Kitap okumak beni darmadağın ediyor. Hikayenin yarattığı etki değil söz ettiğim. Bunun yanısıra beni o kadar uykusuz bırakıyor ki gözlerim acıya acıya okuyorum geceleri. Başka okuyabileceğim zaman da yok malesef. Dizi izlerken bitince kapatıp yatarsınız ama eğer izlediğiniz dizi yabancıysa, bir sürü bölümü zaten internette duruyorsa sonunu getirene kadar rahat etmez içiniz. Kitap da böyle bir şey. Bir bölüm daha okuyayım hadi derken bakıyorsunuz saatler geçmiş başında. Hele bir de konusu güzelse...
Serenad – Zülfü Livaneli
Serenade: Avusturyalı besteci Franz Schubert’in ünlü eseri.
İstanbul Üniversitesi’nde memur olarak çalışan Maya Duran ile üniversiteye konuşmacı olarak gelen Alman asıllı Amerikan Profesör Maximilian Wagner kitabın ana karakterleri. Profesörün gelişiyle hayata bakışı ve takiben hayatı tamamen değişen bir kadın Maya. Profesörün İstanbul gezisinden sorumlu; onu havaalanından alacak, oteline yerleştirecek, gitmek istediği yerler olursa eşlik edecek. Aralarındaki ilişki bununla sınırlı kalmayacak oysa ki.
Struma gemisinin hikayesini bilmiyordum kitabı okumadan evvel. Ne acılar çekilmiş o yıllarda. Devletler ne kadar zalim bir tutum sergilemiş. Günahsız insanların acımasızca katledilmesine ne çok insan göz yummuş. Bazı satırları okurken gözümde canlandı yaşananlar. Bahadır geçen ayki Polonya ziyaretinde II. Dünya Savaşı’nda kurulmuş Nazi toplama kampını gezdi. Auswitz kampında çocuk ayakkabıları ve kıyafetler hala orada duruyormuş. İnsanın içini burkan görüntüler. Tarihin yüz karası olaylar.
Mavi Alay ve İstanbul’a gönderilen akademisyenler de kitapla öğrendiğim konulardan. Tarih hakkında çok az şey biliyormuşum meğer. Kendi tarihimizi bile eksik, ezberlerle ve sıkıcı biçimde öğreniyor olmamız çok üzücü ve tabi sonunda öğrenemiyor olmamız da.
Kitabı çok beğendim ve dediğim gibi tarihi birçok bilgiyi edindim ondan. Rahatsızlık duyduğum birkaç nokta oldu elbette. Örneğin sıkça rastladığım imla yanlışları; fakat bunun nedeni kitabın son sayfalarında açıklanıyor. Kitapta çok fazla ismin geçmesi de biraz kafamı karıştırdı, hafızamda tutmakta zorlandığım isimler oldu. Bir de Maya’nın oğlu Kerem için üzüldüm doğrusu. Karakterimiz oğluyla ilişkisinin kopuk olduğunu söylüyor, sebebi de Kerem’in kendini bilgisayar oyunlarına vermiş olması. İyi de Mayacığım sen de her akşam bu çocuğa hazır yemekler, pizza, lahmacun yedirirsen olmaz ki. Biraz senin de hatalı davrandığın noktalar yok mu diye sormadım değil zaman zaman. Belki de çağın sorunu teknoloji bağımlılığını anlatırken kendisinin de çağın bir başka sorunu olan hazır ve “hızlı yemekler”den nasibini aldığını gösteriyordur. Anne psikolojisiyle oldu herhalde bu eleştirilerim.
İşte akılda kalmalı dediğim satırlardan bazıları:
(Kitabı henüz okumayanlar için herhangi bir ipucu içermemesine dikkat ettim)
“...Çünkü kabaca Batı ve Doğu diye adlandırılan medeniyet biçimleri, birbirini hala tanımıyor. İletişim bunca ilerlediği bir dönemde hala ‘Cahiliye’ dönemini yaşıyoruz.”
