http-equiv='refresh'/>

29 Mart 2013 Cuma

23 Nisan Planlarını Alalım

Bu biraz iç dökme yazısı olacak, şimdiden söyleyeyim. Şikayetim var, kırgınım, hayalkırıklığı içindeyim. Şöyle ki; 23 nisan Salı gününe denk geliyor ya, ben hiç tatil planı yapmamıştım o hafta için. Çünkü 20-24 arası benim işlerimin yoğun olduğu zamanlardır. 22 nisanda gelir paşa paşa çalışırız diyordum. Ta ki bir arkadaşımızdan Kapadokya’ya gidelim teklifi alana kadar. Ne zamandır merak ediyorum oraları, çalışmam da lazım ama gitsek çok eğlenceli olur. 2 aile, onların da Eda yaşında çocukları var üstelik. İstanbul’a cumadan gideriz, Cumartesi uçakla Nevşehir’e. Gün sayısı da çok, rahat rahat gezeriz. Bol bol fotoğraf çekeriz. Bahadır’a sordum, tamam olur dedi. Ben bu coşkuyla doğru yöneticime koştum ve izin istedim. İşlerimi ayarlayacağım söz, o güne kadar bitiririm dedim. Onu da ikna ettim. Geliyoruz diye arkadaşıma haber verdim. Bahadır daha aynı akşam başladı, ya gitmeyelim Kapadokya’ya, bıdı bıdı bıdı. En sonunda yamuk yaptı ve annemlerin yanına Bodrum’a gidelim, diğerini boşver dedi. Daha doğrusu tam böyle de demedi, birazcık daha net konuştu. Gidemeyişimize mi üzüleyim, arkadaşıma mahçup olduğuma mı bilemedim.



Biz böyleyiz işte. Tatil planı yapacaksak ya gittiğimiz yerde deniz olacak ya da akraba, eş dost görmeye gideceğiz. Başka türlüsü olmuyor. Güneydoğu Anadolu turu yapalım diyorum. Mardin, Urfa, Antakya, Gaziantep, Hasankeyf. Öyle merak ediyorum ki oraları. Oralara gideceğimize Elazığ’a gidip akraba görelim. Yazın kısmetse Barselona’ya gidiyoruz ya, bu bir mucize bizim için. Nasıl başardım ki ikna etmeyi!

Madem öyle ben de Bodrum’da değişik neler yapabiliriz diye düşüneyim dedim. Bodrum cennet zaten ve gezilecek bir sürü yer var ama hiç görmediğim yerleri gezmek istiyorum asıl. Yolumuzun üzerinede Efes var, oraya gidebiliriz. Bir de senelerdir bir türlü Bodrum Kalesine ve müzeye gitmek nasip olmadı. Orası gezilebilir.

Aslında Ankara’yı çok ama çok özledim. Ben bunu da bir önereyim Bahadır’a. Bizim planlar değişir mi bilmem ama tatili değerlendirip gezecekler varsa benim yerime de bol bol gezip, yiyip içsinler. Bir de fotoğraf çekip paylaşırlarsa ne ala...

HB

Not: Fotoğraflar internetten alınmıştır.ne yazık ki :( 

28 Mart 2013 Perşembe

Kime çektin kızım sen!

Eda’ya “kime benziyorsun sen” diye sorduklarında verdiği klasik bir cevap var: Hem anneme hem babama. Vallahi biz söyletmiyoruz. Kendisi kıyamamış ikimize de, böyle bir şey uydurmuş. Haklı da aslında, ikimizden de almış az az. Bazıları “aynı baba”, bazıları da “tıpkı sen” dese de ben karma olduğunu düşünüyorum. Tip tamam, peki ya karakteristik özellikler? O öyle bir bakışta anlaşılacak kadar kolay değil. 2 buçuk yıllık gözlemlerim sonucu ben bile anca aşağıdaki maddeleri çıkarabildim.




 Sonuç: Bu kız babasının kopyası yahu!!

