http-equiv='refresh'/>

31 Temmuz 2012 Salı

Ben Bilmem Kızım Bilir

Bizim hanım artık kendi kararlarını veriyor, söylüyor ve kabul ettirmek için uğraşıyor. En önemli 3 tanesi yemek, uyku ve tuvalet üzerine. Eda’ya kalsa hepsi gereksiz şeyler. 

Anne ben doydum

Doyduğunu söylemesi gereksiz yere kaşıkları ağzına tıkmamam için güzel; fakat bunu daha 2. kaşıkta söylüyorsa çok da sözüne güvenemeyeceğim demektir. Konuşamıyorken ağzını kapatarak aynı şeyi ima ediyordu. Bugün 2 yaşında, değişen pek bir şey yok. Doymuş çocuğa yemek yediriyoruz her gün.

Benim çişim yok

İlla tutacak tuvaletini. Zaten çok sık aralıklarla götürmüyorum ama Eda’ya kalsa günde 2 kereden fazla tuvalete gitmeyecek. Benim çişim yok deyip de tuvalete oturur oturmaz yapmadığı çok nadirdir. Bu itiraz için kendimce bir şey buldum aslında, çoğu zaman işe yarıyor. Betty Boop resimli havlu kağıtlar var. Bunların bir rulosunu Eda’ya tahsis ettim. Her yaprakta farklı bir resim var. “Hadi bakalım Betty bugün ne yapıyor”, “hadi Betty’ye günaydın / iyi geceler diyelim” diyerek bir şekilde tuvalete götürüyorum. Oturması mesele zaten, gerisi biraz daha kolay.




Benim uykum yok anne

Karneler hazırlayıp duruyorum ya bazen; eğer gerçekten bir karne hazırlıyor olsam her dönem Eda uykudan sınıfta kalır. İte kaka bile geçemez sınıfını. Gece uykularının düzensiz olduğundan hep bahsediyorum. Gündüz uykuları da bu ara hiç iyi değil. Haftasonları pas geçtiği oluyor. Özellikle evde ikimizin olmadığını biliyorsa asla uyumuyor. Bu kez gece de erken yatmak istemeyince iyice uykusuz kalıyor. Bu haftasonu Bahadır’ı Eda’nın uyuyacağı saatte evden gönderdim. Sen bir hava al, dolaş, keyfine bak diyerek evi boşaltma yoluna gittim. Yatar yatmaz “benim uykum yok” sesleri yükselmeye başladı. Bunun üzerine biraz masal okuduk yatakta. Esnemeye başladı hala benim uykum yok diyerek yataktan kalkmak istiyor. Ben de bak esniyorsun, demek ki uykun var diyerek yatakta tutmaya çalıştım. Saat 4 gibi zafer bayrağımı dikmeyi başardım. Pazar günü yine baba evden gönderildi, yatağa yatıldı. Yine benim uykum yok itirazları..Bak dün de böyle söylemiştin hemen uyudun, bak uyu uyan gezmeye gideceğiz, bak gözlerini kapatırsan hemen uykun gelecek, bak şu bak bu derken sonunda uykuya dalmasını seyrettim. 1 saat bile olsa öğle uykusu iyi geliyor.

Bunların dışında da pek çok şey için karar bildiriyor küçük hanfendi. Mesela “parka gitcem, banyo yapmıcam (banyo yaparken de sudan çıkmıcam)” Kendi dilinde söylüyor tabi bunları ve bizden başkası anlamıyor genelde. Bir de en büyük problemi giyinmede yaşıyoruz. Asla üstünü değiştirmek istemiyor. Ama bir yandan da çok terliyor. Sadece atlet ve külotla durduğu evden çıkarken üstüne t-shirt ve şort yani düzgün bir şey giydirmek istediğimde kıyameti koparıyor. Kamyoncu kızım benim, hep atletle gezecek kolayını bulsa. Kendin seç giyeceklerini diye odasına gittiğimizde de hep ama hep kışlıklara gözü takılıyor ve onu giymek için ısrar ediyor. Kışlıkları gözden uzak bir yerlere kaldırmam lazım en kısa zamanda.

Biz böyle haller içindeyiz işte. Artık onun istemediği bir şey yapılıyorsa nedeni güzelce açıklanarak yapılmak zorunda. Yeni bir devir açıldı bizim için galiba.

HB

27 Temmuz 2012 Cuma

Temmuz Kapanışı

Temmuz bizim ailede doğumgünü ile eş anlamlıdır. 2 temmuzda benimle başlar, 14 temmuzda Eda ile sürer, 17 temmuzda kardeşimiz Gökhan, 27 temmuzda Bahadır ve 28 temmuzda Fatih abim ile son bulur. Temmuz bizim aile tarafından kapatılmıştır yani. Soyadı bizimle aynı olan kişinin temmuzda doğma zorunluluğu vardır. Evlenilecek kız veya erkek hangi ayda doğmuştur diye bakılır önce. İlk kriter budur. Her gününde, bugün kimin doğumgünüydü diye bir düşünmemize sebep olan aydır Temmuz. Çünkü doğumgünleri ailemizle de sınırlı değildir. Arkadaşlarımızdan da bu ayda doğan çok kişi vardır.



