http-equiv='refresh'/>

31 Ekim 2012 Çarşamba

Tatil Biter Yazısı Kalır


İçinde “tatil” geçen tüm diğer izinlerde olduğu kadar yorucu, düzensiz ama keşke bitmese dedirten bir tatilden döndük. Bizdeki yorgunluk, her seferinde söylediğim gibi,huy değiştiren, uyku uyutmayan, yemek için peşinde koşturan bir çocuğun etkisiyle. Kurban Bayramının yarattığı yorgunluk anneciğime vurdu her zamanki gibi yine. Et ve sakatat işlerinden zerre kadar anlamayan bir gelini olduğu için tüm iş yine onun üstüne kaldı. Çocuklarım gitmeden kavurma da yesin, bumbarımı da yapayım, hardımyanın da tadına baksınlar derken kısacık zamana bir sürü iş sıkıştırıyor annem. Bu sefer de yoruluyor tabi. Ben bu saydıklarımın hiçbirini yiyemiyorum ve en iyi ihtimalle kuşbaşı etle bayrama iştirak edebiliyorum. Kurban bayramı telaşeli biraz. Yani öyle karikatürlerde gösterildiği gibi dini bayramlarda yatmıyor millet.

Neyse, havalar da güzeldi şansa. İlk gün hariç hep güneşliydi. Yine de kışın gelmiş olduğu oralarda da belli. Özellikle akşamları serin epeyce. Çocuklara anlat bir de sen bunu. Her dakka dışarıdaydı bizim cimcime. Bahadır da güzel havayı görünce kendini denize attı hemen. Bir keresinde Eda’yı da indirdik sahile, babası denize girerken biz yürüyüş yapacaktık. Sahildeki parkı görünce bizimki başladı koşmaya ve gitti yağmurun ıslattığı salıncağa çat diye oturdu. Yanımda yedek kıyafet de olmadığı için babasının t-shirtünü pantolonun içine sokuverdik. Bizimki oldu koca popolu bir teletabi. Denize girmek için tutturdu, sonra soğuk olduğunu görünce kumda oynamakla yetindi. Böyle oturduk bir süre...



Saçlarımın bakımsızlığını ve kocamın dekoltesini görmeyin artık bir zahmet. Denize bakın sadece :)

HB

23 Ekim 2012 Salı

Yine Düşüyoruz Yollara

Çocukla yolculuğa çıkmak demek;
Kraker, bisküvi, oyuncak, gibi yolculuk esnasında “oyalayıcı” görevi gören nesneleri hazır etmek,
Temiz tuvalet bulma ihtimalinin çok az olduğunu düşünerek çantayı peçeteyle doldurmak,
Yolda 1 saat bile uyusa kardır diye çıkış vaktini belirlerken uyku saati hesapları yapmak,
10 dakikada bir “anne yoruldum” ile karşılaşacağını bilmek demek.

Yarın sabah yola çıkıyoruz kısmetse. Bu sene bayram güzel bir tarihe denk geldi, 10 günü birleştirip tatil yapanlara ne mutlu. Bayramda Yüksel annemleri ziyarete gidiyoruz biz. Uzakta oldukları için tatili fırsat bilip onları görmeyi tercih ediyoruz. İlk gün kurban telaşı, ikinci gün akraba ziyaretleri, devamında serbest zaman. Güzel oluyor özlem gidermek. Umarım herkesin bayramı keyifli geçer, herkes gideceği yere güle güle gider. Bayramda öptüğümüz sıcacık elleri bir dahaki bayramlara öpmek nasip olur umarım.

Herkesin Kurban Bayramını ve Cumhuriyet Bayramını kutluyorum. Tatlı tatlı geçsin...



