık nutellaları ekleyiverdim.- Sütü de ilave ederek çırpma işlemini hafifletiyoruz. Unu ekledikten sonra 1 dakika çırpmak yetiyor. En son kabartma tozunu koyduktan sonra ise çok fazla karıştırmamak gerekiyor.
Önceden ısıtılmış fırında 175 derecede 35-40 dakika kadar pişiriyoruz.



Notlar:Ben bir programda keklerin önceden ısıtılmış fırına verilmemesi gerektiğini duymuştum. Diğer türlü içi iyi pişmiyormuş. O nedenle ben ısıtmadan koydum. Gayet güzel oldu. Kakao yerine çikolata kullanmam kalori açısından fena olsa da tadını kötüleştirmedi. Yine de içini kakao ile yapıp üzerine çikolata sos dökmek daha güzel olabilir.
Misafir yokken yapılan kek günlerce yeniyor. 2 gün oldu, içi hala yumuşacık. Kurumadığı için de sevdim bu keki.
Afiyet olsun J

HB

16 Nisan 2012 Pazartesi

Hediye kitabım

Hediye olayını seviyorum. Alınan hediyeler hiçbir yerde bulunamayacak şeyler mi? Hayır ama yarattığı duygu insan aynı şeyi kendisi aldığında yaşanmıyor. Satınaldığım şeyleri bir süre sonra kullanmıyorsam evde tutmamayı tercih ederim. Bu kıyafet de olsa böyle, süs eşyası da olsa. Annem sağolsun benim yardımcım bu işlerde. Kullanılmayan eşyalar temizliğine giriştiğimde çıkan kutular, koliler, poşetler, temizliğin büyüklüğüne göre değişen her neyse anneme götürürüm. O da içlerinden seçer, düzgünce olanları ayıklar veya hepsini ihtiyacı olanlara verir. Bu kolilerin içine girme ihtimali olmayan tek şey aldığım hediyelerdir. Kullanmasam bile evin bir yerlerinde durmazsa huzursuz olurum. Emek harcanmış bir eşyayı vermek istemem. Üstelik küçük veya büyük anısı olan bir eşya, baktığımda bir olayı, bir kişiyi hatırlatan...
Bugün bir hediye aldım. Ölmeden Önce yapmak istediklerini ve aralarından gerçekleştirdiklerini yazıyor blogunda Güven T. Çok eğlenceli bir anlatımı var ve insan okurken illa ki yüzünde bir gülümseme oluşuyor. Zengin bir içeriği olduğu için sayfasıyla tanışma sebebimi hatırlamıyorum. Kim bilir ne ararken görmüştüm; gezi mi kitap mı film mi...Bu yazısı için malzeme verecek bir kelime değildi ama eminim :)
Geçen hafta sitesinde ilk çekilişini yaptı ve hediye sever ben bu tür çekilişlere çok sık katılmamama rağmen hediyeyi beğendiğim ve eğlenceli olacağı için yazıya yorum yazdım. Gerçekten de çok eğlenceli bir video ile çekiliş sonucu açıklandı. Bugün kitabımı aldığımda yine yüzümde bir gülümseme oluştu. Teşekkür ederim bir kez daha...Kitaplığımdaki yerini kaybetmemek üzere alacak.



Bana okuyabilmem için bol zaman dileyin :)

HB

Ailece

Haftasonu yağmur ve rüzgar yüzünden içeri kapattık kendimizi. Yüksel annemler buradayken yeşillikler içinde piknik yapmayı planlarken güzel ülkemin güzel iklimiyle bu haftasonu da kapalı yerleri tercih etmek durumunda kaldık. Madem ki yeşillikler içinde olma hayalimiz var biz de kapalı bir yerde otursak da doğanın içinde bir yere gidelim dedik. Kestel’deki Şelale sık sık gittiğimiz bir yer. Saitabat Köyünde. Bir sürü restorant var yan yana; ama biz sürekli aynı yere gidiyoruz. Alışkanlıktan olmalı. Yoksa yemekler veya mekan mükemmel olduğundan değil. Kiremitte kaşarlı alabalık benim sabit yemeğim orada. Yemek bahane de ortam çok güzel. Yanda şelaleden akan su geçiyor. Her taraf yemyeşil ağaçlar. Fotoğraf makinem yanımdaydı aslında ama öyle bir yağmur yağıyordu ki ıslanır korkusuyla sadece iç mekan çekimleri yapabildim :) Şelale Uludağ’ın eriyen karlarıyla daha da kalınlaşmış; gürül gürül akıyordu. Güzel bir havada yeniden gitmek lazım. Üstelik insan kalabalığının olduğu bir yer de değil. Sakin, huzurlu. Yazın bahçede oturması da keyifli oluyor; etrafında kazlar, ördekler dolaşıyor, tam yanından su akıyor. Güzel bir atmosfer. Artık Eda’dan dolayı ördekler bizim etrafımızda dolaşmayacak, biz onların peşinde olacağız muhtemelen ama olsun :)
İlk gittiğimizde ne kadar oturursa..Ayağa kalktığı an olay bitiyor ve bir daha geri oturmuyor. O nedenle ben hatunu fazla hareketlenmeden yakalamak için gider gitmez fotoğraflarını çekmeye başladım görmemişler gibi. Oysa amacım bu kadar basitti, sonra fotoğrafa sıra gelmiyor onu takip etmekten.
Yine çok güzel değiller ama inşallah birkaç hafta sonra biraz değişecek çektiğim fotoğraflar. Çünkü geçen hafta itibarı ile şirketimizde Fotoğrafçılık Kulübü kuruldu ve bu hafta eğitimlerimize başlıyoruz!