Bugün kocacığımın doğum günü. Biz böyle günlerde hediyeleşmeyi pek sevmeyiz. Alışkanlık edinmedik belki bilmiyorum. Doğumgünlerini hediyesiz geçeriz. Kandırıldım mı yoksa ben yahu? Yok yok, hediye dediğin ne ki. İstediğim bir şey olursa hiç hayır demiyor kocam zaten. Yanlış tanımayın siz onu. Neyse işte hediye almasam da onu sevindirecek minik minik şeyler yapmadan duramam. Tanışmamızdan bu yana çektirdiğimiz fotoğraflardan oluşan bir slayt hazırladım. Sonuna doğru bu fotoğraflara Eda eklendi. Güzel de bir müzik seçtim. Bugün seyrettiğinde çok mutlu oldu. En güzel hediye sevildiğini hissettirmek sanırım. Eşyalar o anlık mutlu ediyor, birkaç gün sonra yüzüne bile bakılmıyor çoğu zaman.

26 temmuz, yani dün de bizim evlilik yıldönümümüzdü. Ne bereketli ay değil mi :) 4 yılı devirdik birlikte. Daha nicelerine inşallah. Aslında bizim düğünümüz 3 ağustosta oldu, nikahımız bu tarihteydi. Hangisini yıldönümü saymalı bilemediğimizden, öyle çok cafcaflı kutlamalar da yapmadığımızdan ikisini de söylüyoruz. Hep açıklama gerektiren şeylerim vardır zaten. -Erkek Lisesinde okudum. -Nasıl olur, orada sırf erkek yok mu? -Hangi üniversiteden mezunsun? -Ankara. -Ankara da hangi üniversitesi. -Ankara Üniversitesi işte. Bu tip şeylerim çoktur.

Bu ayın önemine geri dönersek; biz ailece 1 yaş daha yaşlandık. Bu yıl da bitti, 1 sene rahatız şimdi inşallah. Aile olmak, birlikte yaşlanmak o kadar güzel ki yaşlanmanın kötü anlamını unutturuyor. Bu yıl ve her yıl tuttuğum dilek aynı benim. Aileme, sevdiklerime, bana sağlık ve huzur.

HB

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Karışığız Biraz


Eda’dan bahsediyorum. Sabah işe giderken arkamızdan ağlamaya başladı. “Anne ditme” dedikçe benim içim parçalanıyor. Babası için de aynı, onu da bırakmak istemiyor. Sonra bir şekilde avunuyor ve unutuyor ama öğlen uykudan uyanırken ve gün içinde ara ara hep bizi soruyormuş. Neyse ki özlemimiz kısa sürüyor ve akşam yanına koşuyoruz. Anneanneden alıp eve gitmek için kapıdan çıktığımızda bu kez de “anneanne” diye tutturuyor. “O dinlenecek kızım, bugün çok yorulmuş. Biraz uyusun, yarın yine yanına gideceğiz zaten” desek de uzunca bir süre onu anıyor arabada giderken.

Dün akşam annemler bize geldi. Balkonda muhabbet ederken düğün için Ankara’ya gideceğimiz konusu açıldı. Edasız mı gideriz, götürür müyüz diye Bahadır’a sormuşken hemen Eda’dan cevap geldi:anne ditmee...Artık konuşulanları anlayan bir kızım olduğunu unutuyorum bazen. Neyse, bunun üzerine geldi kucağıma, ben yine içim burkulmuş halde onu hiç bırakmayacağımı, her yere götüreceğimi anlattım. Anneanneleri giderken arkalarından ağladı.



Anne mi anneanne mi? Kafası karışık gibi görünse de onun derdi açık aslında. Hepimizi yanında istiyor. Kalabalıkla mutlu. Ben ona kıyamam ki..4 gece ayrı kaldık ve bundan sonra daha da düşkün oldu bize. Demek ki ayrı kalmak için daha çok minik. Her ne kadar emin ellerde de olsa daha anne çocuğu. Yok, bir daha kolay kolay bırakmam. Allah ayırmasın. Birlikte gülelim, birlikte kızalım, birlikte heyecanlanalım hep.

HB

20 Temmuz 2012 Cuma

Enstrümanların Sultanı

Zaten kötü olan uykularımız için yeni bir tehdit daha eklendi: Ramazan davulcusu. Saat 3 gibi bizim mahallede sesi duyuldu. Kendi sesi değil, davulununkiyle. Eskiden hiç duymazdım. Ne derin uyurmuşum. Şimdi öyle mi? Yoldan gürültülü bir araba geçse duyuyorum nerdeyse. İşlevini yerine getirdi bizim mahallenin davulcusu. Onun sayesinde uyandık ve ezan okunduğunda dişlerimizi fırçalıyorduk. Demek ki alarma kalsa apar topar hareket etmemiz gerekecekmiş. Tam zamanında geldi yani. Eskiden sahur saat 5 gibi olurdu ve anne evindeyken davulcu ısrarla 3 civarı göreve çıkardı. Sesini duyduysak da uyandığımızla kalırdık. Ne yapsın, bir an önce işini yapıp evine gitmek istiyordur adamcağız.

Ramazan davulcusu deyince aklıma bir de öğrenci evindeyken kapımıza bırakılan kağıtlar geliyor. Kağıdın üzerinde o civarda gezen davulcuların fotoğraflarını basmışlar ve tabi bir de isimleri yazıyor. 1 ay boyunca sesini duyduğun davulcunun kim olduğunu merak etmiyor musun dercesine :) Bayram öncesi kapıları gezerler bir de değil mi? Gönüllerden kopan bahşişleri kabul etmek için. Emeğinin karşığını bulabilme umuduyla.