Kimin gibi sümüklü bilmem


HB

19 Mart 2013 Salı

Anne Yapar Baba Bozar

Bu ara hep sağlık problemlerinden gitmişim. Çok şükür geçti gitti sorun yaratan kısımları. Konuyu hemen değiştiriyorum. Sağlık olsun, gerisi mühim değil ama yine de konuşmaya değer.

El kadar çocuktan korkacağımı hiç düşünmezdim. Hele bunun kendi çocuğum olacağı hiçten gelmezdi aklıma. Korkum şu ki istediği şeyler konusunda çok ısrarcı. Kısaca tutturdu mu yaptırana kadar bırakmıyor. Bazen bir şey yaparken ardından gelecek cümleyi tahmin ediyor ve söylerse yandık diye endişe ediyorum.

Şimdiki çocuklara mana buluyoruz ya, şımarıklar, her dediklerini yaptırıyorlar diye. Yine akıllara bu geliyor. Sadece senin çocuğun mu, hepsi aynı bunların diyorsunuz belki.

Bizde şu tip şeyler yaşanıyor:

Eda hanım son günlerde Tinkerbell’e sarmış durumda. Bir bölümü 1 saat falan sürüyor sanırım. Gayet ilgiliyle izlediği çizgi film bitip final müziği çalmaya başladığı anda “baştan aç” diye tutturmaya başlıyor. Bu durumda ne yaparsınız?
a.Bu kadarının yeterli olduğunu, başka zaman tekrar açacağınızı söylersiniz. Güzel bir dille nedenini anlatırsınız.
b.Çoğu zaman a seçeneği işe yaramaz ve dikkatini başka yöne çekip oyun oynamayı falan önerirsiniz.
c.Çizgi filmi tekrar açarsınız.

Eda süt istiyor, içip bitirdikten sonra “bi daha” diye ısrar etmeye başlıyor. Günlük süt limiti dolduğundan vermek istemezseniz ne yaparsınız?
a.Yeterince süt içtiğini, fazlasının zararlı olduğunu, karnının ağrıyacağını söylersiniz.
b.Gidip paşa paşa süt getirirsiniz.

Gece yatağa yatınca “ben kalkmak istiyorum, uyumayacağım, hadi kalkalım” diye yaratıcı bir teklifte bulunur. Ne yaparsınız?
a.Hadi sana masal anlatayım, sırtına masaj yapayım, saçını okşayayım gibi bu fikri def edici şeyler söylersiniz.
b.Uykun gelmedi mi, iyi madem birazdan yatarız diyerek kaldırırsınız.

Örnekler çoğaltılabilir, seçenekler de öyle. Ama bu seçenekler tek bir kişi için asla değişmez: Baba kişisi. Son şıklar hep baba tutumuna işaret eder. Nettir çünkü; anne kural koyucu, baba kural bozucudur.
Çocuk; hayırdan anlamıyor diye kızılması gereken en son kişidir. Anlatmayan bizlerdedir kabahat. Her istediğini, doğru/yanlış bakmaksızın gönlü olsun, ağlaması dinsin diye yaptıkça bu istekler çığ gibi büyür ve bir noktadan sonra geri dönülemez olur. Şımarık doğulmaz, şımarık olunur.
Anne “hayır” dediğinde çocuk “baba” diye ağlıyorsa orda bir yanlış vardır. Bizde bu sıkça oluyor. Babasının yapacağını biliyor çünkü ve sıkıştığı anda babasını çağırıyor. Anne ile baba aynı tavrı takınmalı oysa ki. Bu konuda işbirliğimiz eksik biraz Bahadırla. Uyarılarım sürüyor, umarım sonuçlarını tez zamanda alabilirim.