HB

22 Ekim 2012 Pazartesi

Pepee Çılgınlığı

Cumartesi akşamı Anatolium’daki Pepee etkinliğine gittik. Çekilir bir karakter değil ama kız seviyor ne yapalım. Biz de eğlenmeye çalıştık tümünü farkında olmadan ezberlediğimiz şarkılar çalarken. Çocuklar televizyonda gördükleri Pepee ve Şilayı orada görünce kafaları karıştı sanırım. En azından Eda’da öyle oldu. Bizim evimize gelsinler diye tutturdu çünkü. Bir de etkinlik bitince tek ağlayan çocuk Eda oldu sanırım. Bu kadar hayranı olduğunu bilmiyordum ben de doğrusu.
Ertesi gün de herkese Pepee benim elimi tuttu, Şila benim burnumu sevdi diye anlattı durdu :) İlgi konusunda gösterdiği performansı umarım Disney festivalinde de sergiler.








Bu arada Eda’nın ilk kez eline mikrofon aldığı gün olarak da tarihe geçsin 20 ekim.


HB

19 Ekim 2012 Cuma

Park Bağımlısıyız Biz



Bizim kız bu yaz oldu bir park delisi. Her gün gittikleri bir park var annemlerin orada ve o parkı Eda benimsemiş durumda. Gelen çocuklar salıncağa binmesin diye hanım saatlerce salıncaktan inmiyormuş. Parkı kıskanan bir çocuk duymuş muydunuz? Kimsecikler yoksa parkta salıncak pek sarmıyor kendisini, ordan oraya koşturuyor daha çok. Birileri varsa ve salıncak sırası bekliyorsa indir indirebilirsen.

Hadi o kargaşa bir şekilde atlatılıyor ama benim asıl sıkıntım bu çocuğu parkından nasıl uzak bırakacağımız. Malum, ekim geldi ama hava hala yaz gibi. Yakında bitecek ama sefamız. Soğuk günlerle kavuşmamıza az kaldı. Evde nasıl vakit geçireceğiz diye annem kara kara düşünmeye başladı bile. Boyama, oyuncaklar, çizgi film derken gün geçer mi bilmiyorum ama park gibi bir eğlenceden de çocukları mahrum bırakmak üzücü. Alışveriş merkezlerinin parklarına, kapalı oyun alanlarına sığınacağız artık.



Geceleri de bizden sorulur parklar


Başka çocuk görememeniz normal, saat kimbilir kaç



Umarım Bodrum’da havalar haftaya serin olmaz da kapanışı orada yapar.

HB

18 Ekim 2012 Perşembe

Olur Öyle Arada

Keyifsizim şu ara, o yüzden bloga da yazmadım. Tabii yoğunluk da bir diğer sebep. Hem geçen hafta hem de dün İstanbul’a gittim işle alakalı. Toplantılarımız bittikten sonra biraz gezme fırsatımız oldu. Nişantaşı, Ortaköy ve İstiklal’e gittik 3 günün toplamında. Bir kez daha gördüm ki İstanbul muhteşem bir şehir ama biz insanlar onu çok güzel katletmişiz. Ayrıca trafik hakikaten çekilesi değil, ya da alışılması gereken bir olgu bu yoğun trafikte geçen saatler. Otelimize çok yakın olduğu için Cevahir’e gittik bir de. Hiçbir yerde bulamadığım ayakkabıyı orada bulurum belki umuduyla. Yok-yok-yok, koca alışveriş merkezinde hiçbir şey mi bulamaz insan! Artık eminim ki benim beğenme duygumu çekip almışlar. Platform topuklarla yürüyemediğim gibi pek de beğenmiyorum kendilerini. Babetler desen hep tokalı, fiyonklu, zımbalı. Moda olanı beğenemiyorum, yaşlandığımı mı gösterir bu bilemem. Moda olmayan da mağazalarda yok. Bütün dükkanlar tek tip adeta. Sinir bozucu.