Her iş zor, hepsinde çok emek var. Artık cep telefonlarının alarmları ile hangi gün kaçta uyanmak istediğimizi tekrar tekrar uğraşmadan tek seferde yapabiliyoruz. Böylesi teknolojik bir dünyada artık davul sesiyle uyandırılma gereği anlamını yitirdi. Kendileri bile okudukları manileri unutmuşlardır belki. Her şeye rağmen bir gelenek yaşatılsın deniyor işte. Bir ara tartışmalar vardı, Ramazan davulculuğu kaldırılsın diye. Belki bu sene de olmuştur bilmiyorum. Eda’yı uyandırmadığı sürece benim için dert değil gecenin bir saati sokakta oluşan bu ses. Eda da alışsın, o kadar şeye uyanmasın elbet ama bizim uykularımız başlı başına sorunluyken bunu diyemiyorum henüz.



Rüya, sıcak, düzen değişikliği derken Eda’nın uyku problematiğine bir yenisi daha eklendi ben bir bunu biliyorum. Ne yapsam fotoğraf gelmesini beklemeden gidip davulcumuzu bulsam da konuşsam mı, bizi bu sene muaf tutun, rotanızdan bizim sokağı çıkarın mı desem?

Şaka bir yana Ramazan herkes için hayırlı ve sağlıklı geçsin. Tekrarlarını görebileceğimiz bir Ramazan olsun inşallah.

HB

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Manic Günü Olsun Bugün

Burcu’nun sayfasında yer verdiği videodan sonra ben de çok sevdiğim bir Rihanna coverı ile tanıştırmak istedim sizi. Biliyorsanız da dinleyip kulaklarınızın pasını silersiniz belki.




Manic Street Preachers demişken grubun en sevdiğim ve bloga ismini veren şarkısını da eklemeden edemiyorum. Akşama kadar bu grubun şarkılarını dinlerim ben şimdi.




Çalıştığım şirkette bir süredir youtube açılmıyordu. Burcu’nun sayesinde artık yasaklı olmadığını öğrenmiş bulunuyorum. Bunun şerefine bu postu hazırladım. 
Seversiniz umarım şarkıları.

HB

17 Temmuz 2012 Salı

About me'nin Uzunu

Blog sayfamın görünümünde bazı değişiklikler yaptım. “Hakkımda” eklentisini güncellerken aslında şöyle bir kendime ayna tutsam, zaman zaman yapıp faydasını gördüğüm özeleştirimi yapsam, böylece blogum için bir özgeçmiş hazırlamış olsam diye düşündüm. İnsanın kendini anlatması çok zor ama olduğu kadar artık.

*Yengeç olmamla mı, ailemin yetiştirme tarzıyla mı neyle açıklanır bilmiyorum ama aileme,anneme,babama aşırı bağlıyım. Her gün anneme telefon açmasam rahat edemem. Onlarla aynı şehirde olduğum için ve tabi daha önemlisi sağlıklı oldukları için hep şükrederim.

*Ezberim iyidir ama bir yandan da aşırı unutkanım. Kolay ezberler, işim bitince çabuk unuturum. İşim bitmese de unutabilirim. Suçlusu cep telefonları olabilir, az balık yemem olabilir ama durum böyle.

*Balık demişken yemeklerden gidelim. Evlenene kadar fasulye ve patates hariç hiç sebze yemezdim neredeyse. Evlendikten sonra sebzelerle yıldızım barıştı. Kuzu eti yiyemem, hindi eti de aynı şekilde. Sucuk, sosis gibi şeyler alırken mutlaka içindekileri okurum o nedenle. Yemek konusunda problemli sayılabilirim bu kadar çok ayrım yaptığım için. Yine de sevdiğim şeyler olunca herkesten önce tabağımı bitiririm. Mesela makarna, börülce, barbunya, mercimek gibi. Bakliyat yemek için yaratılmışım ben.

*Malesef çok çevik bir yapım yok. 10 dakikada mutfakta harikalar yaratamam. 2 dakika içinde hazırlanıp evden çıkamam. Daha çok pratik olmayı isterdim. Zamanla belki :)

*Bazı insanlar “kıyafetini nereden aldın” veya “saçını nerede yaptırdın” diye sorsan cevap vermek istemez. O kıyafet sadece onda olmalıdır, saçının rengi ona özel olmalıdır. Başkalarından farklı olmak ister mutlaka. Benim öyle bir derdim yoktur. Tam tersine öğrendiğim her şeyi, aldığım her haberi hemen paylaşmak isterim.

*Kızımı yetiştirirken aklıma takılan konular için diğer internet anneleri gibi bir sürü yazı okuyorum, uzman görüşlerini araştırıyorum, annelere danışıyorum. Fakat ne olursa olsun bana çok ters gelen bir yorum aldığımda kendimden başkasını dinlemiyorum. İnanıyorum ki tüm anneler sonunda kendi iç güdüleriyle hareket ediyorlar. Onun mutluluğu her şeyden önemli. Birey artık o, kendi kararları var. Evet bir çocuk ama aynı zamanda Eda. Her çocuk aynı olamaz, olmamalı da zaten. Bunu bilerek davranıyorum kızıma.