HB

18 Mart 2013 Pazartesi

Tombiş Yanak

Zamanında ben “20’lik diş çekimi de ne ki? Abartıldığı kadar değil” gibi bir şeyler mi zırvalamıştım burada? Yazıklar olsun, insanları nasıl da yanlış yönlendirmişim!
Gömülü 20’lik diş çekimleri ikiye ayrılıyormuş meğer: Etrafında kemik olanlar ve olmayanlar. Çok şükür ikisini de yaşama imkanım oldu. 4 yirmilik dişimden dördü de farklı yapıda neredeyse. Bu yaşıma kadar hiç gıkını çıkarmayan sevgili yirmilikler 1 yıl içinde iki kez ameliyatlı diş çekimini tattırdı bana. Geçen sene sol taraftaki için gittiğim gerçekten de çok kolay çekilmiş ve ağrısı da sadece 1 gün sürmüştü. Bu seferkinin pislik çıkaracağı başından belliydi zaten. Çünkü diğerinde 1 kez batırılan anestezi iğnesi 4-5 yere vuruldu. Tamam alan büyük, işlem de daha uzun sürecek. Gayet hazırlıklıyım. Diş kemik içinde gömülü olduğundan kemik kaldırılacak. Onu da biliyorum. Eti senin, kemiği de senin diyerek teslim ettik ağzımızı doktora. Odada çalan müzik güzel, rahatlatıcı da kemiği kazırken çıkan ses ve beynimin sarsıntısını engellemiyor. Ufak bir sarsıntıdan bir şey olmaz, her yer de uyuştu zaten. İstediğinizi yapın. Çekime sıra geldi, asıl asıl diş bir türlü gelmiyor. Sanki minik bir diş peşinde değiller de çenemi bütünüyle sökmek istiyorlar. 10 dakikalık uğraş kısa mı uzun mu bilmiyorum ama bana yeterince uzun geldi. Belalı diş artık benimle değildi. Dikiş işlemi de diğerine göre fazla sürdü. Her şey bitip ilaçlarımı almaya gittiğimde ağrılar başlamıştı bile. 2 saat bir şey yiyip içmem de yasak. Ağrı kesici alana kadar yaşadığım ağrıları anlatamam. Ara ara buz tuttum ama doktorun dediği gibi şişmeme ihtimali sıfırdı. Birkaç saat içinde minik bir Coulthard’a dönüşmüştüm bile. Ağrı kesicime kavuştuktan sonra biraz rahatladım neyse ki. Anneciğimin getirdiği pastadan bile minik minik yedim. Bu iyi olduğumu mu yoksa her koşulda pasta yiyebildiğimi mi gösteriyor emin değilim.

David Coulthard'la aramdaki en büyük benzerliği bulunuz!



Gece sevgili kocamdan Eda’ya bakma sözü aldım ve sadece sol tarafa doğru yatabildiğimden attım kendimi yatağın en dibine. Sabaha kadar da diğer tarafa dönmeden uyudum. Uykumu ara ara dişimin ağrısı ve Eda’nın sesi böldü ama yataktan kalkmadan uykuya devam ettim mis mis. Dün şişlik biraz daha inmişti, hafif morluk oluşmuş. Bir de ağzımın sağ tarafı, hatta boğazım ağrıyor. Nedeni uzman doktor Bahadır’ın dediğine göre oradaki yaralar için lenf bezlerinin daha çok çalışıp boğaz ağrısına neden olmasıymış. Kocam diyorsa doğrudur :) Bir de ağzımın içinde gezen ipler çok ama çok rahatsız edici. Cumartesi günü dikişler alınacak. O zamana kadar iplerim ve ben biraradayız. Bugün “ağızda lokma ile dolaşıyor” görüntüm biraz daha azaldı. Daha doğrusu lokmam küçüldü. Şişlik doktorun dediği gibi 4 gün sürecekse sadece 1 gün daha dayanmam gerekecek. 
Atlattım gibi..Bugün güneş de kendini gösterdi zaten. Güzel bir hafta olsun.

HB

11 Mart 2013 Pazartesi

Sade Haftasonu


Haftasonundan beklentim çoktu. Hava mis olacak, 20 derecelere çıkacak dendi. Cumartesi hakkaten de güzeldi. Eda fırsattan istifade bol bol bisiklet sürdü dışarıda. Bir de büyükanne ile büyükdede ziyaret edildi. Dedem, babamın babası ameliyat olacağı için hastaneye yatmadan evvel görelim istedik. Cumartesi benim için bir ilk de gerçekleşti. Ufak ve aslında ilk oluşu komik bir şey. İlk kez ezogelin çorba yaptım hayatımda. Çorbaya bayılan ben bunu nasıl atlamışım bilmiyorum. Domates, tarhana, mantar, mercimek ve tavuksuyu çorba olsun yeterdi sanırım benim için. Ama arkadaşım Antakya’dan salça sipariş edip bana da ufak bir kavanoz getirince salçadan hevesle ezogelin yapasım tuttu. Çok da nefisti. Niye bu zamana kadar yapmamışım bilmiyorum ki.