İş güç fazla yoğun, 1 milyon satırlık excellerle çalışmak ve bu kadar datayla baş etmek zorunda kalan bilgisayarımın sürekli kitlenmesi, çalıştığım onca datayı çöpe atması de bir o kadar sinir bozucu. Bilgisayarımın “bırak bu işleri, git çocuğunla ilgilen, hayatın tadını çıkar biraz” içerikli kitlenme mesajları güzel de öyle kolay değil işte bunları yapmak. Aptal makine kafa ne anlarsın sen zaten!

Çocuk mu? Çok şükür sağlığı iyi ama şu ara arıza çıkarmada üstüne yok. Gece uyumak istemiyor, yatağında yatmak istemiyor. Genelde 7-8 saat süren ve deliksizi makbul olan uyku denen şey bizim hanede bambaşka tanımlara sahip. Gece uyanması bir şey değil, süt istemesi de. Ama öyle bir ağlayışı var ki komşularımız kesin yataklarından zıplıyordur. Dün İstanbul dönüşü öyle yorgunum ki saatler 10’u gösterince hemen yatağına yatırdım Eda’yı, içimden de n’olur uyusun hemen n’olur dualarını ediyorum. Tam tersine uykum yok diye ağlamaya başladı. Gözler uykulu, saat 10’u geçti nereye uykun yok küçük hanım? Benim güçlü kocaman kocam yetişti Allah’tan, sen uyu ben bakarım diye. Çekyatta uyumuşlar ikisi. Gece seslerini duyuyorum hep ama kafa kalkmıyor ki. Birkaç sefer de ben kalktım ağlama seanslarında. Bir Bahadır bir ben idare etmeye çalışıyoruz ama çok bitkin düştük. Nasıl düzelecek bu iş ben umudumu yitirmeye başladım. Halbuki bir ara nisbeten iyiydi. Uyuduktan sonra kitap bile okuyordum. Şimdi nerdeee, 10 da uyusa ben yatana kadar bile 2-3 kere uyanıyor.  

Öyle işte, biraz yorgunum, biraz keyifsiz. Yine de sağlık olsun diyor, bu sürecin geçici olmasını diliyoruz.

HB

12 Ekim 2012 Cuma

Arkadaşlara Açık Mektup




Arkadaşlarıma açık mektup yazmıştım. Okumak isterseniz Blogcu Annedeyim bugün.

HB

10 Ekim 2012 Çarşamba

Olduğu Kadar - Feyyaz Yiğit

Ne kitap ne yazar hakkında hiçbir fikrim olmadan aldım kitabı. Raflara bakarken kapağı dikkatimi çekti ve aynı gün Tatlı Rüyalar’ı da almama rağmen ilk bunu okumak geldi içimden. Feyyaz Yiğit kimdir hiç bilmem, daha doğrusu düne kadar bimezdim. Merak edip araştırdığımda öğrendim ki Okan Bayülgen’in Disko Kralı skeçlerinde de oynamış geçen sene. Okan Bayülgen çok güzel ve içi dolu programlar yapıyor; fakat o saatte ben uyumak için savaş verdiğimden çok nadir izleyebiliyorum. Feyyaz Yiğit’e denk gelmemişim bu süre içinde.





Kitapla ilgili yorumum tek kelimeyle değişik. Biraz daha açarsak; komik, saçma, alakasız, yalın, okunası. Okuyana bir şey kattığı söylenemez, öyle de bir amacı yok zaten. Yine de güzel vakit geçirmek için okunabilir. Ben sevdim; çünkü..

1.Madde madde anlatımlar var. Severim kısa listeleri.
2.Geçmişte yaşanan olaylara atıfta bulunuyor. Hafızayı tazeleyip daha önce anlatılanlardan da kopmamış oluyorsunuz.
3.Hiçbir olayı uzatmamış. Zaten kitap da 182 sayfa, bir çırpıda okunabilir istedikten sonra
4.Kitapta iki arkadaşın gezmek için geldiği İstanbul’da yaşadığı maceralar anlatılıyor. 11 gün sürüyor ve her gün bölüm bölüm anlatılmış. Bölümlerin sakız gibi uzatılmadığı kitapları severim.