*Enstruman çalma, resim yapma, tiyatrocu olma,...hangisi olduğu farketmez; sanatın bir dalının ucundan tutmuş olmayı çok isterdim. Bizim okul çağımızda verilen müzik dersi denince akla flüt geliyor. Flüt çalmayı bilmeyen yok o yüzden. Müziğe ilgim vardı aslında o zamanlarda. Flüt korosuna falan alınmıştım. Kulağım da fena değildi. Yönlendirme işte bu yüzden çok önemli. Yan flüt çalmak istiyorum diye tutturduğumda koca eşek olmuştum. Artık o saatten sonra sadece zevk için öğrenebilirdim. Profesyonelce uğraşmak başka. Umarım kızımın ilgisi olur. Dedesinin dediği gibi konservatuvara gider inşallah :)

*İş hayatından önce gece geç saatlere kadar internette zaman geçirirdim. Müzik dinlemek için.. O zamanlar indirmek de gerekiyordu, şarkılara kolay da ulaşılamıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım. Televizyon izlerdim çok. Formula 1 yarışlarını kaçırmazdım. Zamanla ilgi alanları değiştikçe takip etmez oldum. Artık sadece twitter’da takip ediyorum böyle şeyleri. Mesela Jenson Button’ı. Sinemaya gitmeye veya evde film seyretmeye çok vakit yok artık ama bulursam da 1,5 saatin nasıl geçtiğini hiç anlamam. Çok keyif alırım. Polisiye kitaplar okumayı severim. Gerek film gerek kitapta beklenmedik sonları severim.



*Yapamayacağım ve kabullenemeyeceğim iki şey var; yapmacıklık ve yalakalık. İstesem de yapmacık davranamam. Yapmacık davrananların da bu tavırlarının çok belli olduğunu düşünürüm. Sahtelik akan davranışlar beni sinir eder. Doğallık her türlü güzeldir. Yalaka insanlar katlanamadığım diğer gruptur. İş hayatında böyleleri çok var. Nasıl alışırız varlıklarına bilmiyorum. Yalakalıklarıyla yükselirler belki de çok muhattap olmayız.

*Son olarak; sadeliği ve paylaşmayı seven bir anneyim ben. Bundan ibaret.

Haaa bu arada bir özelliğim daha var. Kendimi anlatmayı hiiiç sevmem :)

Blogun yeni görünümünü sevmişsinizdir umarım.

HB

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Mini Tatil

Bu sefer fotoğrafsız bir tatil yazısı geliyor. Böyle kuru kuru güzel olmayacak ama fotoğraf makinemi alamadım yanıma. Sebebi de minik bir çantayla ve otobüsle, daha önemlisi tek başıma seyahat etmiş olmam. Mümkün olduğu kadar az eşya sloganıyla çıktım yola. Öğrencilik günlerinden sonra ilk kez tek başıma yolculuk etmem çok garip geldi. Gece 12 de otobüse binmeme rağmen film izlemek gibi bir eşşeklik yaptım. Gerçi otobüs o kadar konforsuzdu ki film bittikten sonra da uyumam pek mümkün olmadı. Yorgunluğumu alabilecek tek şey kızımın güzel yüzü olacaktı. Eve vardığımda uyuyordu, yanına girdim. Kollar, bacaklar benimkilerden daha esmer olmuştu. Büyümüş göründü gözüme. Hemen açtı gözlerini, sarıldı, öptü. Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın. Kavuşma anımız çok duygusaldı.

O gün Eda ile yapışık halde gezdik diyebilirim. Her şeyi anne yapsın, anne versin, anne götürsün...İlk gün özlemin etkisiyle ortaya çıkan bu durum ikinci gün nazlanmalara dönüştü. Uyumak, yemek yemek istemedi. Ben yokken yapmadığı şeyleri yapmaya başladığını söyledi anneanne ve babaannesi. Ben de anladım ki 2 yaş sendromu diye namı yayılan şey aslında anne nazı, anne inadı.
Orada olduğum süre boyunca gündüz uykusunu pas geçti, geceleri normalden çok daha sık uyandı. Gece uyanmalarına alışım da umarım gündüz uykuları için endişelenmedim değil. Bakalım yuvaya dönüşle birlikte bugün eski düzeni geri gelecek mi göreceğiz.

Tam bir su kurbağası kızım. Tüm gün denizde kalabilir. Hal böyle olunca başındaki herkes de güneşlenmeden bronzlaşma şerefine erişmiş oluyor. hanımefendiyi kıyılar da kesmiyor,illa iplere gidecek. Pek eğlendi denizde. Havuza da onca zaman sokmayıp haftasonu babanın gelişiyle kuralımızı anında bozmuş olduk. Geldiği gün “havuza girelim mi Eda” sorusu bu kuralı yıkan ilk darbe oldu. Zaten bu soruyu bekleyen Eda kendini havuzda buluverdi tabi. Kulağına su kaçmaması için dikkat ettik ama umarım pişman olmayız. Her ne kadar site havuzu da olsa, temizliğinden emin de olsak o havuzu temizleyen kimyasallardan dolayı içim rahat olmuyor.

Cumartesi günü 14 temmuzdu, yani Eda’nın doğumgünü. 2 yaşını bitirdi. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında değilim herkes gibi. Allah yavrucuğuma sağlıklı, huzurlu, mutlu, hayırlı, uzun yıllar nasip etsin. Bizi birbirimizden ayırmasın. Doğumgününü Eda sevdiği gibi yani kalabalıkla kutladı.



Hem Eda hem de benim için güzel bir tatil oldu. Yanına gitmek için verdiğim ani karar hepimize iyi geldi. Varsın düzenler değişsin, huylar değişsin. Yeter ki keyifler yerinde olsun.

