http-equiv='refresh'/>

26 Haziran 2013 Çarşamba

Yaşasın Okulumuz

Bir varmış bir yokmuş...Zamanların birinde, tüm cihana şanı yayılmış olan bir okul bulunmaktaymış. Bu okulda sistem biraz farklıymış. Okul yönetimi kurallarını kendi belirler ve onlara karşı çıkılmasını istemezmiş.
Okulda okutulan dersler de farklıymış elbet.

Kişiler Hukuku müfredattan kaldırılmış mesela. Çünkü hak ehliyeti, kişilik haklarının korunması gibi temel ilkeler devredışı kalmış.
Anayasa Hukuku müfredattan kaldırılmış. Çünkü okulun temel amaç ve görevleri bu derste okutulduğu gibi olmuyormuş artık. Aslında hiçbir madde yazıldığı gibi gerçekleşmiyormuş.
Ceza Hukuku keza öyle. Kim suçlu, kim hüküm yer; işlenen suçtan kestirmek mümkün değilmiş artık çünkü.
Türkçenin tamamen gereksiz bir ders olduğuna karar verilmiş. Argo kelimeler kullanmak serbestmiş burada.
İngilizce temel düzeyde verilip devamına ihtiyaç duyulmuyormuş. Chicken translation denilen yöntemi öğrenmek kafiymiş.

Bunun gibi birçok ders müfredat dışı bırakılırken boşalan derslerin tamamı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisine çevrilmiş. Bu okulun en önemli misyonu öğrencilerine din öğretmek haline gelmiş. Bir de kendi görüşlerini empoze etme misyonu varmış ki o zaten kitaplarla öğrenilecek şey değilmiş.

Bu okulda sınıf geçmek de öyle kolay iş değilmiş. Sınavlarda 3 yanlış 1 doğruyu götürmez, 1 yanlış tüm doğruları götürürmüş.

Okulda seçilmiş öğrenciler sınıfı varmış. Kurallara itiraz etmeyen, her söylenileni yapan ve bu din derslerinden yüksek not alan herkesin bu sınıfa geçme şansı varmış. Bir zamanlar gayet güzel anlaşan, birlikte hayatı paylaşan okul öğrencileri bu seçilmiş sınıf yüzünden artık birbirine tahammül edemez hale gelmiş. Kendi sınıfından olmayan, diğer şube öğrencileriyle sürekli dalaşır olmuş. Kendi gibi düşünmeyenlerle arkadaşlığını kesmiş. Kendi gibi olmayanlara sıfatlar tanımlamış.

Okul yönetimi refahı sağlıyor gibi görünmek için sık sık okulun duvarlarını boyar, bozuk olmayan fayanslarını söker yenilermiş. Aslında öğrencilerinden aylık olarak topladığı paralarla onlara yiyecek ve giysi dağıtırmış. Fakat bazı öğrencileri bunun kendi verdiği paralarla olduğunun farkına varmadan okul yönetimine teşekkür eder dururmuş. Refahı bu şekilde arttırdığını düşünen okul yönetimi kendinde tüm öğrencilerin özel hayatlarına karışma yetkisi bulurmuş. Okul kuralı ya, öğrenciler de uyarmış mecburen.

Bir gün okul yönetimi okulun bahçesinde kalan ve öğrencilerin vakit geçirdiği son yeşil alanı da binaya çevirmeye karar vermiş. Sınıflardan bazı öğrenciler buna karşı çıkmış. Yeşil alanlarını korumak için orada oturmaya başlamışlar. Derken olaylar büyümüş ve okul yönetimi şiddet kullanmaya başlamış. Öğrenciler haklarını savunmuşlar, yönetimde rahatsız oldukları şeylere artık tahammül edemediklerini aktarmışlar. Dertlerini dinlemeleri için haykırmışlar. Karşılarında onları dinleyen kimse olmamış. Sadece şiddet varmış bunlara karşılık. Şiddet, disipline gönderme ve okuldan uzaklaştırma cezası.

SON

Masalın sonu eksik mi kaldı? Siz kendiniz tamamlayın. Her masalda kötüler kaybetmiyor mu? Bu masalın yazarı da sonu öyle tamamlamış olmalı.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Diren Türkiye, anlaşılana kadar diren!

Yıllar yıllar sonra kızım büyüyüp bir yerlerden “çapulcu” kelimesini duyduğunda anlamını bilmeyecek belki ama bugün içinde olduğumuz durumu anlayanlar ne kadar zaman geçerse geçsin “çapulcu” diye bir şey duyduklarında Gezi Parkı’nı ve onunla başlayan büyük direnişi hatırlayacaklar.