“..kaynama noktasına gelmiş olan suyu demliğe ekledim. Babaannemden öğrendiğim çay demleme sanatının püf noktalarından biri de buydu. Su ısınacak ama asla kaynamayacaktı. Yoksa içindeki oksijen uçup gidiyordu.”
“Deniz kıyısı olmasına rağmen Bodrum yarımadasında rutubet yoktu, hava kupkuruydu. Kitaplarda Zeus’un üflerken çizildiği o meşhur Kyklades rüzgarı nemi alıyor, havayı kurutuyordu.”
“Almanya’da 1932 sonbaharında yapılan seçimleri, Adolf Hitler başkanlığındaki Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi kazanmıştı. Hitler 30 Ocak 1933 günü başbakan olmuştu.
Nazilerin o günden sonraki hedefi Almanya’daki Yahudilerin kökünün kazınmasıydı. Aslında Nazilerin Yahudi karşıtı hareketleri bu tarihten daha önceleri başlamıştı ama iktidara gelmeleriyle birlikte Yahudiler üzerindeki baslı çok artmıştı.”
“Bizim korkunç bir diktatör olarak tanıdığımız Adolf Hitler, her şeyi kitabına yani demokratik sisteme uygun olarak yapıyor, kişisel imparatorluğunu adım adım kuruyordu. Halkın çoğunluğu, sanayiciler ve kurumlar arkasındaydı ve onun niyetlerinden hiç kuşku duymadan olanca güçleriyle destekliyorlardı.”
“İnsan çok yakından bakınca bir şey görmez.”
“Yazı doğal bir şey değildi. İcat edilmişti, yani uçmak gibi o da doğamızda yoktu. Bu yüzden uçmaktan nasıl korkuyorsak yazıdan da korkuyorduk.”
“Evet, coğrafya bir kaderdi ama tarih de kaderdi. O dönemlerde yaşamış olanlar, yanlış zamanda, şu korkunç 20. yüzyılda dünyaya gelmenin acılarını çekmişlerdi. Aynı yüzyılın son on yıllarında doğanlar ise refahın, güvenliğin, özgürlüğün keyfini sürüyorlardı.”
Kitabın sonunda tüylerim diken diken oldu. Sonu belli artık diye son sayfaları ilgisiz okuyacağımı sansam da etkisi tahmin ettiğimden fazla oldu.
HB
7 yorum:
SadeAnne aynı dertten muzdaribiz yine.
Elimdeki kitabı okdar çok seviyorum ki. Biran önce okuyup bitirmek istiyorum. Karakterleri çok merak ediyorum. Ama gel gör ki sadece geceleri ev halkım uyuduktan sonra yapabiliyorum. Sabah erken kalkıp işe gelmem gerektiğini bildiğim halde inatla okumaya devam ediyorum. Yanlış yapıyorum biliyorum ama malesef başka zamanlarımda yok! N'apalım kader :D
Serenad' ı çok merak ettim
Tam olarak aynı durumdayız :( Sevdiğimiz için katlanacağız artık. Serenad'ı okumanı öneriyorum. Benim sırada Gizli Ajans var.
Serenad, tekrar okuyasım geldi sayende. Ne güzel tanıtmışsın. Zülfü Livaneli'nin tüm kitaplarını zevkle okurum. Hele Leyla'nın Evi, bambaşkadır...
Çok teşekkürler Esra, beğendiğin için çok mutlu oldum. Onun methini çok duydum, en kısa zamanda alayım.
okumak okumak istiyorum bu kitabı çk duydum adını.teşekkürler verdiğin bilgilier için
Bende bu kitabı okumak istiyorum bir türlü okuyamadım.çok güzel yorumlamışsınız
sezobigo; rica ederim. Şekerim senin oğluşun kuzucuk maşallah, DIY projeleri son hız devam ederken araya kitap da sıkıştırabilirsin ;)
hayat paylaştıkça; çok teşekkürler. İlk fırsatta okuyun bence.
Yorum Gönder