Listeyi çok uzatmayalım değil mi?

Kitaptan alıntılar:

“Eski bir FBI ajanı, günlük hayatta ne gibi sorunlarla karşılaşabilir:
1-Ketılın tuşuna basar ama çalışmaz. Hemen tamire götürür. Tamirci bir basar çalışır.
2-Uzatma kablosuna ayağı takılır. Şunları şöyle ortalığa koymayın diye bağırır etrafına.
3-Masadaki bir şeye üflemek ister, yanlışlıkla küllüğe de üfler,her yer kül olur. Sinirleri bozulur.
4-Telefonunu şarja takmıştır, iki saat sonra bir bakar hiç şarj olmamış. Meğerse temassızlık varmış.”

“Ama insan ne zaman çok mutlu olsa, bu mutluluğu asıl paylaşmak istediği kişi gelir ya aklına.”

“Bir şeyi çok güzel yapabiliyorsan, onu insanlara katlanabilecekleri çok fena şeylerle birlikte sunmak zorundasın. Belki de bu ticaretin kaidesidir ama kimse bu konudan bahsetmek istemiyordur.”


HB

9 Ekim 2012 Salı

Hadi Bana Masal Anlat Eda



                              Bir varmış bir yokmuş
                   Evvel zaman içinde kabur zaman içinde
                              Bir küçük Eda varmış
                           Sonya büyümüş, büyümüş
                                 Kocaman olmuş
                               Masal da bitmiiiiiiş

                                                Eda B.

Çikolatalı Pasta Denemesi

Anneler mağazadan alınmış örgü bir kazağı görünce şöyle bir tepki verirya “modeli çok basit aslında, örülebilir çok rahat”. Ben de o misal geçenlerde bir cafede yediğimiz pastayı çok beğenince “evde yaparım ben bunu yaaa” diyerek uydurmasyon bir pasta tarifine giriştim. Ne olabilir ki içinde? Pandispanya, araya pasta kreması ve asıl lezzeti veren o pastanın üzerine dökülmüş sıcak çikolata. Hepsi için ayrı ayrı tarif aradım. Pandispanya ve krema için Hünerli Eller yine anında imdadıma yetişti. Hangi tarifi düşünsen bulabiliyorsun burada. Bir de pandispanya dosyası ile pastacı kreması dosyası oluşturulmuş ki şak diye buluyorsun bu sayede aradığını.


Kekin malzemeleri

Gayet az malzeme var görüldüğü gibi



Tarif ve ipuçları yazılı olduktan sonra gerisinde bir şey yok ki. Gerçi ipuçlarına ben çok itaat edemedim. Eda’yı da belli bir aşamadan sonra mutfağa aldım eğlenmesi için. Güya bana yardım ediyor. Un eliyor falan. Artık katı malzemeleri koyduk, yolumuza tahta kaşıkla devam edeceğiz derken arkamı döndüm ve bir baktım ki küçük şef malzemeleri normal metal kaşıkla bir güzel karıştırıyor.





Baştan sona yanımda durmadı Eda. Arada boyama yaptı yanımda. Ben pastayla uğraşırken o da biraz kontrol dışı kaldığı için boyamanın sonunda güzel görüntüler de çıkmadı değil. Bu gibi aksaklıklara rağmen keyifli bir süreçti.

Tekrar olmaması için malzemeleri vs yazmayıp link veriyorum.