O kadar güzel bir mizah anlayışı varmış ki ülkemin. Herkes bunu keşfetmiş oldu.

“Başbakan'a "Gezi'den çık" dedik; "Geziye çık" anladı..”
Ülkesi bu haldeyken nasıl oluyor da dış ülkeye, Kral ile görüşmeye gidebiliyor. Aklı mantığı alan?

“İngilizce’ye eklenen son fiil..Çapulling”
Bir Başbakan’ın görevi halkının, ama tüm halkının, güvenliğini ve huzurunu istemek, ona bu ortamı yaratmak değil midir? Olaylar bu kadar kontrolden çıkmışken ortalığı sakinleştirmek yerine halka edilmeyecek sözler söyleyip daha da “gaza” getirmek niye?

“Bundan sonra kimse 'Bu gençlik bitmiş,internet başından kalkmıyor' demesin.O gençlik internet başından memleketi ayağa kaldırdı.”
Hakkaten de öyle oldu. Sosyal medya olmasa belki de hiçbir şeyden haberimiz olmayacak. Olsa olsa penguenler hakkında önemli bilgiler edinmiş olacaktık.

Medyaya güvenimiz kalmadığı gibi hiçbir kanalı açıp televizyon izleyesemiz de yok artık. Polisler..Başımıza kötü bir şey gelse ilk arayacağımız kişi olan polis artık halkına gaz sıkarken, şiddet uygularken geliyor gözümüzün önüne. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Bunu “birkaç ağaç için” diye değerlendirenler; evet her şey öyle başlamıştı ama insanların içinde yaşadığı doğayı bile kurtarma çabalarına izin verilmedi. Masumca bir eylemde dahi vatandaşına uyguladığı muamele, bardağı taşıran son damla oldu.

Refah arttı; artık herkes krediyle ev alabiliyor, daha lüks arabalara binebiliyor, herkes kredi kartıyla dilediğince alışveriş yapabiliyor, çocuğunu özel okullara gönderebiliyor, özel hastenelerde tedavi oluyor, güzel yollarda seyahat ediyor..... diyenler var. Saygı duyarım ama keşke durum böyle olsaydı. Ben de bu bahsedilen ülkede yaşıyorum ve benim gözümden hiç de böyle değil şartlar.

*    Evet, yollarımız güzel ama zaten bunlar bizden toplanan paralarla yapılıyor. Vergi artışlarını, doğalgaz-elektrik zamlarını, eriyen giden maaşlarımızı düşünsenize. Elbette gözle görünür iyileştirmeler yapılmış olmalı.
 Özel okula göndermek velilerin keyfinden mi? Devlet okullarının içi bu kadar boşaltılmasaydı, eğitim bu kadar geriye gitmeseydi kim isterdi ki tonlarca para dökmeyi, sırf çocuğum özel okulda okusun diye başka gider kalemlerinden kısmayı?
*    Özel hastenelerde muayene oluyoruz. Allah düşürmesin ama ne kadar güvenebiliyoruz bu hastanelere? Artık herkes en az 2 doktora görünür oldu. Gerçekten ameliyata gerek var mı? Gerçekten bu müdahaleye gerek var mı? Herkesin aklında bin soru.
*    Bankalara borçlanarak alışveriş yapıyoruz, araba alıyoruz. Böyle mi artmış oluyor refah düzeyimiz?
*     Yine borçlanarak aldığımız evlerimizin içinde bu kadar müdahale edilmesini nasıl kabulleniyoruz? Yatak odalarına dahi karışılmaya başlanmışken bu kadarına nasıl müsade edebiliyoruz?

Ülkem olmuş iki ayrı grup: siz-biz. Sizin gibiler-bizim gibiler. Hoşgörü kalmamış, insanlar güdülmeyi kabul eder olmuş, farklılıklara tahammül kalmamış, her iki grup da onlardan olmayanlara nefret beslemeye başlamış. Neyleyim ben böyle refahı!
Yasaklarla, kısıtlamalarla olmaz bu iş. Oldu görünür ama işte böyle patlak verir, insanlar bir yerden sonra böyle isyan eder bu ayrımcılığa. Özgürlüğünü geri ister. %50 çoğunluk olarak kabul ediliyorsa ve onların seçtiği hükümet kararlar alıyorsa, aynı hükümet geri kalan %50 nin de azınlık olmadığını bilmek zorundadır. Onların da hükümetidir çünkü aynı zamanda. Kenara itmeyle, dayatmalarla yönetilemez bu kesim. Yönetilemez. Haziran 2013 itibarı ile bunun yapılamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Diren Türkiye, anlaşılana kadar diren!

HB

Popüler Yayınlar

Recent News