HB

11 Nisan 2012 Çarşamba

Teknolojik insanlar

Teknolojik dünyaya doğdu bizim çocuklarımız. Biz de o dünyanın içindeyiz ama her şey bir anda değişti. Bilgisayarla lisede tanıştım. O da ismi bilgisayar, bugün hiçbir yerde görmeyeceğimiz bir makine. 3 gb hafızası vardı, ne kadar komik geliyor şimdi. Flash diskler bile ondan daha çok data sığdırıyor artık içine. Oysa o bile lükstü o yıllarda. Kaç sene taksitleri ödenişti,hatırlıyorum. Artık doğdukları anda bilgisayarla tanışıyor çocuklar. Kendi fotoğraflarını bile ilk orada görüyorlar. Fotoğraflar da çoğunlukla basılmıyor çünkü, bilgisayar ekranından izleniyor. Albüm göstermiyoruz artık arkadaşlarımıza. Merak edenler facebook albümümüze bakıyorlar.
Bilgisayar her evde yerini alırken çok büyük değişime de uğradı. Üstelik çok uzun yıllar içinde de değil. Sadece 10-15 sene önce bahsettiğim türden bilgisayarlar evlerde lüks bir eşya iken hızla yaygınlaştı. Derken LCD ekran bilgisayarlarla yer değiştirdi. Şimdi ise PC denen masaüstü bilgisayarlar bizi terkedip yerine laptopları bırakıyor. Hatta çoğu evde bunu çoktan başardı.

Bilgisayarlar şekil değiştirirken yanında türevlerini de getirmeyi ihmal etmedi. Cep telefonlarıyla güçlerini birleştirdiler adeta. Eskiden Nokia 3310, Ericsson gibi markalarla tanıştığımız mobil telefonlar kısacık süre içinde nasıl bir değişime uğradı düşünsenize. Sadece arama yaptığımız, bazen de mesajlaştığımız telefonların şimdi neredeyse en az arama özelliğini kullanıyoruz. Zaten artık aramadan da haberdarız herkesin hayatından. Ne düşündüğünden, o an nerede olduğuna kadar...Merak ediyorsak alıyoruz takip listemize. Her bilgiye anında ulaşma şansımız var. Aklımıza takılan, o an için gerekli olan bir bilgi için kitap karıştırmamıza gerek yok. Ansiklopedilerimizin eksik harfi olması bir sorun değil artık. Hatta ansiklopediye bile gerek yok. Dedim ya sayfa sayfa bilgi aramakla uğraşmak anlamsız bu dönemde. “Google etmek” en kolayı. Hem bulamama ihtimali de yok. İnternete erişim eskisi gibi sorun değil. Artık internete bağlanırken bizlerin çokça duyduğu ses tarih oldu. Kablolar da öyle. Abonelik pahalı da değil, internete girdiğin kadar falan ödemiyorsun. Sınırsız bağlanabilirsin. Şanslı çocuklarımız bizim! Bizim çektiklerimizi çekmeyecekler.

Cep telefonu, bilgisayar, kablosuz fare; tüm elektikli aletlerin elektromanyetik alan yarattığını ve zararlarını bu konuda gelen maillerden, okuduğumuz haberlerden biliyoruz. Kanser denen illet hastalığın bu kadar yaygınlaşması tesadüf değil. Stres, beslenme bir sebebiyse, diğer sebeplerinden biri de bu. Karşı koymak çok zor. Hamile olduğumu öğrendiğimde cep telefonumu çoğunlukla kapalı tutuyordum. Anne karnındaki bebeği radyasyondan koruyan bir korse bulmuştum, onu almayı düşündüm. Sonra vazgeçtim. Nereye kadar koruyabilirdim ki? Cep telefonumu nereye kadar kullanmayabilirdim? Ofiste herkesinki açıkken, tüm gün bilgisayar başında oturuyorken, evde yatana kadar televizyon seyrediyorken, tüm komşularımın wireless internet bağlantısı açıkken...Mümkün değil. Fiziksel zararlarına karşı kendim yapabildiğim kadar dikkat edebiliyorum. Örneğin gece cep telefonumu uyuduğumuz odaya koymuyorum, ya da koymam gerekiyorsa kapatıyorum. Arama esnasında telefonu kulağıma tutmuyorum. Gece 3G’yi kapatıyorum. Bunun ötesinde bir önlem alamıyorum. Çünkü hayatımıza bu kadar sıkıca yapışmış bir şeyden vazgeçmek mümkün değil. Teknoloji böyle bir şey.