HB

10 Temmuz 2012 Salı

Assos Kampımız


Haftasonunda Edi ile Büdü olarak başbaşa kalacağımız kesinleşince bir yerlere gitme kararı aldık. Şu sıralar son an planlarımız meşhur, bu da onlardan biriydi. Anladım ki erken rezervasyonlar hiç bize göre değil. Yer bulma sıkıntısı çekeceğiz illa ki, sadece 1 gece konaklamayı kabul eden bir yer bulmak için çaba göstereceğiz mutlaka. Tabi fiyat da uygun olacak biraz. Asos için bunların hiçbirini yapamadık. Otellerin hiçbirinde yer kalmamıştı. Genelde butik otellere baktığım için oda sayıları zaten az iken bir de yarın için odanız var mı sorusunun cevabı net oluyordu. Yer bulabildiklerim de minimum 2 gece konaklama şartıyla kabul ediyordu bizi. Bizse Cumartesi sabahtan gidip Pazar akşamı dönmek istiyorduk. Madem Eda da yok neden otelde kalmak zorunda olalım ki diyerek otel arayışından kamp yeri arayışına geçtik. İnternet araştırması ile bulamayacağınız şey yok ama görseller ya da yorumların yanıltıcı olma riski var her zaman. Bulduğum camping bunun tam aksine tahmin ettiğimden daha güzel çıktı.






Akçay-Altınoluk’tan sonra Assos için sağa yol ayrımı var. Bu yol üzerinde Gargara Tatil Kampı. Bulması gayet kolay ve Assos merkeze göre çok yakın Balıkesir’den gelenler için. Yol üzerinde olmasına rağmen sahile doğru, içeride kaldığından araba gürültüsünden eser yok. Çadırımızı incir ağacının altına kurduk. Gittiğimiz saat tam öğlen sıcağına denk geldiği için çadırda biraz dinlenip sonra denize girdik. Assos için hep suyu çok soğuk denilir. Bizim şansımıza mı bilmiyorum su hiç soğuk değildi. Çeşme’ye göreyse sıcacıktı. Kaz Dağları’nın yansımasıyla aldığı yeşil görüntü de şahaneydi. Böyle durumlarda insanın denizden çıkası gelmiyor. Bizim de aynen böyle oldu ama bir yandan da erken toparlanıp tarihi yerleri gezmek istediğimiz için deniz keyfini yarım bırakıp hazırlandık.

Çadırımız



Assos


Önce Behramkale’ye gidip Athena Tapınağı’nı gördük. Eski halinden eser kalmamış olsa da insanı etkileyen bir yapısı var. Zeus’un kızı Athena Assos’un koruyucu tanrısıymış. Aristo da belli bir dönem burada yaşamış. Tepenin tüm Edremit Körfezine hakim bir manzarası var.  Assos’a gidenler buraları gezmeden dönmemeli; fakat aklınızda olsun girişler saat 19:00 da kapanıyor. Biz bilmememize rağmen tesadüfen son 15 dakika kala gittimizden son anda yakaladık.







Burayı gezdikten sonra Tarihi Limana gidip bir şeyler yiyelim dedik. Kaleden İskele’ye iniş yolu çok dar ve bozuk. Hemen yanı da uçurum olduğu için karşıdan araba gelirken tedirgin oluyor insan. Çok karanlığa kalmadan yemeğimizi yiyip dönmek istedik bu yüzden. Burada Kervansaray gibi oteller yanında butik oteller de var çok sayıda. Hepsi de taş binalar ve çok güzel görünüyorlar. Denize girmek için de beach’ler var. Balık restorantları gayet sevimli. Çok leziz mezeler var. Ben özellikle deniz börülcesini ve favayı çok beğendim. Benim bu meze düşkünlüğüm ne olacak bilmiyorum. Her akşam bunlarla beslenebilirim. Yemek sonrası biraz daha abartıp buraya kadar gelmişken bir de sakızlı dondurma yemeden olmaz dedik. Battı balık yan gitti. Minik bir yer, 10 dakika yürüdükten sonra bitiyor.




Eda yanımızda değildi ama bizim gecelere akma yaşımız da geçmiş olmalı ki hiç konusunu bile etmeden kamp alanına geri döndük. Valizimize aldığımız şarapla birlikte çikolata yedik denize karşı. Yan gitmeye devam etti işte anlayın siz. Sonuçta yüzerek enerji harcıyoruz değil mi, yerine koymak lazım hemen. Zaten çok da oturamadık, erkenden uykumuz geldi. Çadırda kalmanın en kötü tarafı sabah güneşiyle birlikte uyanmak olduğu için sabah 7 buçuk gibi sıcaktan kalkmak zorunda kaldık. Gece çadırın kapısını açık bırakmıştık, tam da deniz kenarında olduğumuz için ben biraz üşüdüm. Hatta gece uyanıp yastık yaptığım sweat’i giymişim, kapşonu da kafama çekmişim. Sabah o halde uyanınca hiç hoş olmadı haliyle. Çadır konforsuz ama her şeye rağmen keyifli. Börtü böcek olayı ise hiç sorun olmadı. Kocaman yeşil çekirgeler çadırımızın üzerinde dolaştılar ama yanımıza girmedikleri sürece sorun yoktu. Böcekleri ben de herkes gibi sevmiyorum ama gördüğümde de çığlık atıp kaçmıyorum. Tuvaletlerde de bir sürü aynı yaratıklardan vardı mesela. Birlikte yaşamayı öğrendik; dostça, kardeşçe :) 

Gargara Doğal Tatil Kampı


Gargara için de birkaç şey söylemeden geçemiyorum. Denizi, konumu, ortamı çok çok güzeldi. Hamaklarda sallanıp derdi tasayı unutabildiğiniz gibi gölgede minderlere yayılıp kitabınızı okuyabiliyorsunuz. Akşam yemeği için mangal yakılıyor. Kahvaltısı da klasik yumurta, peynir, domates, reçel, zeytin ve sıcacık çaydan oluşuyor. İnternet bağlantısı var. İşletmecileri çok güleryüzlü ve yardımsever. Yardım istediğinizde yanınızdalar; fakat sürekli peşinizde dolanmıyor, rahat bırakıyorlar. Biz kendi çadırımızı götürdük ve 1 gece için 20 TL ödedik. Ayrıca kahvaltı için ve oradan aldığımız su ve meşrubatlara ödeme yaptık. Aşırı uyguna geldi yani bu tatil. Çadır bana göre değil diyenler ise bungalovları tercih edebilir. Onların fiyatı da gecelik 40 TL. Her türlü otel ile kıyaslanamayacak kadar ucuz. Rahat takılayım, otele bağlı kalmayıp sürekli gezeyim diyenlere duyurulur.