Tadını beğendik biz. Cafede yediğimizle aynı olmadı tabi ama elde örülen kazaklar da aynısı olmuyor ki zaten makine örgüleriyle ;)

HB

4 Ekim 2012 Perşembe

Havana’da 7 Gün (7 días en La Habana)

Yönetmenler:
Benicio Del Toro (Pazartesi)
Pablo Trapero (Salı)
Julio Medem (Çarşamba)
Elia Suleiman (Perşembe)
Gaspar Noe (Cuma)
Juan Carlos Tabio (Cumartesi)
Laurent Cantet (Pazar)

Oyuncular: Josh Hutcherson, Daniel Brülh, Emir Kusturica, Elia Suleiman, Melissa Rivera, Jorge Perugorria, Mirta Ibarra, Vladimir Cruz
Süre:129 dakika
Dil:İspanyolca




Film 7 yönetmen tarafından çekilmiş kısa kısa hikayelerden oluşuyor. Her bölüm ayrı bir günü ve hayatı anlatıyor. Kesişen hikayeler de var içlerinde minik de olsa. Genel olarak Küba’daki yaşam, insanların hayat standartları, gece hayatı, siyasi rejim, ambargo, eşcinsellere bakış ve temizlenme ayini gibi şehirde geçen günlük ve sıradışı olaylarla ilgili öyküler bunlar. Ünlü ve çok sevdiğimiz oyuncu Benicio Del Toro bu kez yönetmen koltuğuna geçerken, ünlü Sırp yönetmen Emir Kusturica ise hikayelerin bir tanesinde oyuncu olarak çıkıyor karşımıza. Açlık Oyunları’nı izleyen varsa “Amerikalı” hikayesindeki karakteri de oradan hatırlayacaktır.

Gösterim tarihi Kasım 2012 olmasına rağmen Filmekimi kapsamında seyirciyle buluştu. Havana’da 7 Gün gerçekten de tam bir festival filmi, içinde öyle aksiyon vs. yok.
Film boyunca çalan şarkıların bir çoğu insanda kalkıp dans etme isteği uyandırıyor. Kimisi ise hikayeye uygun bir biçimde içini cız ediyor.






Değişik kültürleri tanımak için illa da fiziksel olarak orada bulunmaya gerek yok. Anlatılan hikayelerin ortak noktası olan Havana’yı tanımak için 129 dakikanızı bu filme ayırın derim.

HB

3 Ekim 2012 Çarşamba

Uykusu Gözüne Aklı Başına

İşler o kadar yoğun ki bu hafta, her akşam başımda ağrılarla, gözlerim yanar halde eve dönüyorum. Yine böyle bir günün sonunda gece dinlenebilirim umuduyla yattım. Bu arada artık gece beslenmesi yok diye ortalıkta gezinen ben bu kuralımı biraz yumuşatmaya karar verdim. Aslında kuralım şuydu: gün ağarmadan süt yok. Karanlıkta süt içilmeyeceğini bilmeli. İyi de yazın ağaran günle şimdiki aynı değil. Çocuğun süt diye ağladığı bir sabah ben ısrarla “daha karanlık bak kızım, sabah içeceksin sütünü söz” diye susturmaya çalışırken bir de saate baktım saat 6 olmuş. Tabi dinlenmeden uyuyunca gece 1 de aynı sabah 6 da. Neyse saati görünce koşa koşa sütünü getirdim ve artık karanlığa değil saate itaat ediyorum. Üstelik 6’da içtiğinde bir daha uyumuyor, fakat 4 gibi içerse en azından uykuya devam ediyor diye saat aralığını da epeyce genişlettim. Şimdi tek kuralım sadece 1 defa içebilecek olması.