Fiziksel zararları kadar psikolojik etkileri de önemli aslında. Çocuklarda internet kullanımının çok sınırlı olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde bilgisayar oyununa bağımlı hale geliyorlar ve vazgeçmeleri çok da kolay olmuyor. Bu sefer arkadaşlarıyla buluşup sosyalleşmek, muhabbet etmek yerine tüm boş zamanını bilgisayarda geçiren çocuklar ve zamanla gençler oluyor. Bu konu sosyolojiye kadar gider. Benim bildiklerim gördüklerim, yaşadıklarımla sınırlı. 10 sene içinde geldiğimiz yeri düşününce 10 sene sonrası beni biraz tedirgin ediyor sadece.

HB

9 Nisan 2012 Pazartesi

Ağrı eşiğini yükseltmece

Kaç zamandır yirmilik dişimden çekiyorum. Ağrısı dayanılmayacak gibi değil ama geçmeyen bir ağrı. Sonsuza kadar süreceğini düşünmeye başladığımda artık diş hekimi olan kuzenimin yanına gidip gösterdim. Röntgen filmi çekildi ve diş gömülü olduğu için cerrahi müdahale gerekir dendi. Tabii iltihap da yaptığı için antibiyotik verildi, kullanıp bir çene cerrahına gidecektim. İlacı kullandım kullanmasına ama biraz ihmal biraz korku doktora gidemedim. Normalde iğneden korkmayan ben dişe yapılan iğneden korkuyordum. Daha fenası hiç diş çektirmediğim için asıl onun korkusu büyüktü. Üstelik gömülü bir diş. Antibiyotik süresince ağrım azaldı ve sonrasında yine normal ağrısına döndü. Baktım kaçış yok. Düzgün dişleri de bozmaktan ve acımaktan başka bir işe yaramayacak bu dişi çektirmeye karar verdim.
Tavsiye üzerine bir çene cerrahından randevu aldım, Cumartesi gününe. Planları buna göre yapmışken Cuma klinikten aradılar. Doktorun Cumartesi gelecek hastası randevuyu iptal etmiş. Cuma beni alabilirlermiş istersem. Bir an önce kurtulmak için kabul ettim hemen ve atladım arabaya. Yine röntgen çekildi, dişin çıkma ihtimalinin olmadığı, yanındaki dişi de çürüttüğü ve kökü ona bitişik olduğu için de çekim sırasında biraz zorlayabileceği söylendi. Ama öyle bir doktora gittim ki şeker gibi. İşinin ehli olduğunu daha başında anlıyorsunuz. İğne korktuğum kadar değilmiş, koldan yapılan iğneden farksız. Diş çekimi de aynı şekilde. Zaten anestezinin etkisiyle hiçbir şey hissetmedim. Doktor şimdi çekmeye başlıyorum dediğinde peki kesmeyecek misiniz önce diye sordum. “Kestik bile” dedi. Kökü sağlam bir dişe denk geldiğimiz için çekerken biraz zorlansa da süre olarak sadece 5 dakika sürdü.
1 tanesinden kurtulduk böylece. Kaldı geriye diğer taraftaki henüz çıkmayan gömülü diş ile üstte çıkıp çürüyen 2 yirmilik diş. Ne dayanıksız şu yirmilikler!
Uyuşukluk geçtikçe ağrı başladı tabi ve gece epeyce ağrılı geçti ama şu anda gayet iyiyim. Dikişler de alınınca ilk dişin sayfasını kapatacağız.