Gargara'nın deniz kıyısı

Kaz Dağları



Pazar kahvaltı sonrası biraz daha denize girdikten sonra çadırımızı toplayıp kampımıza veda ettik. Öğleden sonra Kadırga Koyundaydık. Güzeldi, denizi biraz daha soğuk geldi ve tabi Gargara’ya göre çok çok kalabalıktı. Akşam üzeri 4 gibi Bursa’ya doğru yola çıktık. Assos’u ve sakinliğini çok sevdim. Bursa ile mesafesi 4 saat. Haftasonu için İstanbul’dan bile gelenler vardı. Kısa tatilleri değerlendirmek için ideal bence. Edoşum ile birlikte tekrar gideriz umarım buralara..


Tatilde bile internete uğramadan yapamıyoruz artık. Tweetlerim bunun kanıtı..



HB

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Annem Akılsız Kimliğim Hükümsüz

Bu aralar her şeyi kaybediyorum. Daha Eda’ya aldığımız güneş gözlüğünü kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken şimdi de kızcağızın nüfus cüzdanını kaybettim. 2 hafta önce cüzdanımda gördüğümü hatırlıyorum. Arada geçen zamanda hiç kullanmadığıma da eminim. Cumartesi Eda’yı yolcu ederken anneme vereceğim zaman orada olmadığını farkettim. Geçen akşam cüzdanımdaki fişleri dökmüştü gittiğimiz bir yerde. Hemen o arkadaşı arayıp sordum, oralarda düşmüş olabilir mi diye. Malesef yokmuş. Alışveriş merkezine gitmiştik, oralarda düşmüş olabilir belki diye onlara da sordum, yine olumsuz cevap. Son umut Çeşme’de otel odasında mı düşürdük ki diyerek oteli arayıp sordum, ı-ıh :(

İş başa düştü ve önce gazeteyi aradım kayıp ilanı vermek için. Kuzucuğumun henüz fiil ehliyeti yok malum ama ne olur ne olmaz.
“Nüfus cüzdanımı kaybettim, hükümsüzdür.”Minicik kızım daha 2 yaşında nüfus cüzdanını resmen kaybetmiş oldu böylece. Bahadır’a göre ilanı şöyle vermem gerekiyordu: “Annem nüfus cüzdanımı kaybetti, hükümsüzdür”

İlan sorun değil de yeni kimlik çıkartması biraz zor, uğraştırıcı. Önce muhtara gidecekmişim. Muhtardan alacağım talep belgesiyle Nüfus İlçe Müdürlüğüne gidip 5 TL yeni kimlik için, 73 TL de kimliği kaybettiğim için ödeme yapacakmışım. Ceza da ceza yani. Aman gerek olmaz inşallah ama böyle bir durumla karşılaşırsanız yapmanız gerekenler bunlar. Prosedür, zaman kaybı, her tarafı arama ve nerede olabiliri düşünme süreci baştan sona çok keyifsiz. Yarın bu işlemleri halletmem lazım.

Kızımdan özür

Kızım, senin ağzından böyle ilanlar verdiğim için beni affet. İleride güleceğimiz bir anı kalsın bari napalım.

HB

Yıllar Sonra Luna Park

Cumartesi yavru kuşum anneanne ve dedesiyle birlikte babaannelerine gitti, Bodrum’a. Biz de aynı anda baş başa Assos yollarına düştük. Onu ayrı bir post olarak anlatacağım ama kısaca müthişti. Değişiklik oldu bizim için. Eda olmayınca ne yapacağımızı şaşırdık tabii, muhabbetimiz sırf o olsa da büyük bir boşluğa düştük. Yıllar sonra ilk kez güneşlendim mesela ve şezlong üzerinde uzun süre yatamadım, nasıl yapılacağını mı unutmuşum nedir.
Tabi bu sırada Eda hanımın da keyfi yerindeydi. Ne zaman arasam ya deniz kenarında ya da deniz hakkında konuşuyor. Tatilin dibini yapıyor yani :) O hayatından memnun da ben onu şimdiden çok özledim. Telefonda daha uzun konuşsun istiyorum benimle ama çocuk işte, konuşmuyor. Az bir şey söyleyip telefonu veriyor hemen. Madem öyle küçük hanım ben de senin yanına geliyorum diyerek bu özlemi sonlandırmaya karar verdim. Daha bu sabah.. Evden işe gelirken.. 3 günlük izin aldım, kısmetse Salı gecesi otobüse biniyorum oraya doğru. Zaten Cumartesi Eda’nın doğumgünü olduğu için haftasonu Bahadırla birlikte yanlarına gidecektik. Ben birkaç gün önden gideyim dedim. Valizi boşaltmasam iyiymiş.
Bu hafta madem Eda yok her akşam dışarı çıkalım arkadaşlarımızla demiştik. Bu görevi kocacığım tek başına üstlenecek, hadi yine iyisin kocacımm :)





Geçen hafta Luna Park’a götürmüştük Eda’yı. Orada çektiğim fotoğrafları paylaşayım, yarın da Assos maceramızı anlatırım. Bu arada Luna Park çıkışı o kalabalıkta Eda ile Bahadır’ı kaybettim. Telefonların hepsi de bendeydi. Nasıl oldu ben de anlayamadan gözümün önünden kayboldular. Sinir, panik, telaş içinde elimde bebek arabası, sırtımda çanta, boynumda fotoğraf makinesi dolandım durdum ve sonunda kapının önünde beklemeye başladım. Bir süre sonra geldiler neyse ki.