Dün gece 4’te ilk hakkını kullandı hanımımız. Oleey bu iyi oldu, saat daha 4, uyanmaya çok var diye sevinirken kızımız “anne bi daha” sesleriyle beni tekrar yataktan kaldırdı. İyi hadi uyusun da tekrar gidip ısıtayım,belli ki yetmemiş deyip yeniden sütünü verdim. Tam sıcak yatağıma kavuşmak üzereyken bu kez “anne kucağına al” emriye 3. kez yatak dışı edildim. Onu da yaptık. Yorgunluk ve uykusuzluktan kendimden geçmiştim sanırım, düşünmeden ve değerlendirmeden dediğini yapıyordum sadece. Askere döndürdü beni dün gece. Ezandan sonra uyuyabildim ancak. Sabah 7 demeden yine beni deriiiin uykumuzdan uyandıran komutanımdan sonra artık kendimi Bahadır’a yakarır şekilde buldum. N’olur sen kalk nolur uyuyayım yarım saatçik. Sağolsun..Beni de dinleyen birileri çıktı ve onlar çizgi film izlemek üzere salona gidince biraz daha uyudum. Hain alarm çalana kadar...
Yine aynı baş ağrısıyla güne başladım. Kısmet, belki bu gece dinleniriz.

Çalışan anne olmanın zorluğu burada bitmiyor. Sabah yataktan kalkmak işin en zor kısmı, gerisi biraz daha kolay. Özellikle dinlenmiş ve hafif şişmiş kara gözler tatlı tatlı sana bakınca tümü unutuluyor o an için.

-Anne sen işe gitmeeee.
-Ama kızım gideyim, para kazanayım. Sana mama alayım, ciciler alayım.
-Cici istemiyorum been, işe gitme annee.

İşte asıl zoru bu.

Kızım 2 şarkıya taktı bu ara,dinlemeden geçtiği bir gün yok. Gökçe’den Tuttu Fırlattı Kalbimi ve diğeri de işte bu. Biraz baş ağrım geçer belki müzikle.

HB

1 Ekim 2012 Pazartesi

Nostalji: Geçmişe Özlem

Salça, tarhana, turşu işleri

Markette hepsi istemediğin kadar, çeşit çeşit duruyor raflarda. Evde uğraşan çok da insan kalmadı. Ev yapımı salçanın ya da tarhananın yerini tutan bir şey olabilir mi? İmkansız. Vakitsizlik, üşengeçlik bizi bununla idare etmeye sevk ediyor. Bir de annelerimizin yaptığı kavanozları taşıyoruz eve. Bizim çocuklarımız yapabilecek mi bakalım bunu. Ben de fazla tembelim yahu. Ne reçel, ne turşu, ne salça, hiçbirini yapamıyorum. Bu sene domates kurutarak başlayayım işe dedim ama mevsimini geçirmişim, yine olmadı.

Üzeri dantel örtülü ev telefonları

Bırakın danteli, örtüyü, ev telefonları bile yavaş yavaş tarih oluyor. Sadece internet için kullanıyor çoğu aile ev telefonunu. Artık ona da gerek olmadığı noktada, cep telefonunun üstünlüğüyle kablolu ev telefonlarını alt eden telsizler de aynı hüzünlü sonu yaşıyor. Çocuklarımız için 0212 ile 0232,... ile başlayan sabit hatlar pek de anlam ifade etmeyecek. Oysa biz sarı telefon rehberini kullanan bir nesiliz. Ev telefonlarıyla arkadaşlarımızı, akrabalarımızı aramış bir nesiliz. Belki de o dönemler hayatımızdaki önemi büyük olan telefonu o yüzden kolay kolay evden çıkaramıyoruz. İnterneti bahane edip sabit telefonu kapattırmayanların asıl gerekçesi bu olmalı. Tüm akrabaların telefon rehberinde bu numara kayıtlıdır ne olsa.