Cumartesi gününü boşalttık ya hemen bir şeylerle doldurmam lazımdı. Uzun zamandır dilimde olan dövme isteği artık muhabbet olarak sıkıntı vermişti. Yaptırıp bundan da kurtulmak lazımdı. Geçenlerde “risk alamam, alerjisi olan birine asla dövme yapmam” diye beni kapı dışarı eden dövmeciden sonra hevesim yerle bir olsa da pes etmeyip İstanbul’a gittiğimde Caddebostan’da birkaç dövme stüdyosuna gidip bu konuyu sordum. Hepsi de “öyle bir şey yok” dedi. Böylece adamın kısacık bir Eda yazmak için uğraşmak istemediğini bir kez daha anlamış oldum. Bir de biz çoluk çombalak gidince bir afalladı herhalde. Neyse, Bursa’da başka birini buldum. Minik bir stüdyoda çalışıyor ama gayet hijyenik. Kullandığı iğneler olsun boya olsun tüm malzemeler tek kullanımlık. Kendisi de çok efendi ve yıllardır bu işi yapıyormuş, işinin ustası. Alerji konusunda daha önce aynı endişeyle gelenler olduğunu,minik bir noktada denediklerini ama hiçbirinde problem çıkmadığını söyledi. Ben de bir cesaret denemeden direkt yaptırdım. Umarım alerjim yoktur. Acı kısmına gelince; hiç ama hiç acımadı. Hep sinek ısırığını örnek verirler ya, ondan bile azdı. Zaten dövmeyi yapan Tahir Beyin söylediği gibi yaptıranlar değil yaptırmayanlar çok acıdığını söylüyor. Hakkaten düşündüğümde çok acıyor diyen olmadığını, hep çok acıyormuş dediklerini duyduğumu farkettim.
Kalbimin her noktasında ismi yazan kızım artık bileğimde de benimle. Çok sevdim, umarım büyüdüğünde onun da hoşuna gider. Yanına kelebek,böcek,hiçbir şey yaptırmadım. Çünkü ileriki yıllarda çok da estetik durmayabilir.

Ufak tefek de olsa ağrı eşiğimizi test ettiğimiz bir haftasonu oldu. Ama yeniden farkettim ki doğum yapmış kadınların buna pek ihtiyacı yok. Yeterince yukarılarda...
HB

2 Nisan 2012 Pazartesi

İlk denemeler Eda üzerinde

Sonunda kavuştum fotoğraf makinama. Gelene kadar internette bir yığın yazı okudum. Blogları dolaştım. Enstantane, diyafram,ISO hepsi tamamdı. Ama nedense makinayı elime alınca nutkum tutuldu. Öğrendiğim hiçbir şeyi uygulayamadım. Biraz moralim bozulsa da haftasonu kullanma klavuzu+aldığım notlar paralelinde biraz deneme yaptım. Öyle hemen öğrenilecek bir şey değil ama inanıyorum ki yavaş yavaş olacak. Çok zevkli, nereye gitsek keşke yanımda olsaydı da şunu fotoğraflasaydım diyorum. İlk hevesten belki de...
Haftasonu çoğunlukla evde olduğumuz için konumuz Eda idi.
Eda’nın fotoğraflarını paylaşmışken onunla ilgili birkaç not da eklemek istiyorum.









*Geçen hafta havaların güzelleşmesiyle her gün parka giden Eda’da bu durum alışanlık yarattı. Evin içinde olduğumuz süre boyunca ‘at-ta at-ta’ tutturmaları başlamış bulunuyor.
*Nereden çıktı bilmiyorum 1 haftadır geceleri süt diye uyanıp ağlamaya başlıyor. Gece süt içilmediğini söyleyince iyice deliriyor, ağlamanın dozu artıyor. O anda laftan anlamadığı için sakinleşmesini bekleyip sonra geceleri süt içersek karnımızın ağrıyacağını, karanlıkta yemek yenmediğini, sabah uyanınca içeceğimizi söylüyorum. O an için kabul ediyor ama gece aynı kriz tekrarlanabiliyor. Karnı acıktığı için muhtemelen; ama içerse de bu sefer acıkmasa bile her gece alışkanlıktan isteyecek. Akşam yemeğini saat 7’de yiyiyor, yatmadan önce de süt içiyor. Sabaha kadar bir şey yemeyebilir. Gece süt için ağlamalarını gören de süte bayılır zannedecek. Akşamları zorlaya zorlaya içiriyorum. Eşşek kız :)
*Koltukta sakin sakin oturduğu tek bir anı yakalamak mümkün değil. Ya yerlerde sürünüyor, ya masa tepelerinde, ya pencerenin kenarındaki mermere oturmuş..Kız çocuğusun sen be Edacım, az hanım olsana, nerdeee..
*Ben anladım ki bu 2 yaş sendromu tamamen uydurmaca. Annelerin bir avuntusu belki de. 2 yaş sendromu dediğin 2 yaşında biter, sonra her şey düzelir umudu. Ama yok 16 aylıkken de var bu inatlar, bakıyorum 3 yaşındaki çocuklarda da var. Sendrom muhabbeti hikaye bana kalırsa.
*Akşam yatağa yattığımızda gelip kolunu boynuma atıyor ya her bir zorluk,inat,bağırış unutuluyor. Gece “anne düt” sesleri gelene kadar...

HB

Popüler Yayınlar

Recent News