Pazar günü Botanik Parka gideriz biraz diye ümitlenirken rüzgarlı bir havayla karşılaştık. Gezme değil bol bol çamaşır yıkama havasıydı yani. Biz de öyle yaptık. Sadece Eda ile markete kadar gittik hava alalım diye. Bir de balkona çıkıp rüzgar gülümüzü döndürdük. Dışarıda gezme planları suya düşünce evde aktivite yapmak zorunda kaldık. Nostaljik bir etkinlik, suluboyayla ip boyayıp kağıda şekil çıkarmayı öğrettik Eda’ya. Tabii bundan hemen sıkılınca serbest takılıp fırçayla defteri boyadı durdu. Sanatçıyı kısıtlamamak lazım.



Bilen fırınları bu Pazar da yine hep sıcaktı. Güya ikimiz de diyetteyiz. Kek pasta yenilen bir diyet duydunuz mu? Bu arada senin diyet neyine diye üstüme yürümeyin. Genel olarak kilo problemim yok çok şükür ama yok diye olmayacak değil. Almaya çok müsaitim, göbeğim de bas bas bunu söylüyor zaten. Benim en büyük problemim hamur işi ve abur cubur. Hamurdan sürekli vazgeçmem imkansız ama abur cuburu çok aza indirebilirim. Çünkü zaten sadece çalışırken yiyiyorum. O da ya stresten ya da öğlen yemeklerini az yediğim için açlıktan. Geçen hafta kek, gofret yerine fındık, leblebi gibi şeyler aldım. Sanırım böyle çözebilirim. Haftasonu ev yapımı tatlılara gelince, adı üstünde ev yapımı, o kadar da olsun. Hem kızım için de büyük eğlence oluyor hazırlaması.

Eda çingeneleri öğrenmiş. Market dönüşü yanımızdan at arabası geçerken “aaaa bak çingeneler” diye bağırınca utancımdan öldüm. Çocuklar bazen zor durumda bırakabiliyor insanı.

Dedeciğimin bugün saat 1’de bypass ameliyatı var. 5 tane damarı değişecek. Aklım orada, inşallah hayırlısıyla başarılı bir ameliyat geçirir ve sağlığına kavuşur. Hastane yanında refakatçi kabul etmiyor. Sadece belli saatlerde ziyaret var. Ki onda bile umarım çok yakınlar dışında girmek isteyen olmaz. Ameliyat kadar sonrasında enfeksiyondan korumak da bir o kadar zor. Atlatacak inşallah.

Herkes için güzel bir hafta olsun.

HB

7 Mart 2013 Perşembe

Hortlayan Mevzu:Birlikte Uyumak

Minicik çocuk deyip geçmeyin. Eşle uyumaktan daha zordur çocukla aynı yatakta uyumak. Neden mi?


Çift kişilik yatakta ufacık bir alana sıkışırsınız.
“Anne sarıl bana!!”

İstediğiniz tarafa dönerek uyuma şansınız yoktur.
“Arkanı dönme anne!!”

Eskiden sosyal medyada en aktif olduğunuz saatler artık son bulmuştur. Telefonun ışığı yandığı anda duyacağınız şey bellidir çünkü.
“Neye bakıyorsun?”

Uyutmaya çalıştığınız minik gözlerini kapamak yerine tam sizin yüzünüze gözlerini diktiği için sizin uyuyormuş numarası yapmanız zorunludur. Uyuyor numarası...Numara 2 dakikada olur gerçek.

Tüm gece “üzeri açıldı mı” uyandırma düşüncesi tıkır tıkır çalışır. Kendi yatağında olsa üzeri açık maçık uyurken anne yanında sıcacık uyur. Su uyur, düşman uyumaz burda olur “çocuk uyur anne uyumaz”.