Gazete ve bulmacaları

Gazetelerin internet sayfaları baskı halleriyle aynı. Yıllar yıllar önce, bizim ofise bilgisayarlar yeni girdiğinde; burada çalışan bir bey almış bir gün gazeteyi önüne, açmış gazetenin internet sayfasını da...Birebir karşılaştırmış, bakalım aynı mı yazanlar diye :) Emin olmuş neyse ki. Yalnız aynı adam internet kullanımını paralı sandığından, yani internette kaldığın süre kadar maaşımdan para kesilecek düşüncesiyle hızlı hızlı bakarmış. Okur hemen anında kapatırmış. Yaa işte bu komiklikler yaşanmış vakti zamanında. Bizimkiler daha doğduğunda internetle tanışıyor, facebookları oluyor ilk günden. Bu süreçte biz anne babalar da internete kaptırdık ya kendimizi, eve gazete girmez oldu. Hepimiz zaten bilgisayarlarımızdan okuyoruz tüm haberleri, o da olmadı akıllı telefonlarımızdan. Bir de bulmaca mevzusu var. Dedeciğim hala hastalık derecesinde bulmaca çözer, maşallah. Mustafa babam öyle, düzenli her gün gazetesini alır, bulmacalarını çözer. O gün çözmediyse, saklar başka gün çözmek üzere. Bazen annem hepsini doldurmuş diye bozulur, laf atar tatlı tatlı. Bizi çocuklarımız böyle görebilecekler mi dersiniz?

Kaset ve teyp

Müzik çalar değil, bildiğin tek kasetli, cd çalarsız teypler. Bizim çocukluğumuz için önemi ne kadar büyük bu cihazın. Her yeni çıkan kaset merakla alınır, defalarca buradan dinlenir. Sonra sıkılınca üstüne radyoda çalan parçalar kaydedilir. Büyük bir konsantrasyon ile radyoda şarkı anons edilir edilmez “record” tuşuna basılır ve arada kanal reklamı yapılmasın diye dua edilir. Muazzez Ersoy, İbrahim Tatlıses kasetlerinin kaderidir hep bu. Üzerine kimbilir hangi yabancı parça gelmiştir. Tarkan, Kenan Doğulu albümleri ise korunurdu sapasağlam. Aldığım ilk kaset Burak Kut’unkiydi, ilkokuldaydım ben. Parasını bile hatırlıyorum :) Artık yüzüne bile bakmadığım onlarca kaset evde sadece yer kapladığı için en sonunda atıldı gitti. Çocuklarımızın ne kasete ihtiyacı var ne de istediği şarkı radyoda çıksın diye beklemeye. Şanslı veletler...

El işi, dantel, her türlü örgü

Bunların ne olduğunu bilecekler mi bakalım. Gerçi her anne benim gibi beceriksiz ve ilgisiz değil bu işler için. Hala şapka, yelek, kazak ya da masa örtüsü örenler olduğunu biliyorum. Ben olsa olsa atkı örebilirim herhalde, o da dümdüz bir şey olduğu için. Artık hepsini mağazalarda bulabiliyoruz. Ben bile annemin ördüğü kazakların kaçını giyiyorum? Ama Allah için Eda’ya ördüğü yelekler kışın o kadar iyi gelmişti ki. Hatırlar mısınız biz çocukken annelerimiz veya ninelerimiz kola şişesine geçirirdi ipini, her gittiği yere taşıdığı bir örgü poşeti olurdu. Bu manzara bizim için dahi nostalji oldu gitti.

Mum ışığında sohbetler

Eskiden bizim mahallede elektrikler çok kesilirdi. Karanlıkta kalınca off poff yapıp lanetler okumak yerine hemen hazırda bekleyen mumu yakar sohbet etmeye başlardık. Fıkralar anlatılırdı, gülerdik. Hatta elektrik gelip televizyon açılınca güzelim muhabbet sona erdiği için kötü bile olurdu. Şimdi elektrik gitse telefonlarımıza sarılırız muhtemelen ilk iş.

Sobanın üstünden gelen kokular

Kestane kışın vazgeçilmeziydi. Sonra soba borusuna asılan çamaşırların yaydığı mis gibi kokular. Sobanın o sıcaklığıyla al al olan yanaklar. Uyumaya odamıza gidince buz gibi bizi bekleyen yorganı sobadan kalan vücut sıcaklığı ile ısıtmaya çalışmamız...Şimdi banyolar bile sıcak, ama aynı sıcaklık mı?

HB

Popüler Yayınlar

Recent News