HB

6 Temmuz 2012 Cuma

Nasıl Geldim Buraya-4


Bardakta süt içenler

Böyle bir grup insan var evet. Bardak diyorlar başka bir şey demiyorlar. Oysa paketinden içseler bir şey olacak sanki sütü. Bu insanları öğrenmek sana ne kazandıracak bilmiyorum ama o tip davranış sergileyenlerin karakteristik özellikleriyle ilgili bir proje çalışman falan var herhalde.

Deli olduğumu düşünüyorsunuz ama

Ama ne? Sen de şüphe ettin değil mi kendinden? Bak devamını getirememişsin işte.

Eski karının yeni kadını kıskanması karikatür

Eski karı-yeni kadın...Yeni kadın henüz karısı olamamış anlaşılan. Yeni kadın diyor zaten, sevgili değil, eş değil. Pek kıskanılacak bir durum yok gibi geldi bana. Zaten boşanmış, bitmiş gitmiş, kıskanılacak yanı mı kalmış!

Gülmeyi de beceremiyorum üzülmeyi de

Ah kuzuuum! Tam olarak nasıl bir ruh hali içindesin sen? Üzülmeyi becermeye gerek yok zaten, aman üzüntüler uzak dursun. Gülmen için de şöyle bir önerim var...Muhtemelen açılış sayfan olan google’a “komik videolar” yaz, birkaç tanesini izle bakalım. Arama yapmayı bildiğine eminim, hiç olmazsa bunu becerebilirsin bence. Bir de arkadaş çevreni gözden mi geçirsen acaba? Onlarla dertleşmek yerine buralarda çare aradığına göre burada da bir sorun var.

Hayal etmekle ilgili dövme

Bence vazgeç sen bu işten. Hayal gücün çok geniş olsa zaten böyle bir arama yapmadan kendin tasarlamıştın. Hayal gücün kuvvetli değil madem ne yapacaksın hayal etmekle ilgili dövmeyi? Seni anlatan bir şeyler bulmalısın bana kalırsa. Ya da ben seni şu bizim sevimli dövmeciye yönlendireyim. O sana hemen hayal etmekle ilgili bir dövme hayal eder :)

Körfez bar yine kalabalık

Siz facebook’ta durum bildirimi yapacağınıza veya tweet atacağınıza google’da arama yapmışsınız yanlışlıkla. Üzülmeyin, Körfez Bar hep kalabalık olur zaten. Şimdi yeniden yazın gitsin. Yazmayacaksanız haber verin de ben kullanayım bari.

Ağrı eşiği 2012

Arşivde son 5 yılın ağrı eşiği oranları var ama 2012’ ninkilere ben de ulaşamadım. Yıl sonunu beklemek gerekiyor olabilir. Siz kendiniz için aylık olarak kaydını tutun da bakalım yıllar içindeki değişimi nasıl olmuş kontrol edersiniz.

Little swimmers kullanım tarihi geçmiş

Nasıl yani? Onların son kullanma tarihi de mi oluyor? Zaten yeterince pahalı ve tek kullanımlık olduğu için paket hemen bitiyor. Bir de son kullanma tarihi çıkarmayın başımıza. Ayrıca tarihi geçse ne olacak ki, bozuk mayo giymekten bir şey olmaz.

Arama sonucunda işe yarar bir şeyler bulanlar için seviniyorum ama bu anlamda sıkıcısınız kabul edin. Eğlenceli aramalara devam :)

HB

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Dövülesi Dövmeciler

En sevmediğim ve uzak durduğum insan grubu ukalalar. Kendini bir şey zannedenlerle ne arkadaşlığımı ilerletirim ne de iş yaparım. Dövme yaptırmadan önce araştırma aşamasında bir yere gittiğimi ve oradaki dövme sanatçısının  tavırlarını anlatmıştım. Risk alamam diyerek beni kapı dışarı edişini, oradaki diğer çalışanın da bana “siz de madem Eda kolyesi takın” diye akıl verişini. Bu noktadan sonra bedava yapacağım deseler orayı tercih etmeyeceğimi söylemiştim. Yine de insanlık bende kalsın, belki o tavırlar o güne/bana özeldir diyerek kuzenim dövme yaptırmak için yer önerisi istediğinde oranın da adını verdim. Fatih Sultan Mehmet Bulvarında burası. Dövme yaptırmayı düşünüp ağzının payını almak isteyenler varsa durmasın gitsin.

Kuzenim de aynı benim gibi sormaya, fikir almaya, fiyat öğrenmeye gitmiş ve söyledikleri fiyatı yüksek bulduğunu belirtmiş. Bunun üzerine sanatçımız; “olabilir, seni sevmedim o yüzden” demiş. Yazdıracağı yazının fontunu belirlemediğini öğrenince de fontu belli değilse bir şey yapamam , önce onu bul diyerek işini çok iyi yaptığını da eklemiş. Alaycı konuşması ve kötü üslubu bir yana, bu arkadaşın kesinlikle insan unsuru içeren bir işte çalışmaması gerektiğini ve de kendisinin belirttiğinin aksine işini hiç de iyi yapamadığını düşünüyorum. Kendisine elbise diktirmek için gelen bir müşteriyi “kafanda model yoksa asla dikemem, ben sadece dikme kısmıyla ilgileniyorum. Öncesi-sonrası, modeli, hiçbir şeyi beni alakadar etmez” diye geri çeviren bir terziye benziyor bu davanışı.