Yaklaşık 10 aydır yatağında uyuyan çocuk yine bu hale geldiyse bunun da tek bir sorumlusu vardır: HASTALIK!
Düşmeyen ateş+titremekten uyuyamayan çocuk+nöbet tutan anne = Birlikte uyuma

Buna kolayca alışan çocuğun eski düzene döndürülmesi ise bu kadar basit değil. Hele ki “ben seni çok özledim anne, sana sarılıp uyumak istiyorum” cümleleri duyarken.

HB

5 Mart 2013 Salı

Takarım Bilirsin


Alerjik bünyelerin zamanı yaklaşıyor yavaş yavaş. Korkulu rüya polenlerin gelişiyle hapşuranlar, gözleri kızaranlar da etrafımızı saracak. Sevgili eşim de bunlardan biri. Ben eksik kalır mıyım? Ben de en az onun kadar alerjik bir yapıya sahibim ama benim çevreye zararım hiç yok. Tamemen kendime etkim. Üstelik isteğe bağlı alerji benimki, kaçış mümkün. Takı alerjisi. Bir şeyler takacaksam illa değerli metallerden oluşacak. Vücudum öyle istiyor ben ne yapayım. En kötü gümüş olacak, daha aşağısını istemem, çıkar hemen onu üstünden diyor. Gümüş diye yutturdukları şeylerin aslında sahte olduğunu anlamam sanırım onu taktıktan sonra sadece birkaç saat sürer. Altın veya gümüş suyuna batırılmış olması bile kurtarmaz durumu. İlla saf altın-gümüş olacak.

Biz çocukken şimdikiler gibi her gördüğümüzü istemezdik. Bir şey de görmezdikya...Anne-babamız ne alırsa ona tavdık. Büyük AVM’lerde gezmedik, çok çeşitle karşılaşmadık. Küpe mi alınacak, giderdik bir kuyumcuya, belki ikincisine bile girmeden hemen alır çıkardık. İnternetten uzun uzun araştıran, dükkan dükkan dolaşan bir annemiz yoktu. Künyeler vardı bir de. Herkesin olmuştur mutlaka. Kız olmaya da gerek yok, erkeklere de takılırdı. İsmimizin yazdığı künyeler çocukken bizim en önemli aksesuramızdı.

Çocukken iyi de büyüdükçe artık altın hoşuma gitmemeye başladı. Ortaokul yılları gibi anlamaya başladım altın dışındaki takıların bana alerji yaptığını. Olsun, gümüş vardı ne olsa. O da güzeldi, neyse ki o dokunmuyordu. Eee sonra accessories’lar claires’ler açıldı. Birbirinden güzel takılar ama gel gör ki ben hiçbirini kullanamıyorum. Burnuma hızma takarım, kızarır. Küpe takarım, aynı gün kaşınmaya başlar. En sevdiğim aksesuar, gittiğim tatillerden bileklik alırım. Mümkün olduğunca ipli, boncuklu şeyler almaya çalışsam da mutlaka kaşıntı yapan yerleri çıkar. Kullanamam hiçbirini.
Ben de bu kadar yıllık alerji hayatının bana verdiği deneyimle bir çözüm buldum ve takılardaki metal kısımlara parlatıcı oje sürerek tenimle temasını kesmiş oldum. Bileğimi 2 günde kıpkırmızı yapan bilekliği aylardır kullanıyorum böylece. Çok mesudum :)

Bu da "takarım bilirsin"in resmi


Bu arada, takı mevzusundan bahsetmişken bir de hala Eda’nın kulaklarını deldirmediğimi söyleyecektim. Daha erken gibi geliyor, kendisi isteyince deldireyim diyorum ama bir yandan da küpe takmış kız çocuklarını görünce hevesleniyorum. Henüz Eda hiç konusunu etmedi. Pek farkında da değil küpe takanların aslında. Ben de hiç takmadığımdan... Artık kulaklarına asılma yaşını geçti ama belli de olmaz. Uykuda falan rahatsız edebilir. Sanırım bekleyeceğim birkaç yıl daha.

HB

Popüler Yayınlar

Recent News