Bunun yanı sıra yaptığı şey aslında basit gördüğü işlerle uğraşmamak, para kazandıracak şeylere vakit harcamak. Yazı yazmak hem çok kolay (bilgisayardan çıktı alıp kağıttaki şekli tenine geçiriyor, ardından da iğne ile üzerinden geçip boyamış oluyor) hem de para etmiyor. Bunlarla gelmeyin bana diyor. “Böyle basit şeyler için işini iyi yapan insanların vaktini çalmayın” tavırlarının tercümesi. Terzimizin “bu basit bir etek modeli, makineyi açmaya değmez; seni de sevmedim zaten. Başkasını bul” demesiyle aynı. Küçümsenecek iş yoktur. O basit görülen işler gün gelir büyük sayılanları da keser.

Gittiğim, beğendiğim, önerebileceğim yerleri yazıyorum buraya. Tersi olduğunda da paylaşmak zorundayım. Öyle şahane, ahım şahım bir projeniz yoksa o civardan uzak durmanızı tavsiye ederim. Yoksa karşılaşacağınız muamele anlattığım gibi olacaktır. Uyarmadı demeyin. Bursamızın yetiştirdiği nadide dövme sanatçısını da böyle kıytırık işlerle meşgul etmeyin. Dağılabiliriz.

HB

3 Temmuz 2012 Salı

Nasıl yediği mi ne yediği mi?

Önemli olan hangisi? Ben bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum. Eda’ya annem bakıyor ve onun bu konu hakkındaki görüşü benim için çok önemli. Ona göre yedikleri nasıl yediğinden çok daha önemli. Vitaminini, vücudu için gerekli besinleri alması, her gün sebze ve meyve yemesi, bir öğününde et veya kıyma olması gerekli. Bunları püre olarak ya da çatalla ezilmiş halde yiyiyor olması dert edilecek bir şey değil. Er ya da geç öğrenecek ezmeden yemeyi. Şu yaşta bunları bir şekilde yemesi her şeyden daha mühim. Ben de anneme katılmakla birlikte zaman zaman şeytanın “2 yaşında çocuk nasıl hala püre yermiş” sorularıyla bu durumu kabullenemeyip blender yok artık kaç lokma yerse bu şekilde yesin noktasına geliyorum. Eda çiğneyemiyor değil ama üşengeç. Mesela tabağına köfte koyduğumuzda 2-3 lokmadan sonra artık ağzında tutmaya hatta ağzındakini çıkarmaya başlıyor. Oysa çorbasına kıyma koyduğumuzda oyunla, kitapla, herhangi bir araçla kaşık kaşık yemesini sağlayabiliyoruz. Diğer türlü doymadığından emin vaziyette sofradan kalkmasına izin verirken bunda karnı doydu diye rahat bir biçimde bunu yapıyorum. Yemek aynı yemek, besin değeri aynı. Ama mideye indirilişi farklı. Peki hangisi doğru?

4 yaşına gelmiş, hala çorbadan başka bir şey yemeyen çocuklar olduğunu biliyorum. Eda’nın gidişatı bu kadar kötü değil diye tahmin ediyorum. Çünkü makarna, mantı gibi şeyleri yine çok iştahlı olmasa da ve minik porsiyonlar olarak yiyiyor. Yine de en sevdiğin yemek ne sorusuna “çorba” diye yanıt vermesi benim aklıma bu örnekleri getiriyor.
Diğer taraftan annemin anlattığına göre ben 2 yaşına kadar pirinç bile yutamazmışım. Bu hayatıma etki eden bir eksiklik olmadı. Kendimi bildim bileli normal insanlar gibi yemek yiyebiliyorum. Eda için de farklı olacağını zannetmiyorum.

Yemek alışkanlığı önemli bir konu ama sanırım sonradan kazanılabilecek kendi kendine yeme ve büyük parçaları çiğneyerek yutma alışkanlığı, sonradan daha zor alıştırılacak her türlü faydalı şeyi yemenin yanında daha önemsiz kalıyor benim için. Yediklerinin çeşitliliği ve faydası yedirilme biçimine göre daha ön planda şu an için. Anneme ikna olmuş görünüyorum değil mi?

Bu arada yediklerinin faydası deyince aklıma geldi. Annem Eda’nın yemeklerine çok az tuz ilave ediyor. Ben de haftasonu neredeyse hiç tuz eklemiyor, baharat vs ile tatlandırmaya çalışıyorum. Tuzsuz damak tadına sahip olsun
diye uğraşıyoruz. Geçen arkadaşım anlattı; kızı Ece’nin bakıcısı diyormuş ki:Ece de aynı benim gibi tuzlu yemeyi çok seviyor. Arkadaşım da “acaba neden, sen yemekleri tuzlu yaptığın için ona alışmış olmasın” demiş. Elbette o yüzden, biz nasıl hazırlarsak ona alışıyorlar. Bir de böyle dertler var. Ben de o yüzden tuzlu yemesindense, hamburger yemesindense sağlıklı bir sebze çorbası yesin diyorum. Sizce?

HB

Popüler Yayınlar

Recent News